Biz Kazandık - Sümeyra Öztimur (Türkçe Öğretmeni)

Biz Kazandık - Sümeyra Öztimur (Türkçe Öğretmeni)

A+ A-

Ne zaman kadına dair bir şeyler yazmak istesem kalemle kâğıt bekler masada. Karar veremem kim olduğuma ve hangimizi yazacağıma. İçimdeki küçük kız çocuğu “Beni seç, tüm hazinelerin bende gizli…” diye tutturup çekiştirir kolumdan. “Sen ne biliyorsun ki!” der öfkeli kadın, hiddetle çıkışır ona. Diğer tarafım ise seçimlerimi sakince yapmam için yardım etmeye çabalar. O zaten hep bilgece yaklaşır olana olmayana; hiç ödün vermez, kimi zaman hazmetmekte zorlandığım doğrulardan.

Velhasıl dörde bölünürüz her seferinde, üç yetişkin kadın ve küçük bir kız çocuğu sahnededir. Hepsi söz hakkı ister ikna için. Fakat onlar kadar cesur değilim ben, korkarım yüzleşmeye. En yetkili merciiyim aslında, son noktayı koymak benim işimdir ama koyamam. Kararsızlıkla yol da alamam. İşte bu bitirir beni. Artık buna bir son vermeli. Daha fazla beklemesin kalemle kâğıt masada, kimim ben, haydi söyleyin…

 İlkin küçük kız çocuğu başlar anlatmaya:

“Hatırla beni ve benimle geçen günlerini! Sabahları neşeyle uyanırdık hani, yataktan umutla kalkıp hoplaya zıplaya lavaboya gider aynada ilk kendimize gülümserdik. Yeni günün heyecanıyla yeme içme gelmezdi aklımıza. Salonda kocaman bir vitrin vardı, vitrinin ortasında bir televizyon, televizyonun üstündeki açık dolapta bir teyp dururdu. Ona en sevdiğimiz kaseti takar, dans etmeye başlardık. Evde büyüklerden biri kalkıp kahvaltı hazırlayana dek bağıra çağıra şarkılar söylerdik. Ajda Pekkanlar mı dersin Yonca Evcimikler mi? Ne yoktu ki karışık kasetlerde? Müzik sesine uyanıp salonun kapısından halimizi gören annemiz ya da babamız olurdu yahut ikisi de. Onlar da katılırlardı coşkuya. Alkış tutmasalar da sevgiyle seyrederlerdi. İyi ki, derlerdi belki de içlerinden ya da öyle hissettirirlerdi. Evimiz her gün şenlik yeriydi.

Okula giderdik kahvaltıdan sonra. Söylenen her bir sözü merakla dinlerdik. Büyüyünce ne olacağımızla ilgili fikrimizi, duyduğumuz her yeni bilgiden sonra tekrar düşünür, değiştirirdik. Derslerde birbirimize kendimizi ispatlamaya çalışmak şöyle dursun bir matematik problemini çözemeyen sıra arkadaşımıza çözdürene kadar uğraşırdık. Tahtaya çıkma sıramızı bile keyifle bağışlardık birbirimize.

Oyunlar oynardık teneffüslerde. Kavgasız, gürültüsüz ve kimin kazanacağını hiç önemsemeden ama yüreğimizi, paylaşmanın tutkusuyla doğan eğlenceyle doldura doldura oynadığımız oyunlardı onlar. Sadece içimizden birisi düşüp dizleri kanadığında sakinlerdik. Adını telaffuz etmekte zorlandığımız kırmızı sıvıyı biraz pamukla sınıfın ecza dolabından kapıp koşardı birimiz ve o, yaranın üstüne ilacı basarken kalanlarımız acımasın diye üfleme görevini üstlenirdik.

Bir şeyi yapıp yapamayacağımızı hiç düşünmeden denerdik. Başardığımız da olurdu yanıldığımız da ama kendimize olan inancımız hiç değişmezdi. Başaramadıklarımızda tespit ettiğimiz eksikleri tamamlamaya, yanlışları düzeltmeye girişir, bir daha denerdik. Bir dahakine, olmadı bir dahaki sefere mutlaka kazanan olurduk. Hep birlikte halaya tutuşup kutlardık sonra, birimizin zaferi hepimizin olurdu.

