Cinsiyet Eşitsizliği - Zeynep Şen (Sosyolog)

Cinsiyet Eşitsizliği - Zeynep Şen (Sosyolog)

A+ A-

Eril tahakküm etrafında inşa edilen toplumsal dünyada erkek merkezli görüşün kalıntıları her yere saçılmış. Bu yüzden de toplumsal konumlandırmalarda her şey bilinçdışının, tarihsel arkeolojinin bir aracı olarak görülmüştür. Bu bilinç çok eski bir biçimde “kadın-erkek” kavramları üzerinden içimize işlemiştir.  Cinsiyet kavramı sahip olunan biyolojik farklılıklar, toplumsal cinsiyet kavramları ve toplumsal ilişkiler içinde belirlendiği durumu temsil eder. Cinsel olarak farklı olan bedenlerin dönüşümüne, bedene yönelik çalışmalar, sembolik inşa aracılığıyla gerçekleşmekte ve bunlar sistematik olarak farklılaşmış habituslar üretmektedir. Bu habitus; senin pratiklerin, yaptığın hareketler sosyal yapıdan etkilenir ve buradaki her hareket tekrardan sosyal yapıyı yansıtır. Kadın ve erkekliğin oluşturulması da toplumsal yapıdan, sosyal hayattan etkilenir. Bu etkilenme ile kendini oluşturur, kendi varsayımlarını yansıtır. Böylece tahakküm ilişkisinin bedenselleşmesini yani doğallaşmasını sağlar. Kadınlık ve erkeklik kavramları da beden üzerinden kavranır. Kadın; kadınsal özellikler ile bütünleşirken erkek de kendi özellikleri ile bütünleşip var olur. Bu durum ise doğal bir hale gelir. En temel yatkınlıkları ise erkekliğin serpilmesine yönelik en uygun toplumsal oyunlara katılmaya istekli olması ve kabiliyetli kılınması, bedenlerin terbiye edilmesi gibi durumlarda görürüz. Erkek bütün erkeklik özelliklerini alıp tam olarak bir erkek olduğunda içinde çatışma ve şiddeti de barındıracağı için ancak o şekilde var olacak. Siyaset, iş dünyasına katılması, futbol taraftarlığı/holiganlık,  toplumsal hayatta kendine yer bulma isteği gibi durumlar… Erkek, eril olan çoğunlukla şiddet içeriklidir ve toplumda çoğunlukla buna ayrıcalık tanınmıştır. Bunu hep dişil olanın yani kadının imkanlarından alarak yapar. Kadın da erkeğin tam olmasından dolayı dişillik kazanacaktır.

İçinde oldukları cinsiyete dayalı hiyerarşi tarafından düzenlenmiş dünyanın onlara yönelttiği kesintisiz, sessiz ve görünmez buyruklar; kadınları en azından düzen çağrıları kadar, keyfi yönlendirme ve yasaklamaları doğalmış, kendiliğinden öylece oluyormuş gibi kabullenmeye hazırlar. Bu durum toplumsal şeylerin düzenine kazınmış olduğundan bedenler üzerinde  de kazınmıştır.  Bu yüzden eril ve dişil insan arasında bir ayırım yapıldığı zaman bu ayırımın biyolojik olarak açıklanması gerektiği düşünülür. Bu ayrım yapılırken kadın ve erkek kavramlarının sosyo-kültürel durumları dikkate alınır. Yani cinsiyetin biyolojik olarak verilmiş olduğunu, buna karşılık toplumsal cinsiyetin sosyal olarak inşa edildiğini ifade etmeye çalışır.

