Adalet Terazisinde Yetersizliğin Yetiye Dönüşümü - Beyza Nur Kuru  (Sosyolog)

Adalet Terazisinde Yetersizliğin Yetiye Dönüşümü - Beyza Nur Kuru (Sosyolog)

A+ A-

Hayat, mücadelelerimiz için hazırlanmış birçok parkurdan ibaret. Bu parkurlar kimi için zorlu olurken kimi için ise yalnızca çocuk oyuncağı. Nasıl ki isteklerimiz zamanla değişkenlik gösterebiliyorsa yarışacağımız parkurların da zorluk dereceleri kişilerin beklentilerine göre değişkenlik gösterebiliyor. Bizler hedeflerimizi belirlerken karşılaşabileceğimiz zorlukların genellikle bilincindeyiz bu yüzden beklentimiz en fazla eşit ve adil bir kulvarda yarışılması yönünde oluyor.

Eşitlik ve adillik arasında çok keskin ancak kimi zaman ayırt edilmesi güç olabilen bir çizgi var. Örneğin; bir atı, çitayı, tavşanı ve bir kaplumbağayı koşu yarışına sokacak olduğumuzda tüm yarışmacıların yarışa aynı çizgiden başlamaları yarışın eşitliğini simgelerken her bir yarışmacının özelliklerine bakıldığında bu yarış sizce adil midir? Bu durumda bir çitaya çocuk oyuncağı gibi görünen yarışın kaplumbağa için de çocuk oyuncağı olması beklenilir bir şey mi? Hiç kimsenin kazananı önceden belirlenmiş bir yarışa girmeyi isteyeceğini sanmam. İşte bu yüzden yarışabilme gücünü kendimizde hissedebilmek için yarışın eşit ve adil yürütüleceğine dair bizlere bir güven verilmesini isteriz.

Ne için bu yarışımız?

Bir yarış atına neden yarıştığını sorsak sanırım cevabı “koş” denildiği için veya koşmadığında cezalandırılacağını düşündüğü için olurdu. Peki, bizlerin yarışımızın amacı kamçılanmış bir ata verilen “koş” komutu gibi bilinçaltımızın aldığı bir komuttan ötürü mü? Yarışa katılmamızın düzenin bir gereksinimi olduğunu düşündüğünüz için mi? Koşturmacalar, bağırışlar, çırpınışlar… Hepsinin bir sebebi olmalı. Kendi adıma düşünüyorum da bu yaşıma kadar kendi isteklerimden ziyade başkalarının benden beklentileri ve bana yakıştırdıkları kalıplar doğrultusunda olmuş bütün koşuşlarım. Elbette ki vardığım ve zaferle sonuçlanan koşuşlarım oldu fakat hiç biri bir şeylerin eksik olduğu hissini içimden atmaya yetmedi. Çünkü istediğim yerde değil olmamı istedikleri yerdeydim. Kendi hayallerimden ve isteklerimden bahsettiğimde ya imkansız denilir kolayını seçmem söylenirdi ya da isteklerim onların benden beklediği karları karşılamazdı. Benim bu düzene karşı ilk isyanım benden istedikleri şeyleri başardığım gün “bunu yapmak istemiyorum” diyerek geri çekilmemle başladı. Anlamalarını istediğim şey başaramayacak olmam değil, başarsam dahi isteğimin bu yönde olmadığıydı. Bazen gerektiği yerde geri çekilmek bile ileriye atılan binlerce adıma denk sayılabiliyor. Sizin yarışlarınız ne için bilmiyorum ama umarım istediğiniz şeyler içindir. Yoksa parkur engelsiz dahi olsa engelleri bizler koymaya başlıyoruz. Ayak uydurmak zorunda olduğumuz düzen bizler için bir yaşam alanı olmaktan ziyade ızdıraplı hikayelere dönüşüveriyor. Yediğimiz, içtiğimiz şeyler tatsız, gezip eğlendiğimiz yerler ise birer kaçış çabası… Ancak koşuşumuz istediğimiz şeylere ise engeller hayatımıza heyecan getiren macera oyunlarına dönüşüveriyor. İşte gerçek başarının hazzı tadını almak isteyenler için tam da burada.

 Hepimiz bu yarışa katılmalı mıyız?

