İstiklal - Defne Atacanlı (Psikoloji - Öğrenci)

İstiklal - Defne Atacanlı (Psikoloji - Öğrenci)

A+ A-

“Kan. Kanıyor musun?”

Bir aşk mektubunun bitişi, sorması gereken soru bu değildi. Parfüm ve mürekkep ve belki göz yaşı.

Tenteden çadırın muşamba kokusu, cepheden sızan toz, pansuman bezlerinin bitişi, tabii ya, pansuman bezleri bitmişti.

Ne arardı burada, parfüm ve mürekkep ve belki göz yaşı.

Hemşire katladı askerin göğsünden bulduğu kağıt parçasını, adamın omzundaki şarapnel açıklığının üstüne bastı. Ve kağıt kana bulanıp kağıtlığını kaybedene kadar geçen bir saniyede, aşkın kurtarıcılığına inandı.

Ve kan geçti ellerine kağıttan, ve parçalandı kağıt, ve düşündü hemşire,

Aşk burada ne arardı? Ne kadar yaşardı?

Aşk insanlıktan gelirdi onun bildiğine göre.

Ve bilme özgürlüğünü de henüz çok yeni kazanmıştı.

Kazanmamıştı hatta, özgürlük ihtimalinin farkına varmıştı yalnızca.

Bu cephede kazanılması gereken yegane şey zaferdi vatan uğruna.

Bu ihtimal uğruna bastırıyordu şimdi de elinde kalan son fanilayı, kendi fanilasını, bu askerin yarasına, çünkü bu savaş kendi savaşıydı.

Onun, askerin, askerin evde tüm orduya yorgan diken sevgilisinin, doğmaya çalışan bir milletin savaşı, savaş sırasında ve savaşın içine doğup ağlayan tüm bebelerin çığlıkları,

Aldıkları her nefes ve damarlarındaki son damla kan ortaktı.

Aşk insanlıktan gelirdi, ve hemşire görmüştü Türk askerlerini, hepsinin gözü pekti, görmüştü İngiliz askerini, görmüştü Rusları, görmüştü Fransızı,

Vurulduklarında aynıydı acıları, yardıma ihtiyaç duyduklarında, hemşire, bu çadırı güvenli bir ülke yapmıştı.

Elindeki bez parçasını hala tamamen kaplamamıştı askerden çıkan kan, hemşire de hala vazgeçmemişti.

Etrafında her şey yaşanmıştı mübadele esnasında, ama uçan kuş bile dönüp bakmamıştı arkasına, sorgulamamıştı değerlerini, kavgasından vazgeçmemişti. Çanakkale’nin önemini bilir gibiydi uçan kuş da, yaralı asker de, hemşirenin evde yaşlı annesiyle bıraktığı bebesi de.

Aşk insanlıktan gelirdi.

Cephede yalnız bir aşka izin vardı.

İzinden ziyade yalnız bir aşk yaşardı cephede.  

İnsanın insana olan aşkının yerini, Çanakkale topraklarında insanın vatana olan aşkı alırdı.

Ve bu aşk ölmezdi aşık olanın ölümüyle.

Hemşire, tenteden çadırın muşamba kokusunda, cepheden sızan tozda, pansuman bezlerinin bitişinde rastlardı bu aşka.

Kendi ellerinin suyun altında başkasının kanını akıtmasına bakarken.

Kutsaldı bu kan.

Asker adamın sevgilisi de biliyordu bunu.

“Kan. Kanıyor musun?”

Yaralı mısın, savaşacak mısın? Demekti.

Hemşire sorunun bencil olmadığını biliyordu derinlerde, kadın eve gelip gelmeyeceğini sormak istese de bunu anlatmıyordu suali, bunu hemşire de asker de askerin sevgilisi de biliyordu, bu mektubu okuyan ve okuyabilecek herkes gibi.

Yaralı mısın? Kurtaracak mısın ülkemizi?

Yoksa bir patik az mı öreyim? Demekti.

Hemşire, bir teğmenin karısına yazdığı mektubu okumuştu zamanında. Top mermilerini nasıl getirebileceğini anlatmak istemişti, ikinci mektubum bu, diyordu teğmen, planın üzerinden geçmek istemişti. Belli ki teğmen de duymuştu Kara Fatma’yı.

Hepimiz duymuştuk Kara Fatma’yı, Şemsi Nene’yi, Mücahide Hatice Hanım’ı, Melek Hanım’ı,

Ve hepsi duymuştu cephedeki tüm diğer kadınların adlarını.

Hemşire, teğmenin mektubunu geride bıraktığı köstekli saatle birlikte bulmuştu.

Teğmenin üniformasından bir parça, mayın tarhının yanında bulundu.

