Nasıl Mıyım?   - Özge Kır (Biyolog-Öğretmen-Reklamcı)

Nasıl Mıyım? - Özge Kır (Biyolog-Öğretmen-Reklamcı)

A+ A-

                TAŞLAŞTIRILAN CANLAR

Nasılsın ? sorusu en değerli hediyedir aslında,

Soranımız varsa hayattaki en mutlu mertebedeyiz.

Sorunuz için teşekkür ederek, bir hikayemle yanıtlayayım. 

Ben hala umutlu tohumcuk.

Hayalleri iptal eden hangisi?

  a) İnsancık       b) Gül   c) Kaktüs   d) Kaya   e) Hayali kuranlar

Allah, önce insancığı yaratıp, sonra ona ‘Yürü ya kulum’ demiş. İnsancık ufku açılınca zirveye tırmanmış ve bu durum için Allah’a şükretmek yerine, kendini ‘Tanrı’ ilan etmiş. Yukarı doğru yürürken yanından ya da üzerinden geçtiği varlıkları kendine kul edinmiş. Alt kümeleri olan bu varlıklar, önce ona tapıp yoluna halı olmuşlar. Daha sonra bu bencil kişiliği tanıyıp pişman olmuşlar ama ne çare? Mıhlandıkları yerde kalan kalmış, bazıları yağcı pozisyonlarını korumuş, diğerleri de yalnızca kaderine küsmüş.

Tanrı zirvesinden sahibi olduğu çöllere bakarken, bir gün, birinde, bir gül fark etmiş. O kuraklıkta, muhtemelen, başka bir yerden sürüklenerek gelmiş ;ama hala ışıl ışıl parlayan bir gül. Işıltısı daha sonra tüm tohumların olacağı gibi, Tanrı’nın da gözlerini kamaştırmış. Onun tekrar sürüklenmesini önlemek, engin çölünde bu güzelliğin ilelebet kalmasını istemiş. Kendi Tanrı ya, sonsuza kadar oraların sahibi nasılsa…Çölünde ise Gül’den başka olumlu, güzel hiçbir şey yok. Gül’ün diriliğini koruyacak sevgi de…Onun varlığını koruyabilmek için elinden gelenin en iyisini yaparak yanına bir kaktüs dikmiş. Hem yalnızlığını paylaşsın hem su ihtiyacını deposundan karşılaşın hem de onu kayma tehlikesinden korusun diye. O gün bugündür Kaktüs, ona böyle bir Gül’ün yanında yaşama şansını  bahşeden Tanrısına hep şükredermiş. Ona minnetini anlatabilmek için iyi-kötü ayırdetmeden her şeyi yaparmış. Oysa Tanrısı onu diktiği günden sonra hiç hatırlamamış bile. Kaktüs, Gül’e de kendine de batmasın diye ,Gül’ün biraz arkasına yerleşip, dikenlerini hep geriye yönlendirmiş ve bu sivri dikenler uzadıkça uzamış.

Gül o kadar hayat dolu imiş ki, kendi ışıltısı ve varlığıyla çölde ufak bir vadi bile yaratmış. Çölün ortasında yemyeşil, hayat dolu bu vadiyi gören iki çiçek, kendi bahçelerini bırakıp, gönüllü olarak, Kaktüs’ün dikenlerinden kendilerini koruyarak gelip bu vadiye konmuşlar. Kendi hayat enerjilerini ve çevreye yaydıkları neşeyi hiç yitirmemişler. Öyle bir tehlike olduğu anda gidip, enerji toplayıp geri gelebilsinler diye köklerini hiçbir zaman derinlere  monte etmemişler. Onlarla vadi biraz daha genişlemiş.

Yeşili, çiçekleri ve özellikle Gül’ü görüp gözleri kamaşan minicik tohumlar, o çevreye yerleşmek için akla karayı seçmiş. Kaktüs pek de umurlarında olmamış o ışıltıların yanında. Heyecan ve sevinçle bahçede yer bulan tohumlar hemen köklerini en derine salmışlar ki, koparılma ihtimalleri olmasın bu cennetten.

Tanrı bir gün, yine aklına esmiş, bakmış vadinin fazla güzel olması sadistik duygularını incitiyor, yoluna halı olan kayalardan birini bu vadiye yerleştirivermiş. Hem de ne Kaya! İrilikte sınır tanımayan, Kaktüs, Gül ve Gönüllü iki Çiçeğin arkasını tamamen kaplayan ve bakış açılarını daraltan büyüklükte bir Kaya. Önce yadırgamışlar tabii birbirlerini. Kaktüs onu kendine biraz daha yakın bulmuş; çünkü çiçekler  geldiklerinden beri ona hiç değer vermemiş zaten. Gül de kendi soyundan olan çiçeklerle daha iyi anlaşınca, Kaktüs yalnız kalmış. Kaya’yı bu kadar sevmesindeki en önemli nedenlerse; Kaya’nın taptığı Tanrısı tarafından gönderilmesi ve ayrıca ortama tamamen yabancı olan Kaya’nın bu sevgi karşında, sahibi olan Kaktüs’e minnet duyarak, ona aynı Kaktüsün Tanrısına taptığı şekilde tapmasıymış. Kaktüs uzattığı dikenlerini ona batırmamak için yanından kıvırıp daha geriye atmış. Kaya en kısa zamanda, karaktersiz olduğunu ispatlayarak,bitkilerin tarafında olan bölümünü yumuşak çimlerle kaplamış. Kaktüs daha çok sevmiş onu,  o bir taş değil diye. Çiçekler ve Gül de yeşilliğin devamı olarak bağırlarına basmışlar onu,vadimiz sınırlarını iyice genişleyecek bu sayede diye.