 

Erkeklik ve dişiliği belirlemede, doğuştan getirilen bedensel farklılıkların yanı sıra sosyal ve kültürel etmenlerin de önemi vardır. Şu ya da bu kategoriye göre, erkek ya da kadına göre, yapılması – yapılmaması gereken, doğal, akla getirilmeyecek olan gibi ayrımlar ile kendilerini savunurlar. Bunlar aslında çevrenin içinde karşıtlıklar olarak belirtilmiştir. Eril kamusal evren ile dişil dünyalar arasındaki kamusal meydan ve ev arasındaki; daha çok erkeklere yönelik mekanlar ile dişil oldukları söylenen mekanlar arasındaki karşıtlık gibidir. Bu durum her şeyi içinde barındıran sokak üzerinden ele alınır. Daha basit açıklarsak; kadınlar reklamlarda, karikatürlerde daha çok ev içerisinde resmedilirken erkekler ise evle ilişkilendirilerek egzotik yerlerde gösterilir. Erkeklere yönelik mekanlarda daha çok ağır deri mobilyalar ile sertlik, erkeksi bir imge yansıtılırken kadınlar için ise pastel renkler, biblolar, danteller gibi narinliği çağrıştıran imgeler tercih edilmiştir. Bahsedilen karşıtlıklara baktığımızda kadın ve erkeğin gündelik yaşamda temsil edilme biçimlerindeki zıtlık durumlarını görürüz. Aile içindeki toplumsal düzenin vurgu yaptığı dişillik de; hala cinsiyete dayalı bir şekilde ayrıştırılmış bulunan iş bölümünde kadınlara sunduğu konumlara, yerleştirilmiş olan nesnel beklentilerle karşılaşmaktan doğar. Kadınlara ayrılan işler ile erkeklere ayrılan iş farklıdır. Toplumun ve iş hayatının bireylere sunduğu rollerde farklıdır. Bu roller sistemde anlam kazanır. Meslek adı altında insanlara toplumsal mantık yoluyla bu durumu dayatırlar. Buradaki konumları arasında uyumlu karşılaştırmalar yaratılır. Toplum, bireylerden biyolojik cinsiyetine göre davranışlar sergilemesini ister. Toplum kendi hazırladığı davranışlar örgüsünün kabul edilmesi ve uygulanması için bir nevi dayatma uygular. Burada sembolik tahakkümün kurbanları olan kişiler; itaat, nezaket, uysallık, sadakat gibi anlayış göstergeleri ile kendinden ödün vererek görevlerini seve seve yerine getirirler. Mesleği, görevi ne ise onu yapmanın yanı sıra o görev dahilinde müsaade edilen durumların az çok fantazmatik öngörüleri olduğunu gösterir. Sekreterlik mesela. Görevi belgeleri yazmak, müsaade edilen ise patronu baştan çıkarmak, patrona anne gibi davranmak. Görevler bazen açık bazen de gizli beklentiler barındırır. Böylece de teknik, toplumsal, cinsel tutumların bazılarını onayladığı veya teşvik ettiği süreci bir ifşa etkisi görür. Bu yüzden de iş dünyasının küçük izole toplumlardan oluştuğu söylenir. Örneğin kurumsal bir iş yeri. Bunlar kendi aralarında aile gibi bir işlev görür. Çoğunluklar erkek olan müdür, babacıl bir otorite uygular. Bu otorite şefkat ile baştan çıkarmayı içerir. İşlerin yükü ve aynı zamanda kurumdaki her şey ile ilgilenme zorunluluğuyla müdür; genellikle kadınlardan oluşan alt düzey çalışanlarına karşı korumacı tavır sergiler. Hatta onları kurumla özdeşleşmiş kişiyle duygusal bir yatırıma teşvik eder. Buradaki nesnel fırsatlar; iş bölümündeki hiyerarşik göstergelerde (işveren/çalışan, patron/sekreter) değil, aynı zamanda cinsler arasındaki farklılığın görünen yönlerinde (giyim, saç, hal, tavır…) ve aynı zamanda görünüşte önemsiz olan gündelik hayatta fark edilmeyen davranışlarda da hissedilir bir biçimde kendini gösterir. Örneğin; tv kanallarında kadınlar çoğunlukla küçük rollerle sınırlandırılır. Zayıf cinse karşı verilen rollerdir. Genellikle bir erkeğin kanatlarına sığınır ve onun  kendini değerli hissetmesini sağlar. Erkek de boş durmaz, ufak tefek şakalar ile ya da ince davranışlarla bir çift ilişkisi üzerine oynar. Diğer durumlarda ise kadınlar kendilerini ortaya koymada söyleyeceklerini söylemede zorlanır. Örneğin tartışma programına katıldıklarında söz almak, dikkat çekmek için savaş vermek zorunda kalıyor. Burada maruz kaldıkları küçümseme aslında tamamen kötü niyet taşımasa da acımasız oluyor. Sözü kesilir, yönelttikleri soru; sanki iyi bir soru kadından gelemezmiş gibi konuşma sırası tekrardan bir erkek konuşmacıya yönlendirilir. Varlıklarının bu şekilde yok sayılması nedeniyle de kendilerini ortaya koymak için zayıfın silahlarına başvururlar. Erkeklerin ayrımcı davranışlarını da sıralamak gerekir: kadınları otorite kurumlarından uzak tutmak, başvurdukları hak taleplerine karşı kapris muamelesi yapmak, onları mahremiyet ifadesi kullanarak canım, tatlım gibi sözlerle geçiştirmek, onlara saç/vücutları ile ilgili hatırlatmalar yaparak kadınlıklarını hatırlatmak. Aslında hepsi bilinçdışının tercihleridir. Ama bir araya geldiklerinde kadınların alçaltılmış durumlarına katkıda bulunmuş oluyorlar ki kadınlar zaten ekonomik-politik alanda az temsil ediliyor. Erkeklerin; toplumsal olarak aşağı görülen bazı işleri yapmaya tenezzül etmemeleri ya da o işi yaptıklarında asil ve zor bir işmiş gibi gösterilmesi. Kadınlar yaptığında ise basit ve değersiz görülmesi. Şef/aşçı, terzi/modacı gibi isimlendirmelerde bile kişinin cinsiyeti düşünülerek ayrımların yapılması. Kadınların yaptığı işi erkeklerin sahiplenmesi ile o işin soylu, değerli görülmesi. Margoret Marvani “iş, erkek ya da kadın tarafından yapılmasına göre farklılaşır. İstatistiklere göre nitelikli işler erkekler tarafından yapılırken niteliksiz işler kadınların payına düşüyor. Bunun altında yatan neden ise herhangi bir işin erkekler tarafından yapılması onun kaliteli olarak nitelendirilmesini sağlar. O halde buradan erkekler kalitelidir anlamı çıkar”. Baştan sona her şey cinsiyete dayalı olarak şekillenmiştir. Bir kadın gibi muamele edildiğinde daha fazla kadına dönüşme düşüncesi vardır. Bu geri viteste araba sürmek, şişe açmak gibi davranışların başarılamayacağı düşüncesi ya da bir bavulun bizler için ağır olduğu fikri. Bunun yanı sıra öğretmenler de kız çocuklarının daha narin, hassas oldukları düşüncesi ile bilim teknik alanına erkek öğrencileri yönlendirir. Bunların hepsi kadın aleyhine yapılan eşitsizliklerdir. Bu eşitsizlik kadını tanımladıkları zaman yok olacak.

