İçimizdeki Çocuğa İhtiyacı Olan Biri Var! - Beyza Nur Kuru  (Sosyolog)

İçimizdeki Çocuğa İhtiyacı Olan Biri Var! - Beyza Nur Kuru (Sosyolog)

A+ A-

Nedir çocuk?

Bir an önce büyüyüp işlerinize yardım etmesini beklediğiniz birer işçi mi? Üzerinde kurduğunuz hayalleri yerine getirmesi için eğittiğiniz öğrencileriniz mi? Veyahut çevrenize karşı böbürlenmek için kullanabileceğiniz birer araç mı? Hayır, çocuk yalnızca çocuktur. Yazımın sonunda bunun sizler içinde böyle olacağını umuyorum.

Elbette ki hepimiz çocuk olduk. Pekala önemli olan bir çocukluk yaşamak mı yoksa o çocuğu yaşatmayı başarabilmek midir?

Geçip giden zaman ve iniş-çıkışlarla dolu hayat, bir yandan bizlere yeni şeyler katarken bir yandan da bizlerden bir şeyler götürmektedir. Çocukken ilgi duyduğumuz alanlar belki de şimdilerde birçoğumuzu mutlu etmiyordur. Hala aynı duyguları hissedebilenlere ne mutlu... Hayatın koşturmacasına kendimizi kaptırdığımız için söz konusu hisleri yaşatmak zor olabilir fakat birer yetişkin veya ebeveyn olduğumuzda toplumsal deyişle ‘hayırlı bir evlat’ yetiştirmek istediğimizde bu ruha ihtiyacımız olacağı aşikar. Hep çocuk kalmak değil de içimizdeki çocuğu kalbimizin bir köşesinde yaşatabilmek büyük meziyet. Belli mi olur, belki de gün gelecek yaşatılan o çocuk, hem yetişkinlerin hem de bir başka çocuğun ihtiyacı haline gelecek. Bir bakıma, çocuk sahibi olmayı düşünen veya çocuk yetiştiren bireyler aynı zamanda bu çocuklara hayat deneyiminde eşlik edebilecek hali hazırda bir arkadaş sunabilme imkanına sahip olabilecekler.

     -  “Peki nasıl yaşatılır içimizdeki bu çocuk?” denilecek olursa bende sorarım: “Neden yaşamıyor bu çocuk?”

İnsanın kendi varlığı son bulmadan onunla hayat bulan bir parçası nasıl son bulur? Demem o ki parçasına son verebilme gücü yalnızca kişinin kendi iradesine bağlıdır ve ancak isteği doğrultusunda bu parçalardan herhangi birine son verebilir. Tıpkı içinde yaşatmadığı veya yaşatamadığı bu çocuk gibi… Bir psikoloğun sıkça karşılaşılan cümlelerinden biridir “Çocukluğunuza inelim” cümlesi. Yani sorunun temeline, en başına inmek… Bu sözü, yaşamakta güçlük çeken çocukluğumuza da uygulayacak olursak öncelikle ona kulak verip sorunlarını gidermemiz gerekir. Sorgusuz, sualsiz, yalnızca anın tadını çıkarmak isteyen o çocuğa ne oldu? Ne istiyordu? Neler onu mutlu ediyordu?

Çocukluklarımızı aç bir insan üzerinden ele alacak olursak; bu kişiler istediği yemeği istediği anda yiyemedikleri için agresif tavırlar sergileyebilirler. Hatta bir müddet sonra ne yemek istediklerine kendileri bile karar veremez, yalnızca karnını doyurabileceği bir şeyler yemek isterler. Israrla hala yiyecek bulamadıkları taktirde ise daha da agresifleşir, halsizleşir ve enerjilerini kaybederler. Artık istedikleri şey haz alabilecekleri değil hayatta kalmalarını sağlayabilecek yiyeceklerdir. İçimizdeki çocukta da bu böyledir. Evet, belki karnını herhangi bir şekilde doyurabiliriz fakat bu ona mutluluk veya haz vermek yerine sıradan bir hayat vermek demektir. Ancak içimizdeki çocuğun hangi şartlarda ne istediğini veya neleri sevdiğini bilerek; bugün aynı duygularla bu sevdiği şeyleri yapabilmesi için ona fırsat yaratmamız, aynı zamanda aç kalmış olan çocukluğumuzu da hazla beslememiz anlamına gelir. Sorunlarının giderilmesiyle birlikte bir yandan onun açlığı ortadan kaldırılırken bir yandan da çocukken olduğu gibi anı yaşama güdüsüne yeniden erişebilmenin kapısı da aralanmış olur. Şayet başarılı olunursa diğer çocukları anlamanın çok da zor olmayacağını söylemek mümkün. Çünkü bir çocuğu anlama yolundaki ilk adım, öncelikle kendi çocukluğumuzu anlamakla atılabilir. Bir yandan tüm bunları yaparken öte yandan da birer yetişkin olduğumuz gerçeğini hatırlatmak isterim. Çünkü amaç her durumda çocuk gibi davranılması değil, o çocuğu doğru yer ve zamanda özgür bırakabilecek güce erişilmesidir.