Teğmen mektubu gönderememiş, karısıysa cepheye hiç gelememişti.

Ama tabii ya, hemşire hatırlıyordu kara kara top mermilerin cepheye gelişini.

Teğmenin karısı getirmemişti ama, kimin getirdiğini de hatırlamıyordu.

Hatırlamıyordu şimdi Hemşire kendi adını. Soğuk gecede tek tulumu paylaştığı arkadaşının adını da bilmiyordu.

Önemi de yoktu Fatma’ymış, Ayşe’ymiş, Zeynep’miş. Onlar artık tek vücut tek zihindi. Onlar, vatan aşığı birer Türk kadınıydı.

Hemşire ya da “mümerrize” olmak yetiyordu onlara; cephe onları hatırlıyordu hatırlamasına, ama birkaç isim dışında, onlardı işte savaşın adsız kahramanları.

Onlardı vatan aşkıyla akan kanların sahibi de, gerektiğinde, akan kanın durdurucusu da; onlardı ölüm de, kalım da.

“Kan. Kanıyor musun?” kanıyordu tabi, eli görünmez olmuş, kanı askerin kanına karışmıştı şimdi.

Kanıyordu tabi cephede atan ve cephe için atan her yürek ve bu kan, bu davaya inanç demekti. Aşk insanlıktan gelirdi.

İnsan vatanını severdi.

 Ölünürdü tabi aşk uğruna da, aşk yine ölmezdi.

Hemşire de, asker de ölürdü vatan uğruna, Çanakkale topraklarına ayak basan herkesin aynı şey vardı aklında,

Vatan dökülen kanlarla sulanıp ayakta kalacaksa, o akan kanlarla arınıp zafere koşacaksa ve tek yolu buysa bunun, ülkem benim kanlarımdan yeniden doğsun.

Gerçi azalmıştı şimdi askerin kanaması.

Düzeliyordu nefes hızı.

Hemşire fanilasından yaptığı tamponu sıktı.

Soğuktu gece ama soğuk ona işleyecek değildi, Türk askeri önce düşmanla sonra yaralarıyla savaşmadan vazgeçecek değildi.

Sonraki sedyeye geçmeden durdu ve çöp kutusuna attı kan kaplı mektubu:

Kutuya düşüşü savaş alanına düşen bombadan çok duyuldu

Mektup sargı bezlerinin arasında kayboldu.

Burada, cephede olabilecek tek aşkın vatan aşkı, geçmişin ve geleceğin ve arada barındırdığı her şeyin artık bu çadır, tek gerçeğin cephe olduğunu sessizce hatırlatır gibi.

Zaten bu gerçeğin bilinmesi için söylenmesine de ihtiyaç yoktu.

Son bir bakış attı kan kaybetmeyi bırakmış askere.

Kurtuluş oydu, kurtuluş kendisiydi, kurtuluş yan sedyede de yatan ve hala yaşam mücadelesi veren yaralı askerdi.

Bir kez daha yıkadı sonra ellerini, kanları akıttı, kutsaldı bu kan.

Sessizce fısıldadı, sanki askerin sevgilisi duyacaktı,

Duyması için söylenmesine de gerek yoktu gerçi.

“bir patik daha örülecek,”

İmkansız görünüyordu zaman zaman her şey ama hemşire inanırdı, imkansızı başaracaklardı.

“Çanakkale zaferi de kazanılacak”

İçeriden adını bilmediği arkadaşı seslendi ona sonra; acele etmesi için, elinde bu sefer kendi fanilasını tutuyordu o da,

“Bir pansuman daha yapılacak”

 

 

Orada yatan her asker birdi onun için.

Sıradaki pansuman bir Anzak askeri için.

Yarası çok derindi askerin.

Bilinci yerinde değildi, elindeki fanilayla yapmaya çalıştığı pansumanın askeri kurtarması için artık çok geçti.

Kurtaramamıştı onu.

yitip gitmekte olan askere baktı, elindeki kanlı fanilaya sonra,

tabi ya, pansuman bezleri bitmişti.

karşısındaki canın son nefesini vermesiyle, hemşire de kendi canının bir parçasını bırakmıştı orada“Vatan uğruna” çığlıkları arasında yitip giden her canın kalanlardan bir parça götürmesiyle.

Olamazdı, kabul etmek istememişti hemşire.

İlk geldiğinde demişti ki insan canı bu kadar kıymetsiz olamazdı.

Sonra ölenlerin gözündeki gururu da görmüştü üzüntüyle birlikte,

O an gözü ilişti, bir mektup vardı askerin cebinde.

Bu defa anlamaz gözlerle cümlelerini taradığı dilde, kim bilir nasıl bir kahramanın destanı vardı.

Anlamadığı dilde, ona benzemeyen, şimdi solmuş bu yüzde, umudun izleri saklıydı.

