Kırklar Dağı
Dert öyledir ki, girdi mi içe, çıkmaz.
Ne fakir dinler ne para.
Halden anlamaz, yalvarmak işe yaramaz.
Böyle bir derde düşmüş Süryani aile.
Karun kadar zenginlermiş oysa.
Ama varlığın çözüm sağlamadığı bir iş varmış başlarında.
Dert öyleymiş ki, ağlarmış kadın nerde bebek görse.
Anladınız halden elbet.
Çocukları olmuyormuş.
Dua ediyorlarmış, yardım götürüyorlarmış ele güne.
Kilisede yatıp kalkıyorlarmış yerlere kapana kapana.
Diyarbakır’ da çalınmadık kapı bırakmamış evlat hasreti ile yanıp tutuşan kadın ile adam.
Yok ki yok!
Dağlar ile çevrilidir Diyarbakır.
Kırklar Dağıdır biri.
Adaklar adanır orada.
Kutsaldır.
Adı üstünde.
Ziyarettir.
Kırklardan gelmiştir.
‘‘Gel Efendi’’.
‘‘Gidelim oraya. Dileyelim dileğimizi.’’
Müslümanların dilek dilediği yerdir orası ama başka yol da görünmezmiş ufukta.
Din farklıdır ama olsun.
Kırk gün kurban kesmişler Kırklar Dağında.
Dualar etmişler.
Bir mucize gelmiş arkasından.
Kadının bebeği olacakmış.
Abraham ve Maryam sevinçten havalara uçmuş.
Hediyeler dağıtılmış, etler ile beslenmiş çevredekiler.
Suzi doğmuş.
Suzan demişler adına ama, kolaymış Suzi demek.
Öyle çağırmışlar çocuğu.
Gel zaman git zaman güzeller güzeli genç bir kız olmuş Suzan.
Arkası gelecek ya, gecikmemiş aşk.
Adil varmış komşunun oğlu.
Müslüman bir aile imiş onlar, bizimkiler ise Süryani.
Olsun, dinler mi iki aşk ayrı gayrı?
Uzaktan uzağa seviyorlarmış birbirlerini.
Gel zaman git zaman Suzan’ ın annesi de iyice yaşlanmaya başlamış.
Bir adeti varmış kadının.
Kırklar Dağına borçlu hissedermiş.
Kurban kestirirmiş orada belli zamanlarda.
Artık gidemez olduğundan, kızını göndermiş dağa kurbanın başında dursun diye.
Tek değilmiş elbet.
Hizmetçiler de varmış.
Etler bölüştürülecek, iş var.
Fırsat bu fırsat.
Dağın öte yanında buluşuvermiş Adil ile Suzi.
Ateş ile barut misali.
Pamuk ile çakmak gibi.
Olan olmuş kız dönmüş kurban yerine.
O gün, akşam olmuş da akşamların arkasından gün aymaz olmuş.
Bir haller olmuş Suzan’ a
Kendi kendine konuşmaya başlamış.
Geçer sanmışlar ama geçmek bir yana dursun, gün doğdukça delirmiş Suzi.
Ağzından dökülürmüş ürkütücü kelimeler.
‘‘Kırklar beni çağırıyor.’’
‘‘Dicle bana el sallıyor, balıklar bana göz kırpıyor.’’
Ne olmuş Suzi’ ye kimse anlamamış.
Boynunda haç kolye.
Atıvermiş kendini Dicle’ ye.
On Gözlü Köprü şahit olmuş bu acı dolu intihara.
Yutmaz mı Dicle?
Boğmaz mı?
Kim baş eder o azgın suyla?
Öyle bir güç de yok zaten zavallı kızda.
Kimler çıktı ki Suzan çıksın çağlayan soğuk sudan?
Kolye kalmış kumda.
Yer gök inlemiş bu acı ile.
Kendini parçalamış anası babası.
Kolay mı evlat acısı?
Adil delirecek gibi olmuş acıdan.
‘‘Kırklar bizi çarptı, o gün olan oldu, Kırklar kızdı.’’ demiş, durmuş.
Kutsal yer, tövbe!
Aile ayrı perişan, Adil ayrı.
Kırklar Dağında yasa çekilmiş genç oğlan.
Orda delirmiş.
Diyarbakır’ dan bir Suzan geçmiş.
Geçmiş de gitmiş.
Kırklar dağının düzü,
Karanlık bastı bizi,
Kör olasın Suzan Suzi,
Ziyaret çarptı bizi.