Nasıl ki her bireyin ilgi ve ihtiyaçları birbirinden farklı ise çocukların da ilgi ve ihtiyaçları birbirinden farklılık gösterir. Kendi çocukluk zamanlarımızın şartları ve imkanlarını, günümüz şartları ve imkanlarıyla karşılaştırdığımızda belki de anlamını yitiren hislerimiz olacak.  Bu sebeple eğer bugünün bir çocuğu olsaydık aynı şeylerden zevk alıp almayacağımız tartışmaya açık bir hale gelir. Değerli okuyucular! Görünen o ki, zamanın ilerleyişi nasıl ki bir saat aracılığıyla nesnelleştiriliyorsa, saatin her ilerleyişinde şartların da değişebileceği gerçeğini zihinlerimizde nesnelleştirmemiz gerekiyor. Evet, birçoğumuzun zamanında işler farklıydı ancak şu da bir gerçek ki, gün geçtikçe her şey daha da farklılaşıyor. Bu hususta yapılabilecek en doğru hamle yeniliklere açık olmayı içselleştirebilmemiz olur. Her birimiz çocukluk evresinden geçtik. Bu sebeple çocukların neleri sevebileceği ve nelerden zevk alabileceği konusunda aslında hafızamızda yatan belli başlı deneyimlere sahibiz. Bu deneyimleri gün yüzüne çıkartarak herhangi bir çocuğun bizlerden neler beklediğini az çok anlayabiliriz. Pekala, bu noktadan sonra amacımız; çocuklara kendi çocukluğunuzun doğrularını dayatmak mı yoksa onların çocukluk ihtiyaçlarını anlamaya çalışmak mı olacak? Bu ikisi arasındaki çizgiye dikkat etsek iyi olur. Mesleki serüvenimde birçok çocuğun bu tarz sorunlarla karşılaştığına şahitlik ettim. Aileler ve yakın çevre, kabul ettikleri doğrular çerçevesinde çocuğa karşı beklenti içerisindeydi. Bir süre sonra aileler çocuklarının özgüven eksikliği yaşadığından ve arkadaş edinmekte güçlük çektiklerinden yakınıyorlardı. Tabii ki sorumlusu kendileri de değil, çevreleriydi. Evet, doğru. Ancak eksik bir yargıydı bu. Her ne kadar çevresel faktörler çocukların gelişiminde etkili olsa da aynı doğrultuda aile de çocukların davranışlarının şekillenmesinde oldukça önemli bir faktördür. ‘Ama hocam’ diyor veli ve devam ediyor ‘biz de çocukluğumuzda ailemiz ne yedirirse onu yer, ne giydirirse onu giyerdik ama biz çocuğumuzun davrandığı gibi davranmadık...’ İşte sorun tam olarak burada başlıyor. Ebeveynler ellerinden geleni fazlasıyla yaptığını, çocuklarının ise ‘nankör’ olduğunu düşünüyorlardı. E soruyorum size bu çocuklar neden özgüvensiz? Onların en çok güvenebileceği arkadaşları bir türlü çocuğun halinden memnun olmuyor ve onu kendi istedikleri kalıba koymaya çalışıyor. Kendi çocuklukları ile iletişim kurdukları çocuk arasında sıkıntılı bir ilişki var. En yakın arkadaşına olan güvenini kaybetmiş bir çocuk kendine veya başkalarına güvenmekte elbette güçlük çekecek. Şimdi bu olaya farklı bir gözle bakalım. Çocuğumuzun çevresinde çok sevdiği ve o kadar da güvendiği bir arkadaşı var. İkisi de oyun oynamak istiyor ancak arkadaşı yalnızca kendi istediği oyunu oynamakta oldukça ısrarcı. Üstelik kurallarını da kendi belirliyor, bizlerin deyimiyle sürekli olarak da ‘mızıkçılık’ yapıyor. Çocuk, hem en yakın arkadaşını kaybetmemek hem de diğer arkadaşları tarafından dışlanmamak adına istemeyerek de olsa bu durumu kabulleniyor. Bu sebeple kendi isteklerini bastırıp karşı taraf ne isterse o yönde hareketler sergiliyor. Biraz empati yaparak okuduğumuz bu cümlelerden bile rahatsız edici hislere kapılmışken aynı kötülüğü en yakın arkadaşımıza yapmak istemeyiz elbette. Demem o ki, çocuklarımızdan bizler gibi davranmasını beklemeyip onlarla daha sağlıklı ilişkiler kurabiliriz. Zamanın hızına yetişerek onları anlamaya çalışmamız ise kurduğumuz bu ilişkinin tadı tuzu olacaktır. Çocukların kaderini bir noktaya varıncaya kadar çizen bizleriz doğru ancak bir noktadan sonra kaderlerini şekillendirmeye çalışan bizler yerine kendileri olsa belki de daha sağlıklı bir hayat deneyimine erişecekler. Bilemeyiz…

 

10-11-2022
Konuk Düşünce Yazarları

Konuk Düşünce Yazarları

info@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com

Konuklardan Diğer Yazılar

Bu yazılar da ilginizi çekebilir