Bir Dil Olarak Sinema  - Kubilay Ergün (Sinema Yazarı)

Bir Dil Olarak Sinema - Kubilay Ergün (Sinema Yazarı)

A+ A-

İletişim denilince aklımıza gelen ilk şeylerden birisi dolaşımsal/aktarımsal iletişim modelidir. Alıcının belirli bir kanal üzerinden (sözlü, yazılı, vb.) mesajı göndericiye ilettiği ve göndericinin de aynı kanal üzerinden geribildirim de bulunduğu model olarak bilinen ve kültürün aksine pozitivist bir yapıya sahip olan bu model İngilizce’de transmission anlamıyla da bilinmektedir. Bu model geleneksel kitle iletişim araçları tarafından yaygın olarak tek yönlü iletişim şeklinde kullanılmaktadır.

Peki sinemada kullanılan iletişim de bu yönlü müdür? Bu soruya iki türlü cevap verebilmemiz mümkündür. Öncelikle tüm kitle iletişim araçları gibi sinema da propaganda aracı olarak doğmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nda Amerika, Almanya ve İtalya tarafından savaş çığırtkanlığı yapmak ve kitleleri düşman devletlere karşı kin ve nefret ile doldurmak üzere kullanılmıştır Soğuk savaş döneminde de oldukça etkili bir şekilde tek yönlü bir propaganda aracı olarak kullanılan sinema, tarihi yeniden yazar hale gelmiş ve özellikle de Hollywood tarafından kültür empoze eden bir araç olmuştur. Tarihin yeniden yazılması bağlamında sinemanın ve belgesellerin son derece etkili olduğunu söylemek gerekiyor. Amerika’nın Vietnam Savaşı’nı kaybetmesi hegemonyasının zayıflamasına neden olmuş, tam bu sırada İtalyan kökenli ünlü Hollywood oyuncusu olan Sylvester Stallone’nin yer aldığı Rambo serileri ile Vietnam Savaşı tarihi revize edilerek kendi menfaatlerine göre yeniden yazılmıştır. Bu yönüyle sinemanın tek yönlü bir iletişim sağlandığı söylenebilir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupalı yönetmenler sinemanın bir propaganda veya da kapitalist çıkarlara hizmet eden bir araç olmaması, gerçek dünyayı temsil etmesi ve toplumsal, politik sorunları ele alarak kitleleri bu bağlamda sorgulatması gerektiği bir güç olarak ele almaya başlamıştır. Yeni gerçekçilik akımıyla Hollywood sinemasını arkada bırakan bu güç sinemanın bir dil olarak ele alınmaya başlandığı dönemdir.

İngilizce’de ayrıca communication olarak da tanımlanan iletişim, aktarımsal modelin aksine kültürel bağlamda işleyen bir modeldir. Kelimenin etimolojik kökeninde olduğu gibi common yani ortaklığa dayanan bu model alıcının mesajı göndericiye iletmesini temel almamaktadır. Kültürel iletişim modelinde var olan her şey bir iletişimdir. Duyumsal veya da optik olarak algılanan her şey bir gösteren ve kültürel olarak anlamlandırılan her şey de birer gösterilendir.

Savaş sonrasında kültürel iletişim modeli sinemada çokça kullanılmaya başlanmış hatta sinemanın temeli haline de gelmiştir. Bu modelde var olan her şey birer göstergedir. Göstergeler madeni bir paranın iki yüzünde bulunan yazı, tura gibi gösteren ve gösterilen olarak bir bütünü tamamlar.  Örneğin KEDİ yazımı bir gösterendir, bunu okuyan bir öznenin aklında oluşturduğu kedi imgesi ise gösterilendir. Yazılmış, çizilmiş, söylenmiş veya da çekilmiş şeyler göstergeye dahildir. Sinema ise bize bir göstergenin en yakın ve temel, salt anlamını göstermektedir. Çünkü yazıyla yazılmış veya da sözlü söylenmiş bir KEDİ göstergesi öznelerin aklında farklı farklı tahayyüllere yol açabilecek kadar geniş bir kümede anlam oluşturmaktadır. Oysa sinema, fotoğraf ve bazı gerçekçi resimler öznenin aklında tahayyül oluşturmaya izin vermeyecek yakınlıkta bir imge sunmaktadır.

Sinemada edebiyatta olduğu gibi dili değiştirmek pek mümkün değildir. Sinemadaki göstergeler kısa-devre yapmış göstergeler olarak kullanılmaktadır. Bir yazımdaki gül kelimesi özne üzerinde birden fazla anlamı teşkil edebilecekken sinemadaki bir gül yalnızca bir güldür ne eksik ne de fazla. Bu açıdan bakıldığında sinema akla getirmeyen direkt olarak belirtendir.

Sinemanın belki de en ikircikli durumlarından birini Christian Metz bu sözcüklerle açıklamaktadır. “Sinemayı açıklamak zordur, çünkü onu anlamak kolaydır.” Sinema sanatı temel anlamların izleyiciler üzerinde sınırlı bir imge oluşturduğu ve enformasyonun kesin bilgi olarak verildiği bir kayıt sanatıdır. Yalnızca görüntülerin değil duyulan ses kuşağının da gerçeğin temsiline en yakın olduğu su götürmez bir gerçektir. Ama sinemanın gücü temel anlamın yani göründüğü gibi olanın arkasında sakladığı ve görünmeyen bir kültürel birikime sahip olmasından gelmektedir. Buna örnek olarak aydın bir entelektüel eleştirisinin yapıldığı Nuri Bilge Ceylan tarafından yönetilen Kış Uykusu filminden bir sahne uygun olabilir. Filmin baş karakteri olan Aydın’ın (kendisi entelektüel ve taşra derebeyi) evine davet ettiği Hamdi Hoca (taşranın camii hocası ve Aydın’ın ev sahibi) sahnesinde kamera cut yaparak Hamdi Hoca’nın yırtılmış ve parçalanmış ayakkabılarını izleyiciye göstermektedir. Burada basit bir temel anlam olarak yıpranmış bir ayakkabı imgesi oluştururken yan anlamsal olarak Hamdi Hoca’nın maddi imkansızlıklardan dolayı ulaşım olarak yayan yürümeyi seçtiği ve yeni bir ayakkabı alamayacak durumda olduğu imgesi yani anlamı da oluşmaktadır. Çekim ve kurgularla yeniden üretilmiş örnek sahneye sinema dilinde sinemasal yan anlam denmektedir.

Sinemada tıpkı dilde olduğu gibi paradigma diyebileceğim belli gösterge grupları vardır. Bununla ilgili şöyle söylenebilir ki sinemada gösterilen kadar gösterilmeyenler de anlam oluşturmaktadır. Paradigma belli kümelerden seçilmiş bir göstergedir. Bu gösterge herhangi bir şey olabilir. Sinemada bunu örneklendirmemiz gerekirse bir gülün alttan çekilmesi onun yüceliğini vurgular bunun nedeni bu çekimle üstten çekilmeyen bir çekim arasında bilinçdışı yapılan bir karşılaştırmaya etkisindendir.

Sinemanın temel anlamın arkasında gizli olan gösterilmeyen kültürel birikim kurgu ve çekim açılarıyla izleyiciye gösterilmektedir. Çekilen herhangi bir nesneye yan anlam katan çekimin zamansal olarak nasıl kurgulandığı ve uzamsal olarak da nasıl mizansen hale getirildiği ile ilgilidir.

29-04-2022
Konuk Düşünce Yazarları

Konuk Düşünce Yazarları

info@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com

Konuklardan Diğer Yazılar

Bu yazılar da ilginizi çekebilir