Fransız Postası: Bir Metodun Sonu - Botan Orak (Sinema ve Televizyon)

Fransız Postası: Bir Metodun Sonu - Botan Orak (Sinema ve Televizyon)

A+ A-

Wes Anderson, son filmi The French Dispatch ile yönetmenlik kariyerinin dördüncü onyılına giriş yaptı. The Grand Budapest Hotel ve Moonrise Kingdom gibi kendine has filmlere imza atan yönetmen, pandemi sebebiyle bir yıl ertelenen filmini sonunda bizimle buluşturmayı başardı. The French Dispatch, sahibinin ölümüyle beraber son sayısını çıkartan derginin hikayelerine odaklanan kurmaca senaryoya sahip bir film. Wes Anderson yapıtlarında görmeye aşina olduğumuz birçok yıldız oyuncuya yer veren film, fragmanı ile birçok sevenini heyecanlandırmıştı.

Ennui-sur-Blasé adındaki kurgusal şehrin hikayelerine odaklanan yapım, Wes Anderson’ın Fransa’ya olan tutkusunu ve bağlılığını New Yorker-vari bir bültenin temeline oturtarak hayat buluyor. Yazarların hikayelerini izlediğimiz The French Dispatch, etkileyici gözüken üç ana öykünün etrafında şekilleniyor. Eserlerini aşık olduğu gardiyanından ilhamla çizen bir ressam, 1968 Fransız öğrenci hareketini anımsatan bir atmosferin ışığında sıra dışı bir aşk ve baş komiserin dillere destan aşçısının baharatıyla harmanlanan bir suç hikayesi...

The French Dispatch, yönetmenin alametifarikalarını bir bir sergilediği bir yapım olmuş. Saniyeler içerisinde simetrik sahnelerine, dikey ve yatay kamera hareketlerine; elinden düşürmediği pastel tonlu renk paletine ve soğuk-sivri komedi unsurlarına teslim oluyorsunuz. Bu açıdan bakıldığında film, izleyiciyi direkt dünyasına hapseden bir yapıya bürünüyor. Bu atmosfer, Wes Anderson açısından birçok kez kendini tekrarlayıp başarılı sonuçlar aldığı bir metot. Fakat başarısı kanıtlanmış bu metodun pelerini artık Wes Anderson’ı korumuyor olabilir.

Yönetmenin renkli ve ışıltılı sahnesinde birçok kez gördüğümüz oyuncuların neredeyse hiçbiri akılda kalıcı bir performans sergilemiyor. Adrien Brody, Bill Murray, Benicio Del Toro ve Tilda Swinton gibi köklü yıldızlar, çok kısa performansları ile tadı damakta bırakırken filmin sığ duruşuna etkileyici bir bakış getiremiyorlar. Timothée Chalamet ve – özellikle - Léa Seydoux ise saydığım oyuncuların aksine kendilerine verilen kısa süreyi dolduran performanslar sunuyor. Yine de filmin geneline yayılan etkileyici ama derinleşmeyen hikaye kurgusu, beyaz perdenin tamamına sirayet ediyor. Bu durum ise yazarların aktardığı hikayeler ile gerçekliğe dönüş arasında kopuşlara yol açıyor.

Wes Anderson sinemasında kompozisyonların aşırı düzenliliği ve etrafında işlenen durumun karmaşası ilgi çekici bir paradokstur. Bu filmde de bu hissi oldukça fazla sindiriyoruz. Taban tabana zıt bu iki durumu tatmin edici bir şekilde beslemeyi başaran yönetmen, The French Dispatch’te de aynı metoda sadık kalıyor. Karakterlerin abartılı ve tuhaf ifadeleri, sıra dışı aşklar, teknik çizim sahneler ve masalsı anlatım bu metodun önemli yardımcı unsurları arasında Wes Anderson’a eşlik ediyor. Fakat daha önceki uzun metrajlardan ilhamla beslediği karakteristik duruş, bu filme derinlikten ziyade sığlık katıyor. Basılı yayına mercek tutmak isteyen eser, dikkat çekmeye çalıştığı duyguyu kendi içinde de özümseyemiyor.

Bahsettiğim bütün olumsuz taraflarına rağmen; Wes Anderson’ı Wes Anderson yapan kendine has metodunu ne kadar kolay yaratabildiğini görmek açısından bu filmi izlemenizi tavsiye ediyorum. Onun dünyasına aşina biriyseniz bu filmin sizi anında yakalayacağını garanti edebilirim. Fakat sizi anında yakalayan bu filmin, cazibesini hızlı kaybeden ilginç bir yapıya sahip olduğunun da altını çizmek isterim. Bu filme 5 üzerinden 3,5 veriyorum.

12-12-2021
Konuk Düşünce Yazarları

Konuk Düşünce Yazarları

info@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com

Konuklardan Diğer Yazılar

Bu yazılar da ilginizi çekebilir