Kültürel Geçiş Dönemleri  'Elif Nur Tomruk'

Kültürel Geçiş Dönemleri 'Elif Nur Tomruk'

A+ A-

Türk kültüründe geçiş dönemleri üç başlık altında incelenmektedir. Bunlar; doğum, evlilik ve ölümdür. Sonrasında ise askerlik ve sünnet dönemleri de incelenmektedir. Her kültürün kendisine ait dönemleri bulunmakla birlikte bu üç dönem evrensel nitelik taşımaktadır. Burada okuyacağınız konu ise geçiş dönemi olarak doğum olayı olacaktır.

 DOĞUM

Kutsallığı yüzyıllar boyunca hiç şaşmayan bir olaydır doğum. Bir insanın kendi vücudunda başka bir insan geliştirmesi hiç kolay olmayacak bir durumdur. İnsanlık bu durum karşısında şaşırıp kalmış ve bu duruma bazı olaylar eklemişlerdir. Eklenen bu olaylara ritüel adını vermekteyiz. Çünkü insanlık kavramında kutsal olanın, mutlaka bir ritüeli olmalıdır inanışı bizi bu zamana kadar getirmiş, geliştirmiş ve ileriye doğru hareket etmektedir.

 Kadın birçok kültürde kutsal, doğurganlığın sembolü, koruyucu, birleştirici, bütünleyici gibi konumlarda yer almaktadır. Bir kadın için hiçte kolay olmayacaktır bu sıfatları taşımak lakin kadının içgüdüsel olarak yani yaradılışta annelik içgüdüsü sayesinde bu sıfatların hakkını vermektedir.

 Anlatılara göre Havva ile Adem’in yasak meyveyi yemesi sonucunda insan ırkı dünyaya yerleşmiş ve günümüze kadar geleneksel olan yöntemlerle insanlık devam etmektedir. Bazı sorunlar için günümüz teknolojisinden yardım alınsa da, bazı kişilerin düşünceleri hala geleneksellikten yanadır.

 İnsanlığın ilerleyişindeki en önemli evre üreme ve çoğalma evresidir. Bunun için doğum ritüelleri fazlasıyla önemlidir. Doğum ritüellerinden biri yanlış yapıldığında ya da eksik olduğunda gelecek neslin sıkıntılı olacağı inanışı bazı yerlerde hala devam etmektedir. Doğum kutsallığını günümüzde de korumuş ve koruyacak olan tek olaydır.

 Bir kadının karnında ilk önce kalbi gelişen ve kalp çevresinde diğer organların geliştiği; ellerin, parmakların, tırnakların, saçların, kirpikleri ve daha nicelerinin bir su kütlesi içinde boğulmadan yaşadığı, bebeğin karnındaki göbek bağı dediğimiz yerden beslendiği, dokuz ay on gün sonra kanlı canlı dünyaya gelip sadece anne sütüyle beslenen bir bebek nasıl mucize olmaz ki… Bu durumda hem anne hem de çocuk kutsal sayılmaktadır.

 İnsanlık bu durumu fark ettiği günden bu yana hem bebeği hem anneyi korumayı amaçlamıştır. Hamilelik süresince eğer çocuğun canı bir şey çekerse mutlaka temin edilmeli ve anne onu yemelidir yoksa çocuk eksik ya doğum lekeli dünyaya gelebilir. Hamileler çok fazla iş yapmamalıdır çünkü bebeğini kaybedebilir, hamileler yalnız bırakılmamalıdır, hamileler süt yapan besinler tüketmelidir, hamileler asla gaz yapan besinler yememelidir gibi bir sürü durum karşısında hamile ve çevresi ritüeller geliştirmiştir.

  Hamile kişi doğumunu yaptıktan sonraki ritüeller tamamen korunma ritüelleridir. Hem anneyi hem de bebeği korumaya aittir. Bebek doğduktan sonra annenin ilk sütü ile gözleri silinmektedir ki gözleri mikrop kapmasın, ilk sütü bebek emmek zorundadır ki vücut direnci yüksek olsun. Daha sonra bebeğin ayakları tuza batırılır ki büyüdüğünde ayakları kokmasın.

 Yukarda yazılanlar bir yana en önemli ritüel ise Alkarası denilen, cismi belli olmayan, lohusa kadınlara ve atlara gelen şeyden korumaktır. Alkarası yeni doğmuş bebeklerin ciğeriyle beslendiği ve lohusa kadının bedenini ele geçirdiği için korunma yöntemleri geliştirilmiştir. Yeni doğum yapmış kadının başına kırmızı kurdele bağlanırmış ki gelen kişilerin ya da şeylerin dikkati dağılsın ve annenin yüzü kırmızı renge yani kan baş kısmına oturmasın. Sonra annenin ve bebeğin yattığı odaya bir kafes içinde kaz hayvanı konurmuş. Kaz Alkarası’nı görüp bağırırmış. Yeni doğum olan evde mutlaka kırk gün Kur’an okutulurmuş. Alkarası’nın lohusa kadına gelmesindeki sebep ise yeni doğum yapmış bir kadının bütün kanallarının açık olmasından kaynaklanmaktadır.

 Bebek ise kırkıncı günde yıkanırmış. Halk arasında buna Kırk Uçurma denilmektedir. Bebeğin ilk suyla deneyimi olduğu için, suyun içine kırk tane taş ve kırk mevsim çiçeği konulmaktadır. Bunlar dualar eşliğinde suyun içe katılır. Nazar için nazar boncuğu, güneşi temsil için altın ve ayı temsil için suya gümüş konulmaktadır. Bebek kırk kez bu suya batırılıp çıkartılır. Sonrasında bebeğe; Sular baş aşağı a kişisi baş yukarı! denilir. Son olarak da ‘Su gibi ömrü olsun.’ ile duş biter.

 Tabii günümüzde tüm bu ritüellerinin yerini Baby Shower almaktadır. İlerleyen ve değişen dünyada ritüeller de değişmektedir.

 

Ben, Keyfim ve Kâhyası iyi okumalar dileriz.

 

Sü’rçülisan ettiysek affola.


05-09-2019
Konuk Düşünce Yazarları

Konuk Düşünce Yazarları

info@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com

Konuklardan Diğer Yazılar

Bu yazılar da ilginizi çekebilir