Bir Depremzedenin Tarihsiz Günlüğü - Sümeyra Öztimur (Türkçe Öğretmeni)

Bir Depremzedenin Tarihsiz Günlüğü - Sümeyra Öztimur (Türkçe Öğretmeni)

A+ A-

                Bir hikâye anlatmak istedim bugün. Günler sonra bir hikâye… Sahi son hikayem hangi tarihte yayınlanmıştı? Hatırlamıyorum. Zaman, artık eskisi gibi işlemiyor bizde. Bir şey anlatacaksak depremden şu kadar gün önce, depremden bu kadar gün sonra yahut depremin bilmem kaçıncı günü diyoruz. Afet, bilinen tüm teamülleri yıkıp geçerken zaman, takvim ve saatten azade işler oldu.

                Yorgun, bitkin hatta tükenmeye bir kala oturdum nihayet klavyenin başına. Anlatma isteği ile susma orucu arasında defalarca gittim geldim. Boğazıma diken gibi saplandı sözcükler. Yüreğimin bir ucundan acı ve umutsuzluk, diğer ucundan haykırma arzusu ve öfke çekti. Hiçbirine cevap verecek takati yoktu garibimin. Uykuya sığındı çoğu zaman. Uyuyup uyandığında bir kafa karışıklığı uğradı hiç sormadan. Gerçekten yaşanmış mıydı bu büyük trajedi? Bir kitapta okuyup etkisi altında mı kalmıştı yoksa narin ve naif ruhum? Yok, değildi. Zira hiçbir yazar beceremezdi bu kadar acıyı üst üste koyup yazmayı.

                Neresinden tutayım, nasıl anlatayım bilmiyorum ki… Beynimin anılar bölümüne kazınan hangi kareden başlasam dile getirmeye? Halimi tarif etmem gerekse şöyle derim: Hiç tanımadığım bir insanla karşılıklı oturtmuşlar beni. Seçilmiş değil zorunlu bir oturuş… O bana daha önce hiç bilmediğim, hiç karşılaşmadığım bir şeyler anlatıyor. Korkuyorum, acıyorum, kanıyorum. Zihnimdeki hiçbir veriyle eşleşmiyor anlatıları. Tanımıyorum, anlamlandıramıyorum. Ne diyeceğimi şaşırmış vaziyette gözlerimin yuvalarından çıkma isteğini ani bir refleksle ellerimle bastırıyorum. Donsam mı, kaçsam mı, savaşsam mı? Karar veremiyorum.

                Deprem gecesi, takriben bire kadar tez yazmakla uğraştım. Kitaplar, makale ve dergiler arasında kaybolmuştum. Çok çabalıyordum, bu dönem bitseydi de kurtulsaydım. Ben gün boyu uğraşırken oğlum evin içinde amaçsızca geziniyor, ben de yeterince ders çalışmamasından şikayetleniyordum. Yatmadan hemen önce tartıştık. Freni boşalmış kamyon gibi atıldım üstüne ve sürdüm önüne zehir zemberek kelimelerimi. Gözleri dolu dolu yatağına gidişi hiç aklımdan gitmiyor. Ben de yattım sonra.

              Yattım da uyumak ne mümkün… Çocuğum, yüklenmeme karşılık tek kelime cevap vermeden üzgün bitirmişti günü. Bir çocuğun üzüntüyle uyuması sağlıklı değildi, biliyordum. E biliyorsan niye yapıyorsun diye kızdım kendime.  Küçükken ağlayarak uyuyakaldığında ateşlenirdi. Yine öyle olur muydu? Büyümüştü, olmazdı herhalde. Yine de böyle uyumasa iyiydi.  Şimdi uyandırsam, özür dilesem, sarılsam diye geçirdim içimden. Anne olarak iyiliğini istiyordum. Geleceğini ancak çalışarak inşa edebileceğini anlamasını bekliyordum. Gelin görün ki niyetim ne kadar iyiyse üslubum o kadar kötüydü. Uyandırmadım. Özür de dilemedim, sarılmadım da. O da biraz gayret etsindi canım! Sabah sevdiği yiyeceklerden oluşan bir kahvaltı hazırlar, sakince konuşup nasıl olsa gönlünü alırdım. Çocuklar kin tutmazdı Allah’tan. Bu fikir su serpmişti yüreğime. Dua faslını tamamlayınca yavaştan daldım.