Kaygı etmezdik gelecekten. Korkmazdık insanlardan. İnsanların kadını, erkeği; cümlesi dostumuz, cümlesi bu dünyada yoldaşımızdı. Farklı ailelerde yetişip aynı okul önlüğünde buluşurduk ve hem kendimize özgü renkleri muhafaza eder hem de birbirimize karışıp rengarenk gezerdik ortada. Yaşayıp gidiyorduk güzellikle. ‘Tek bir ağaç gibi hür ve bir orman gibi kardeşçesine.’

Derken aradan yıllar geçti. Ergenlik dedikleri bir döneme geldik. Çatışmalar başladı her şeyle. Önce ebeveynlerimiz değişti. Eskiden desteklediklerini yalanlamaya başladılar. Şaşırdık. “Olmaz, yapamazsın, beceremezsin, ayıp, günah” gibi önceleri hiç duymadığımız sözcükler dolandı dillerine. Hele diğer büyüklerle bir araya geldiklerinde iyice tanınmaz oldular. Bu kadarla kalsa iyi. Bir de birbirlerinden güç alarak bir çember oluşturdular etrafımızda ve ne yana kaçsak çıkamaz olduk kafesimizden. Paniğe kapıldık, ağladık, sızlandık. “Neden?” sorusuyla arş-ı alayı titrettik. Feryadımız kayıtsızlıkları karşısında çaresizliğe dönerken tek savunmaları ise şu oldu: ‘Sadece korumaya çalışıyoruz, büyüyünce anlarsın.’  Kabul etmedim bu savunmayı hiçbir zaman, ters giden her şeye karşı koymaya çalışsam da olmadı, olamadı.

Çok üzüldüm çok...  O uğultulu gürültüde oyunlarımız bitti. Dostlarımız dağıldı. Duygularımız kaldırılıp kilitlendi saklı dolaplara. Düşüncelerimizin ipleri çok bilmişlerin bileklerine dolanıp istedikleri yere doğru çekildi. Sesimiz kısıldı, kendimiz bile duyamaz olduk. Sormadan adım atamaz olduk. Bize zarar gelmeyecek tüm sınırları onlar belirlediler, onlara göre zararsız diğer eylemlerimizi de yine kendi kendilerine ayrıma tabi tuttular; gerekli ve gereksiz olmak üzere. Çember giderek kalabalıklaştı ve bizse içinde küçücük, önemsiz bir ayrıntı misali kalakaldık.”

Daha devam edecekti küçük kız ama öfkeli kadın susturdu onu keskin bir el işaretiyle. Sözü artık ona vermem için beni de tehdit etti gözleriyle inceden, küçük kızdan ben de gözlerimle aman dileyen bir müsaade istedim. Neyse ki o anlayışlı çıktı. Öfkeli yetişkin aldı sazı eline:

“Ne olmalıydı küçük kız? Sonsuza kadar küçük kalacak halimiz yoktu herhalde. Büyüdükçe tabii ki her şey değişecekti. Sen hiç dilediği gibi yaşayan bir kadın gördün mü bu hayatta? Ben görmedim. Örfümüz, adetimiz, geleneğimiz, göreneğimiz var bizim. Onlara uymak zorundayız. Annemizi de babamızı da utandırmamak, bizim en önemli evlatlık vazifemiz. Tabii ki onlar ve diğer büyüklerimiz karar verecekler bizim için en iyisinin ne olduğuna. Sen böyle çıkıntılık ettikçe düzen kuramayız. Kuramıyoruz da! Ne zaman yoluna koysam hayatı, karşımda seni buluyorum. Yapma artık bunu, yoruldum… Bazen seni, istemesem de haklı bulduğum olmuyor değil ama sana uyup yola çıktığım an beni koruyanlarla sessizce inşa ettiğim binalarım çöküyor, un ufak oluyor emeklerim. Suçlu oluyorum. Dışlanıyorum. İşimde, evimde, evliliğimde sorunlar çıkarmaktan başka bir işe yaramıyorsun. Sürekli beni dürtüp vazgeçmememi, dik durmamı, net olmamı ve engelleri bir şekilde aşabileceğimi söyleyip bana gaz veriyorsun. O gazla başlıyorum yeniden ve sonra yine sorunlar çığ gibi yıkılıyor üstüme. Bir de kalkışmanın bitiminde hesap vermesi var tabii. İnsanlar soruyor durup dururken düzenimi niye bozduğumu. Ağzımın tadını bizzat kendi elimle kaçırdığımı, beni sevenleri nasıl üzdüğümü yüzüme vurmayı da ihmal etmeden. Dayanamıyorum. Çıkma artık karşıma.”