Dünyaya insanlığın ilk adımlarının atıldığı dönemlere baktığımızda ihtiyaç duyulan öncelikli şeyler sanırım yiyecek ve barınma alanlarıydı. O dönemlerde insanlar yiyecek ihtiyaçlarını karşılayabilmek için avcılık ve toplayıcılığa, barınma ihtiyaçları için ise mağaralara sığınırlardı. Kaynakların sınırlılığı diğer insanlar arasında belli başlı mücadelelere sebebiyet verebiliyordu. İnsanların ihtiyaçları tarihsel süreç içerisinde değişkenlik gösterse de konumuz bağlamında baktığımızda aslında koşuş dediğimiz şeyin, insanların kendilerini koruma ve hayatta kalma içgüdülerinin gereksinimlerinden doğduğunu söylemek mümkün. Görünen o ki bu doğum aynı zamanda hala süre gelen yarışı da beraberinde getirdi. Dolayısıyla bizler bilinçaltımızda yer edinmiş olan yarış güdüsünün birer kurbanları olabiliriz (?) Günümüze baktığımızda yiyecek ve barınma ihtiyaçlarını karşılamanın yanı sıra hırsların yarattığı birbirinden farklı yarış alanlarının da olduğunu görebiliyoruz. Bu alanların kimine katılım mecburiyken kimine katılım mecburi değildir. Örneğin kendi yiyeceğini üretemeyen insan, bu yiyeceklerin teminini sağlamak için ekonomik güce; bu gücü elinde barındırabilmesi için ise bir işe ihtiyaç duyar. Yalnızca 1 çalışan alacak firmanın ve bu firmadaki işe ihtiyacı olan 10 kişinin bulunduğunu varsayarsak, söz konusu kişiler arasında tercih edilme şartlarını karşılamak için rekabet yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Bu yarış örnekte olduğu gibi karnını doyurabilmek için başka şansı olmayan insanların katıldığı mecburi bir yarıştır. Ancak rahatlıkla girebilecekleri birçok iş seçeneği olan ve yiyecek ihtiyacını karşılayabilen bir kişinin mücadele gerektiren alanlarda çalışmak istemesi onun kendi isteğine bağlıdır. Bu durumda yazımın başında sizlere yöneltmiş olduğum soruyu hatırlayalım: Bir çitaya çocuk oyuncağı gibi görünen yarışın kaplumbağa için de çocuk oyuncağı olması beklenilir bir şey mi?

Çocukken, çitanın istediği şeyleri kaplumbağa isteyemez mi diye düşünür dururdum. Kaplumbağa belki de daha hızlı koşmak isterken çita zaten hızıyla ön plana çıkan bir canlı. Bu durumda çitanın da istekleri farklılık gösterecektir. Hayatın kanunu mu dersiniz yoksa kader mi bilmiyorum fakat hemen hemen her canlı arasında bir ayrım olduğu ortada. Bu ayrımı kabullenebilirsek şayet, sahip olduğumuz özelliklerimizi yetersizlik olarak görmekten ziyade yetilerimiz olarak değerlendirerek bu yetiler doğrultusunda ortaya güzel işler çıkarmak da mümkün. Örneklerimizde sıkça değindiğimiz ve zayıf gördüğümüz kaplumbağa gerçekten de zayıf mı? Bence o yalnızca çitanın koşu özelliği gibi kendinde olmayan özellikler ile karşılaştırıldıkça zayıf gözüken, aslında kendi türündeki canlılar arasında büyük önem arz eden bir canlıdır. Örneğin kaplumbağalar bir çitaya nazaran açlığa daha dayanıklı canlılardır. Bir çitanın bulması ve sığınması gereken alanlar gerekebilirken kaplumbağalara yaratılışlarında hali hazırda bir ev bahşedilmiştir. Ayrıca uzun ömürlü olmaları neredeyse birkaç nesil hayatta kalma şansını doğurmuştur. Dolayısıyla yeryüzündeki en eski canlılar olduğu bilinir. Bu durumda eğer bir çita ve kaplumbağa arasında, daha uzun süre hayatta kalma veya daha uzun süre aç kalabilme yarışları yapılıyor olsaydı kazanan kim olurdu?

Yarışlara katılıp engellere takılmak veya onlardan kurtulmayı başarmak kişinin kendi elindedir. Ta ki başkalarının yarattığı kural dışı engellerle karşılaşana kadar… Çünkü bu noktada başarmak, yerini yalnızca başarma istemine bırakabiliyor. Zannımca işin en can yakıcı kısmı da burası… Aynı kulvarlarda olan iki çitanın birbiriyle yarış içerisine girmesi bizlere eşitliklerle dolu bir yarış sergiler. Burada kaybeden çita muhtemelen kendi eksikliklerinden ya da benzeri sebeplerden ötürü kaybetmiş olacaktır. Ancak izlediğimiz yarışta A çitasının kazanan olması için B çitasının önüne gereğinden fazla engel konuluyorsa eşitlik yetmez adillikte bekleriz. Bir ihtimal B çitası için konulan engellere yanlışlıkla A çitası takılmış olsun. Kazananımız B çitası. Peki, bu durumda “Kaplumbağa ve Tavşan” masalında olduğu gibi kaplumbağanın kazanan olması için tavşanın uyuyakalması mı beklenmeli?  Hayatımızın çoğu bu tür yarışlarla geçiyor. Bu yarışların adil olmadığına inanmak demek bir nevi mücadelelerin anlamını kaybetmesi demek. Bu güne kadar herkes eşit ve adil kulvarlarda mı yarıştı bilemem ama umarım eşit ve adillikle yönetilen yarışların düzenleyicileri olabiliriz. Bahsettiğim şey yalnızca güç elde ederek yarış düzenlenmesi değil. İşin temelinde küçüğünden büyüğüne herkese eşitlik ve adillik bilincini aşılamayı başarabilmek yatıyor. Bu sayede parkur hazırlayan kişiler olunamasa bile belki de eşit ve adil parkurları hazırlatan zihinler olunması mümkün olabilecek...

06-12-2022
Konuk Düşünce Yazarları

Konuk Düşünce Yazarları

info@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com

Konuklardan Diğer Yazılar

Bu yazılar da ilginizi çekebilir