Biricik Istırap - Kübra Kuruhalilo Karaca (Serbest Öğretim Görevlisi / Öğretmen)

Biricik Istırap - Kübra Kuruhalilo Karaca (Serbest Öğretim Görevlisi / Öğretmen)

A+ A-

Dostoyevski, Yeraltından Notları’nda der ki: “Manevî varlığımızın biricik kaynağı ıstırap değil midir?”  Şüphesiz ıstıraptır. Misal, bebeklerin çoğu doğarken ağlar. Peki niçin? Çünkü ciğerleri gerçek bir oksijenle tanışır. Tabii bebeğin ağlamasında doktorun, bebeği ayaklarından tutup poposuna vurmasının etkisi göz ardı edilemez. Lakin işin tuhaf yanı şudur ki yeni bir hayatın ilk saniyesinde bebeğin nefes alıp almadığı poposuna bir şaplak atılarak teyit edilir. Hiçbirimiz doğarkenki ânımızı hatırlamayız fakat bizim doğumumuza şahit olanlar için hayatın ilk saniyesinde önemli bir ders vardır: Ağlamak, nefes almaktır.  

İnsanoğlu ağlayarak başladığı hayatına ağlayarak devam eder. Ne derece, nasıl, ne kadar, niçin ağladığı hayatındaki deneyimlerine göre şekillenir ve anlam kazanır. Kimimiz timsah gözyaşları dökeriz, kimimiz inci taneleri. Hatta taş ağlayanlarımız bile vardır. Yalnız acılarımızı ifade etmek için değil, büyük mutluluklarımızı anlatmak için de yaşlara boğuluruz. Ağladığımız her mesele şahsi hayatlarımızdaki değişimi ve gelişimi de göstermektedir. Aslında ağlamak, hayattaki terazimizdir. Hayatla dansımız çoğu zaman ağlamalarımızda tezahür eder. Kimsesiz iken bazen en yakınımız, yüzümüzde hissettiğimiz yaşlardır. Çok gözyaşı dökmenin hayatla iyi dans edemediğimizi gösterdiği gibi hiç gözyaşı dökmemenin de aynı sonucu taşıdığı su götürmez bir gerçektir. Her iki durum da gerçekle örtüşmediğimizi gösterir. 

Peki gözyaşları tükenen ağlamıyor mudur sizce?  Ağlamanın şahidi sadece gözyaşları mıdır?  Çaresiz bir derdin sessiz bir kabullenişinden doğar, için için ağlamak. İçimize düşen her yaş, Sisifos'un başka bir evrende altında kaldığı taştır. İçindeki Sisifos'u öldürenler, umudunu kaybedenlerdir. Umudunu kaybedenlerin gözlerinden yaş akmaz. Çünkü bilinir ki o yaşın yeşerteceği hiçbir şey kalmamıştır artık. İşte tam bu aşamada ıstıraba gebe kalır, insanoğlu. Ruhumuz yumruklar, bedenimizden bir duvarı. İnsan kendini aramaya ıstırapla başlar. Bir başka deyişle insan, Platon’un mağarasından çıkmıştır artık. Bu, ruhun ve zihnin görkemli bir ıstırabıdır. 

Istırabın tahakkümü altında kalan ruh ve zihin, varoluş sancılarıyla baştan şekillendirir yaşamı. Tanrının yaratma kudretinden bir parça düşmüştür ruhumuza; işte o, içimizde açacak bir çiçeğin tohumudur. Ağrının, ıstırabın çiçeği olur mu?  Elbet olur. Kimimiz Edvard Munch’un The Flower of Pain adlı tablosu gibiyizdir. Yaralarımızdan çiçek açtığımızda maddi varlığımızın ağırlığından kurtuluruz. Manevî varlığımız, âlemi baştan tasavvur eder. Tanpınar’ın deyimiyle “Kökü bende bir sarmaşık / Olmuş bir dünya sezmekteyim / Mavi, masmavi bir ışık / Ortasında yüzmekteyim.”

Acı gülüşlerimizin, çiçeklerimizin ab-ı hayatı olması dileğiyle…

 

Kübra KURUHALİLO KARACA

 

 

23-03-2023
Konuk Düşünce Yazarları

Konuk Düşünce Yazarları

info@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com

Konuklardan Diğer Yazılar

Bu yazılar da ilginizi çekebilir