Bir Depremzedenin Tarihsiz Günlüğü-Son - Sümeyra Öztimur (Türkçe Öğretmeni)

Bir Depremzedenin Tarihsiz Günlüğü-Son - Sümeyra Öztimur (Türkçe Öğretmeni)

A+ A-

Bir gün kaç saattir diye sorsam şüphesiz herkes “24 saat” olduğunu söyler. Teknik olarak doğrudur cevap ama psikolojik olarak hatalı. Bazı günler “24 saatin çok üzerindedir,” her dakikası bin bir duygu geçişiyle yaşanıyorsa.

İlk gece…

Dışarıda delicesine bir soğuk, sınırlı sayıda battaniye.

İki küçük oda, odalarda insan, yerde karton, kartonun üzerinde her bir insanın payına düşen cenin pozisyonunda kıvrılacak kadar alan.

Oyunu, oyuncağı, yatağı, yorganı, maması ve huzuru evde kalan ağlamaklı çocuklar.

Aklı kalbinden bedeni ruhundan ayrılmış şuurunu kaybetmek üzere olan yetişkinler.

Ömürlerinin sonbaharında ölüm kalımın böylesini hiç tefekkür etmemiş tecrübe yorgunu yaşlılar ve bunca insanı nasıl teskin edeceğini düşünüp elini taşın altına gönüllü koyanlar.

            Tablonun ortak fırça darbesi ise mahrumiyet.

            "Benim" diye sahiplendiğin hiçbir şeyin senin olmadığının idrakı. İyelik eklerinin istifası!

Evi yıkılan bir depremzede şöyle diyor: “Biz lüks içinde yaşıyormuşuz da haberimiz yokmuş. Bir çift çorap ne değerliymiş meğer!” Zira yalın ayak çıkmış sokağa.

Bütün gece beynimde yankılanıyor bu sözler. Elimde telefon, kulağımda kulaklık, internet yayınlarını takip ettikçe içine düşülen durumun vahametini iyice kavrıyorum. 

Karanlığın ve karmaşanın en derinindeyim. İzlediğim haberler karşısında yaşadığıma sevinemiyorum. Hatta benim de ölmem gerekiyormuş da hayatta kalarak kasıtlı bir günah işlemişim gibi utanıyorum kendimden. Nefes alışverişim değişiyor. Tıkanıyorum sanki. “Allah’ım bu nasıl bir felaket? Nasıl başa çıkacağız bununla?” derken kendime, bir ışık yanıyor zihnimde.

İnsanların başa çıkamadığı durumlarda refleks halindeki eylemi nedir? “Uyumak.” Uyumak, kabullenemediklerimden kaçış fırsatı sunan bir seçenek olarak göz kırpıyor bana. Takatim kalmıyor ne bedenimi ne de düşüncelerimi taşıyacak fakat uyuyamıyorum. Bir battaniyenin altında beş kişi uyuma denemeleri yapıyoruz sadece. Damarlarımızdan kan yerine bitkinlik akıyor. Lakin ortalama beş dakikada bir gelen şiddetli artçılar izin vermiyor dinlenmeye.

Her kafadan bir ses, tek soruya cevap bulmaya çalışıyor: Ne olacak şimdi?

Kimse bilmiyor. Beyin fırtınası çözemiyor sorunu.

Sabah ne yiyeceğiz?

Su kalmış mıydı içecek?

Evler ne durumda?

Yıllarca kredisi ödenen ömürde bir kez alınabilecek kadar pahalı dört duvar elden giderse ne yapılır?

Sorular, sorular…

Cümlesi ağır, cümlesi cevapsız sorular.

Bizim cephede durum böyleydi. Gün ışıdığında herkes kendince doğru olan yolu çizmeye çalıştı. Kimi orda kalmaya devam etti, kimi köyüne sığınmaya karar verdi, kimi de bizim gibi yollar açılır açılmaz afet bölgesinin dışına çıkmayı geçer yol buldu.

Nihayetinde…

Dağıldık, darmadağın olduk.

Sürgün edildik konforumuzdan. Kendimize gelemedik.

Kimi geri dönmeyi ve eski günlerine kavuşmayı umut etti giderken.

Kimi çaresiz terk etti yurdunu, ardında dönecek bir memleketi kalmadığını bilerek.

Bölgeden ayrılamayanlar aç açıkta, imdatlarının duyulması için haykırdı semaya.

Bu dünyadan göçüp gidenler oldu. Son yolculuklarında eşliksiz, kefensiz ve tek başlarına.

Göçüp gidenlerden isimsiz mezarlarda ebedi istirahate geçenler yahut başında bir Fâtiha okuyacak mezara kavuşamayanlar vardı.

Kaybolanlar oldu, hala akıbetinden haber alınamayanlar…

Bekleyenler oldu. Enkaz başlarında sevdiklerinin önce sağ salim sonrasında her haline razı bekleyenler. Beklemenin en acı hallerine tanıklık ettik.

Peki ya ardından?

Ülkede doğal bir seferberlik ilan edildi. Fiziki deprem ruhlardaki depremleri tetikledi.

Hepimiz kelime anlamı “en aşağı” olan dünyada kaybettiğimiz, unuttuğumuz yahut unutturulduğumuz kendimize uyandık.

Buraya ne için gelmiştik, neler yapmıştık?

Ne ummuştuk ne bulmuştuk?

Hesaplar bir bir görülmeye başladı.

Sanmayalım ki sarsıntılar sona erdi. Aslında tam manasıyla yeni başladık.

Hep beraber bencilliklerimizden soyunup insan makamına ulaşıncaya kadar devam edecek süreç.

Son Söz

6 Şubat gününden bu yana yaşadıklarımızı kalemim müsaade ettiğince anlatmaya çalıştım. Hepsi bu kadar mıydı? Tabii ki değildi. Anlatmadıklarım bundan sonraki “ben” ile mahşere kadar gidecek. Ara sıra yeni yazılarımın arasından başkaldıracak. Hatırlatacak kendini.

Artık tüm taşları yerinden oynamış yeni benden doğan duygu ve düşüncelerde buluşmak üzere.

Esen kalın.

Not: 8 Nisan’da Maraş’ta, 9 Nisan’da Hatay’daydım.

Bölgede ihtiyaçlar devam ediyor.

Bilginize.

 

 


Kaynakça

Kapak görseli yazara ait olup 9 Nisan 2023'te Hatay'da çekilmiştir.

26-04-2023
Konuk Düşünce Yazarları

Konuk Düşünce Yazarları

info@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com

Konuklardan Diğer Yazılar

Bu yazılar da ilginizi çekebilir