O taraftan göremedikleri ise; o koca taş kütlesinin diğer tarafının koyu ve sert oluşunu koruyuşuymuş. Yani vadi o sınırda bitmiş aslında…

Bunu sadece,o vadiye mutlulukla gelip, umutla yerleşen tohumlardan şanssız olup, o kayanın karanlığında kalanlar fark etmiş. Köklerini derine göndermişlerdi hani koparılma ihtimallerine karşı; işte bu yüzden o karanlıktan kaçamamışlar. Zamanla üzerinde bulundukları  yeşillik de sararıp bitmiş, karşılarında ise güneşi bile görmelerine engel siyah, sert, kocaman bir kaya. Gülün ışıltısı sönmemişti tabii ;ama o engeli aşıp bu tarafa çok zor geliyordu. Gönüllü, yaşam enerjisi ve neşe dağıtan çiçeklerden yardım almak da çok zordu artık…Karanlıkta unutulmuşlardı. Bu sert kayaya baka baka taşlaşacaklardı. Bu da yetmezmiş gibi, Gül’ü koruma görevindeki Kaktüs, Tanrısına minnet borcu adına tüm denetimi eline almıştı. Bu şükran duygusunu ifadede güçlük çeken Kaktüs ,karakterini de ona benzetip, kendini de sadist yaparak, borcunu ödeyebileceğini düşünmüş olmalı ki, denetimi dikenleriyle büyümeye çalışan minik canlıları dürterek yapıyordu. Dikenler Kaya’nın yanından kıvrılıp gittiği için, ne yaptığını  göremiyordu. Değerli dostu Kayasının arkasında da vadi yemyeşil ve oradaki tohumlar da renk renk çiçekler açtı sanıyordu.Ama onlar ufaktı ve denetimi elden bırakmak doğru olmazdı. Dikenler uzadıkça, sivrileştikçe ve battıkça, güneşi görmekte ve büyümekte sıkıntı çeken tohumcuklar nasır tuttu. Taşa baka  baka taşlaştı. İçlerindeki heyecan,ümit,sevgi de öyle.En büyük umutlarıyla geldikleri,ilk günün hatırına, çiçek olabilmek için yaşamaktan hiç bıkmadılar. Kaçmadılar,kaçamadılar. Renkli güzel capcanlı çiçek olacaktı hepsi ve bu güzel vadiye güzellik katacaktı.Yerleşim amaçları buydu.’Bir taş kütlesi yaşam amacımızı elimizden alamaz’ diye direttiler, koparmadılar kendilerini. Hayranı oldukları Gül’e layık çiçekler olma şansları ellerinden alınmıştı aslında o Kaya sayesinde…Gül ise tüm bu bunalımdan habersiz, aynı kaktüs gibi vadi büyümeye devam ediyor, yeni tohumlar, renkli çiçekler çölü sonsuzlaştırmaya doğru devam ediyor sanıyordu. Çünkü Kaya geriyi görmesine engeldi ve Gül tarafındaki yumuşak haliyle arkasının da öyle olduğunu söylüyordu. E Kaktüs de denetimi sağladığına göre endişe edecek durum yoktu. Bu taraftaki tohumlar çok güzel çiçekler olmuştu, Kaya da artık kayalığını bırakmış yemyeşil yumuşacıktı. Bunlara ek olarak, onu Tanrı oraya uygun gördüğüne göre vardı bir bildiği. O değerli, kendi sertliğini yumuşacık çimene çeviren Kaya niye yalan söylesin ki? ‘Sizin göremediğiniz arkamda kalan koca çöl de artık yemyeşil vadi,gözünüz arkada kalmasın’ demişti öndeki bitkilere ve inandırmıştı onları…

Oysa arkasında yalnızca hayatta kalmayı,taşa dönüşerek başaran,taşlığı kendini bile korumaya yetemeyen üç-beş eski tohum kalmıştı...

Buraların Tanrısı herşeyi zirvesinden görüyor ve sadist ruhlu olduğundan , çok ama çok mutlu, şen kahkahaları tüm çöllerinde yankılanıyor. Kaktüs bundan haz duyuyor, ’Aşkım Tanrımı ben dikenlerimle mutlu ettim,aferin bana’ diyor, Gül Tanrısının mutluluğuyla her şeyin yolunda olduğuna emin, Gönüllü Çiçekler zaten her daim çok mutlu, açabilen tohumlar hallerinden memnun, Kaya zaten kaya adı üstünde ve taşlar; yılmış, bıkmış, bir zamanlar tohum olduklarını unutmuş ya da taş yerine çiçek olmaları gerektiğini unutmak istemiş bir halde şu an… 

 

 

09-02-2024
Konuk Düşünce Yazarları

Konuk Düşünce Yazarları

info@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com

Konuklardan Diğer Yazılar

Bu yazılar da ilginizi çekebilir