 

           

 

 


Kaynakça

Bourdieu. Pierre (2014), Eril Tahakküm, Çev. Bediz Yılmaz, Bağlam Yayınları Beauvoir, Simone De, İkinci Cinsiyet, Koç Üniversitesi Yayınları Slavoj Zizek, Çok Kültürcülük ya da Çok Uluslu Kapitalizmin Kültürel Mantığı, Skop Dergi, Sayı 3, Çev. Tuncay Birkan Tutal Küçük, Nilgün (1992), Kadın ve Reklam, Kadınca ile Kadın ve Aile Dergileri Kullanılan Reklamların Karşılaştırılmalı Eleştirel Bir Analizi Şentürk, Nazlı (2019), Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Kadının Medyada Temsili, Kadın ve Ufak Tefek Cinayetler Dizilerindeki Kadın Karakterler Aydın, Emek (2017), Kadının Özne Olma Sürecine Dair Bir Okuma GÖRSEL https://www.pexels.com/tr-tr/fotograf/acik-beyaz-burun-fotograf-cekimi-415206/ https://unsplash.com/photos/bImENfUCFwM https://unsplash.com/photos/1CsfTx0DuLs

17-07-2020
Konuk Düşünce Yazarları

Konuk Düşünce Yazarları

info@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com

Konuklardan Diğer Yazılar

Bu yazılar da ilginizi çekebilir