              Gece mi sabaha karşı mı olduğunu ayırt edemediğim bir saatte gözlerim açıldı kendiliğinden. Etraf karanlıktı. Damla kadar uyku mahmurluğum yoktu. Odanın içinde gezdirdim bakışımı. Neden uyanmıştım ki?  Anlamsızca bakınırken sallanmaya başladık. Battaniyeyi hemen üzerimden atıp oğlumun yanına koştum. Bağırarak pijamasından çekip tek hamlede ayağa diktim. Şoka girmişti yavrum. Ayakta duramıyordu. İki elimi omuz başlarına çiviler gibi sabitleyip tuttum onu. Besmeleler art arda dökülürken dilden, düşünceler seri akıyordu büyük gürültüde sessizce: Depremde nerede duruyorduk? Kirişin altı mıydı güvenli yer?  Bu evin duvarları incecikti, normalde oturduğum yerde komşum beni duyuyordu, ben de onu. Yıkılır mıydı acaba? Kitaplık mıydı o duvara vuran? Yıkılmazdı inşallah. Yok canım, deprem duracaktı bir yerde. Kaç saniye geçmişti? Marmara depremi 45 saniyeydi. Bildiğim en uzun deprem. Bu sanki daha uzundu ya da bana mı öyle geliyordu? “Bitti Çağan, bitti.” dedim bir an seri akışı durdurarak. Ama bitmiyordu. Neden bitmiyordu? Besmelelere mutfak tezgahından, dolaplardan, kitaplıktan dökülüp kırılanların sesleri karışırken sallantı durdu.

                Yıkıldı.

                Evim dışında her şey yıkıldı.

                Memleketim yıkıldı.

                Ülkem yıkıldı.

                Düşler yıkıldı.

                Hayatlar yıkıldı.

Bunların içinde iyi olan tek bir şey vardı ki dünyalara değerdi. O gece yatağına ağlamaklı gönderdiğim ve sabah gönlünü almaya niyet ettiğim evladım karşımda sapasağlam duruyordu, iyi ki duruyordu, öteki ihtimali düşünmek bile istemiyorum.

Keşke herkesin yaşadığı en kötü hal benimki gibi olsaydı. Olmadı…

“Hikayeler yarım kaldı.” diyenlerin aksine hikayeler tamamlandı. Terk-i diyar edenlerin başka bir hayatları olmayacak yeryüzünde. Yeni hikayelere konu edilecek hüzünleri ve sevinçleri olmayacak. Kişisel yaşam defterlerine tek çizik atamayacaklar artık. Defterler mühürlenerek mahşere dek kapandı. Bu dünyadaki hikayeleri sonlandı ama mutlu sonla tamamlanamadı.

Biz sağ kalanlara gelince…

Depremin akabindeki ilk dakikalardan itibaren yeni hikayeler yazdıracak öğretilerle bezenmeye başladı hayatımız. Diğerlerini bilmem ama her bir öğreti benliğimde bir taşı yerinden oynattı. Yıllarca sıkı sıkıya sarıldığım her şey temelinden sarsıldı. Bir kısmı sarsılmanın şiddetine dayanamayıp hızlıca çöktü.

Ne yani, boş muydu tüm inandıklarım?

Peki ya peşin hükümlerim, doğruluğundan yüzde yüz emin olduğum yargılarım?

Belli ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Yeniden inşa süreci başladı.

Şu sıralar duygusal ve düşünsel enkazımı kaldırmakla meşgulüm.

Neler çıkıyor neler…

Anlatırım.

 

                             


Kaynakça

Kapak görseli yazara aittir.

25-02-2023
Konuk Düşünce Yazarları

Konuk Düşünce Yazarları

info@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com

Konuklardan Diğer Yazılar

Bu yazılar da ilginizi çekebilir