Kelebeğin Rüyası: Yılmaz Erdoğan

Kelebeğin Rüyası: Yılmaz Erdoğan

A+ A-

 Belki bir kelebek o kadar memnun ki rüyasından

Uyanmak istemiyor uykusundan…

KELEBEĞİN RÜYASI: YILMAZ ERDOĞAN

  Kelebeğin Rüyası, Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği 2013 yapımı bir filmdir. Filmde Mert Fırat ve Kıvanç Tatlıtuğ’un yanı sıra Yılmaz Erdoğan'ı da görmekteyiz. Kendisi şair Behçet Necatigil’i canlandırmaktadır. Yılmaz Erdoğan’ın hem senaristi hem yönetmeni hem de oyuncusu olduğu film, 46. Sinema Yazarları Derneği Ödülleri’nde birçok adaylık ve ödüle sahip olmuştur.

    Film, II. Dünya Savaşı döneminde Zonguldak’ta yaşayan genç şairler Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun hayat hikayesini anlatmaktadır. O dönemde edebiyat öğretmeni olan Behçet Necatigil’in ( Yılmaz Erdoğan) de bulunduğu film dönemin zorluğunu insanın içine işleye işleye yansıtmaktadır. Varlık Dergisinde şiirlerinin yayımlamaya çalışan genç şairler dönemin hastalığından olan veremden mustariplerdir. Ancak hastalık bile onların şiir aşkını köreltememiştir.

Belediye başkanının kızı Suzan Özsoy’un Zonguldak’a gelmesi ile genç şairlerin şiire tutkusu daha çok artmıştır. Muzaffer, Suzan’a âşık olmuştur. Verem olduklarından dolayı ailesinin görüşmesini istemediği iki genç şairle arkadaş olan Suzan’ı duygusal ve zorlu bir yolculuk beklemektedir. Fakat her olumsuzluğa rağmen Muzaffer ve Rüştü’nün yanından ayrılmayan Suzan, Muzaffer ve Rüştü’nün yolları bir gün ayrılacaktır.

 

  Film, Eylül 2013 tarihinde, 86. Akademi Ödülleri'nde Türkiye'nin yabancı dilde en iyi film dalında Oscar aday adayı olarak seçilmiştir.

Yönetmen: Yılmaz Erdoğan

Yapımcı: Necati Akpınar

Senarist: Yılmaz Erdoğan

Müzik: Rahman Altın

Sanat Yönetmeni: Hakan Yarkın

Görüntü Yönetmeni: Gökhan Tiryaki

      Film Zonguldak’taki iki şairin şiirlerini İstanbul’da yayımlatmaya çalışmasını konu almaktadır. Ben bu filmi görene kadar bu iki genç şairin ismini hiç duymamıştım. Yılmaz Erdoğan görünmeyeni, bilinmeyeni bize yansıtmış ve bu iki şairimizi bize tanıtmıştır. Ve benim de hafızama iki şair ve onların şiirleri kalmıştır.

Film, Suzan’ın Zonguldak’a gelmesi ve iki genç şairin ona şiir yazması ile devam etmektedir. İkisinin de merak ettiği bir konu vardır:

 ‘Kız şiirden anlıyor mu?’

Muzaffer kendisinden emindir. Onun yazdığı şiiri seçecektir. Öyle ki Rüştü’ye: kız şiirden anlıyorsa beni seçer, anlamıyorsa zaten senin olsun, der.

Peki size bir soru kız şiirden anlıyor mu sizce?

 İki genç şair, Suzan ile tanışmaya giderler ancak Suzan ona uzatılan eli sıkmaz. Çünkü Rüştü bir anda öksürmeye başlar, tedirgin olan Suzan ve arkadaşları oradan hızla uzaklaşır. Rüştü hastaneye kaldırılır ve Muzaffer ile aralarında bir konuşma geçer. Bu konuşma film boyunca en sevdiğim iki replikten birisidir.

-O kıza şiir yazılmaz.

-Niye?

-Elini sıkmadı senin.

-Korktu, herkes gibi.

-Herkes gibi olana şiir yazılır mı?

-Biz kıza şiir yazmayacağız ki, kız bahanemiz. Aşk, bahanesidir şiirin.

Sizce gerçekten de aşk şiirin bahanesi midir? Her âşık olan şiir yazabilir mi? Ya da şöyle sormak gerekirse âşık olmayan biri, aşk gibi büyük bir duygu hakkında şiir yazabilir mi?