1 Anzak askerinden olmuştur karşı ordu, ordu 1 azalmıştı,

Mektubu yazan, şimdi 1 sevdiğinden ayrılmıştı.

Bilir miydi ki bu Anzak askerinin niye geldiğini niye öldürdüğünü niye öldüğünü?

Hemşire bilir miydi?

Tanımadığı bu vatanın askerlerini tanımadığı başka bir vatan uğruna acımadan öldüren askerin çaresizliğini bilir miydi?

Yapılan propagandaları, askerin yaşadığı akıl tutulmasını peki askerin buraya “gönüllü” geldiğini bilir miydi?

Asker biliyor muydu, asker gönüllü müydü?

Cephede yaralıların gözlerinden görüyordu hemşire, cephede gerçekten başka bir şey kalmıyordu.

Tarih sayfaları biliyor muydu bu askerin ölmek istemediğini?

Bilmezdi, kimse bilmezdi. Bilinmek istemezdi bu yiğitlerin nasıl canlarını, kanlarını feda ettikleri. Bu askerlerin adları bile anılmazdı. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar ve onların gözyaşları bilinmezdi. Ama biliyordu şimdi Türk halkı.

Yan sedyede, iyileşecek olan Türk askeri de, canı yitip giderken görüyordu o yabancıyı, bilmediği bir amaç uğruna ölen. Geldikleri yerde, tarihte, belki bilmezdi, kimse bilmezdi ölmek istemediğini, kayıp canları kayıp olmanın ötesine gitmezdi. Gördü Türk askeri, bildi Türk halkı, Türk halkı vefalıydı, Türk halkı bilirdi propagandayı.

Anzak askeri şimdi kayıp değildi.

Bugün kayıp değil Anzak askeri.

Canlarını verdiler bu toprakta, toplar, mermiler, çığlıklar arasında, “vatan uğruna” nidalarının arasında, bilmedikleri bir dilin. Vatan uğruna nidaları, her harfteki varlığı umudun.

Sonra bu toprakların bir parçası olmuşlardı. Onlar Mehmetçiklerle yan yana, huzur içinde uyumuşlardı. Yadırgamadı Türk kanı onları, kanları kanlarımıza karıştı. Yaralı askerlerin bağrışları arasında bu gerçek hemşireyi rahatlattı.

Kayıp değildi, onların, yabancı bir ülkede ölen ruhları.

Bilmese hemşire, bu vefanın içten geldiğini, zulüm olsa tek gerçek, belki devam edemezdi. Hemşire vefalıydı. Dayanmazdı kalbi.

Hemşireler, “mümerrizeler” kalpleriyle, canlarıyla, başlarıyla…

Barış sarana kadar yurdunu, hemşirenin, dayanacaktı kalbi.

Devam etti.

Amaç uğruna ölenden sonra, istemeden savaşa sürüklenenden sonra, korkandan ve gururlanandan, sonunda umut uğruna, barış uğruna bir ölüme ulaşandan sonra,

Savaşı kazanmaya yakın olunduğu bilinciyle gözlerini kapatan Türk askerlerinden, yaşamaya devam eden veya kayıp hisseden Anzak askerlerinden sonra,

Savaş ortamında bir barış çadırı yarattıktan sonra,

Hemşire devam etti.

Çünkü ölenle ölünmezdi ama yaşayanlar için yaşama tutunulurdu, hemşire yaşamın gücünü elinde tutuyordu. Bu yüzden en iyisi düşünmemekti. Bildiği, ölüm vardıysa o yoktu, o olduğundaysa ölümü düşünmek için zaman. Tek bir kez ölmüyordu hemşire.

Tanıdığı, dilini anladığı, anlamadığı her ölüm ruhunda bir yaraydı da,

Devam edilecekti.

Savaş kazanılacaktı, kaybedilen her bir cana rağmen, onlara ithafken, onların sayesinde. 

Düşünmeyecekti vatan uğruna her bir can feda edilene kadar,

Ordu bitse ve her bir can gitse, hemşire bu barış çadırında savaşacaktı son ana kadar.

Düşünmeyecekti yine de, kurtarabileceği canlardan fazlasını,

Yaraların ve akan kanın hiçbir zaman olmamıştı ırkı.

Vatanın kurtuluşu olan askerler zafer çığlıkları arasında sevinç gözyaşları dökene kadar,

Hemşirelerin elleri, fanilaları, gönülleri kandan arınana kadar…

Savaşacak, savaşacak, savaşacaktı.

23-03-2025
Konuk Düşünce Yazarları

Konuk Düşünce Yazarları

info@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com

Konuklardan Diğer Yazılar

Bu yazılar da ilginizi çekebilir