Küçük kız atıldı: “Kal o halde böyle ama her gün ağlama ben nerede yanlış yapıyorum, neden mutsuzum diye.”

Öfkeli tarafım sustu. Ağlamaya başladı için için. Küçük kızı dinlememi salık veren sakin ve bilge tarafım gidip gözyaşlarını sildi ve kibarca benden söz istedi. Peki, dedim. Sıra sende.

“Sizi anlıyorum ve ayrıştığınız konuya bir ışık tutmak üzere görevli olduğumu biliyorum. Sesimi her gün duymazsınız, sizin gibi olamam ben. Çok konuşmayı sevmem, boş konuşmaktansa imtina ederim. Bolca okur, çokça düşünür, gerektiği kadar sorgularım. Ustaların bilgi ve deneyimlerine çeviririm yüzümü. Sonra onları alır kendi yaşantılarımla birleştiririm. Özenle özüme katar, karar; öyle hareket ederim. Dışarıyla içerinin harmanı doğruya ulaştırır beni. Şimdi dinleyin bakalım, heybemde sizin için benim adıma konuşacak biri var. Kimdir söyleyeyim. Bell Hooks’tur adı. Fazlaca kafa yormuşluğu vardır hem kadının hem erkeğin derdine, bir kulak verelim, bakalım neler diyecek bize: ‘Sonsuza kadar kız çocuğu olarak kalmak istiyorduk. Kız çocuğu olarak gücümüzün varlığını hissediyorduk. Güçlü ve amansızdık, kendimizden emindik. Genç kadınlığın sularına adım atar atmaz bir şekilde güçten düşüyorduk. Günümüzde kız çocukluğuna dair etkileyici araştırmalar yapılıyor. Bu araştırmalar genç kızların, genel kabul gören kadınlık anlayışlarına uymaya teşvik eden yıkıcı cinsiyetçi mesajlar almaya başlayana kadar genelde kendilerini güçlü, cesur ve oldukça yaratıcı hissettiklerini onaylıyor. Uyum sağlamaları için güçlerinden vazgeçmeleri gerekiyor.’

Sen, öfkeli kadın; suçlu değilsin ama haklı da sayılmazsın. Evet, zorlayıcı bir yetişkin yığınıyla karşı karşıya geldin. Kızdın olmadı, küstün olmadı ve nihayetinde uyum sağlamak için vazgeçtin kendinden ve yeteneklerinden. Bir tercih yaptın sadece fakat günün sonunda ne seçtiğinle mutabık oldun ne de reddettiğine güç yetirebildin.

Sen, küçük kız çocuğu; haklıydın. Hep hatırlattın kendini, mücadele ettin. Kimi zaman kazanır gibi oldun ama çoğunlukla çabuk terk edildin.

Sen, karar mercii, diğerleri gibi ben de döktüm içimi. Son söz senindir, biz bitkin düştük bir hayli.”

Haklıydı. Ben de öfkeli de küçük de durulduk, bilgenin sözlerinin ardından. Bir lahza tüm dikkatler bana çevrildi. Sonucu açıklama zamanıydı. Ayağa kalktım. Öfkelinin yanına gittim ilkin. Onu sevgiyle sarıp sarmaladım. İtirazsız katıldı eylemime. Sonra bilgeyi alnından öptüm ve saygıyla eğildim önünde, tüm mütevazılığıyla beni tekrar ayağa dikip sarıldı bana: “Yanındayım her daim, korkma.”   Küçük kız çocuğu ise yerinde duramıyordu. Yanına vardığımda dizlerimi kırıp çömelerek göz hizasına getirdim kendimi. Sıcacık bir tebessümle bakışırken usulca kulağına eğilip fısıldadım: “Sen kazandın.” O ise kulağını kulağımdan uzaklaştırıp hepimize bir nazar eyleyip haykırdı semaya: “Biz kazandık!”

 

 


Kaynakça

Kapak görseli yazara aittir.

23-07-2023
Konuk Düşünce Yazarları

Konuk Düşünce Yazarları

info@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com

Konuklardan Diğer Yazılar

Bu yazılar da ilginizi çekebilir