Bir de benim çok keyif aldığım ve güldüğüm bir sahne mevcut. Gerçekten o kadar tatlı bir sahne ki neşeme neşe kattı.

Rüştü’nün elini tutmadığı için kendisine kötü davranan Muzaffer’den gider ve özür diler Suzan. Arkadaşının elini sıkıp geçmiş olsun demek ister. Muzaffer onu Rüştü’nün yanına götürür. Arkadaş olurlar. Beraber bisiklet sürerek Zonguldak’ın uçsuz bucaksız ormanlarında dolaşırlar. Benim de hep hayalim olan bu sahne beni o kadar mutlu etti ki içimde ufacık bir hüzün bırakmadı.

Sahnemize gelirsek ise, Suzan sanat ve edebiyattan hiç anlamadığını daha çok dans ettiğini, sporcu olduğunu söyler. Muzaffer ise ‘Bir şair şiirden anlamayan birisiyle şiirsel bir ortamda uzun bir süre bulunursa şiirden kesilir.’ der. Bundan çok korktuklarından bahseder, arkalarını dönüp gider gibi yaparlar aslında şaka yapıyorlardır. Suzan gelen minibüse biner tam o sırada onları hafta sonu olan tenis maçına davet eder.

 O sıcak ortamı iliklerime kadar hissetmiş bulundum filmi izlerken. Kelebek kadar ömrü olan bu şairlerin, aşklarını, şiir tutkularını izlemek beni sıkıcı geçen hayatımdan çekip kurtardı.

Hatta oturup ben de şiir yazmak istedim. Duygularımı dökebileceğim belki de aşkımı haykırabileceğim şiir dizeleri yazmak istedim.

Sanırım Muzaffer kadar cesaretli değilim ki bunu başaramadım.

Aşkını, tutkunu şiire hatta kaleme dökebilmek bana her zaman zor gelmiştir. Ancak Muzaffer Uslu gibi bir şairin yazdığı şiirleri gördükten sonra bunları birilerinin başarabiliyor olması beni mutlu etti. Ve hayal dünyama geri gönderdi.

İşte bu yüzden benim için şiir yazmak, duygularımı yazıya dökmek bir hayal gibi.

Sizin için nasıl peki?

 

Ve beğendiğim son sahneden bahsetmek istiyorum:

 

​​​​
Bir ermiş, rüyasında kelebek olduğunu görmüş. Uyanınca kafası çok karışmış. ‘Ben mi rüyamda kelebek oldum yoksa bir kelebek şu anda rüyasında ben olduğunu görüyor.’ diye düşünmüş. Bu hikâyeyi anlatıyor Muzaffer sevdiği kadına. Suzan ise tek bir cevap veremiyor ona. Kelebeğin ömrü kadar kısa olan bu adamın yaşamasını istiyor. Belki de yaşayacağından emin olsaydı beraber mutlu bir hayat sürebilirlerdi.

İşte hayat o kadar acımasız ki her zaman bizim istediğimizi yapamaz, hatta yapmaz.

Bu hayata sevmeye bir yerden başlamalıyız belki de. Ucunda ölüm olsa bile ...

    Kelebeğin ömrü kadar kısa ömrü olan bu şairlerimiz şiirleri kendileri öldükten yıllar sonra yayımlanmış ve yine kendileri öldükten sonra değerleri bilinmiştir.

Son olarak Suzan, Rüştü’nün şiirini seçmiştir. Muzaffer bunu daha sonralarında Rüştü’ye söylemiştir.

‘Sen şiir yazdın bense aşk mektubu.’

‘Demek ki neymiş kız şiirden anlıyormuş.’

Benim düşüncem ise kız şiirden anlıyor ancak aşktan anlamıyormuş.

  Filmin ilerleyen sahnelerinde ikisi önce Rüştü’nün daha sonra da Muzaffer’in tedavi olmak için Heybeliada’da bulunan bir hastaneye yattıklarını görüyoruz. Ancak onların bu hastane macerası çok da uzun sürmüyor. Rüştü orada hastalığının tam olarak ne olduğu bilinmeyen bir kadınla tanışıyor ve ona âşık oluyor. Verem olmadığı anlaşılan kadın hastaneden ailesi ile ayrılıyor ancak onu bırakmak istemeyen Rüştü onun peşinden gidiyor. Onu yalnız bırakmak istemen Muzaffer de onların peşinden yola koyuluyor.

Rüştü Onur sonunda ölüm bile olsa da sevdiği kadınla evlendi ve bir kelebeğin ömrü kadar mutlu yaşadılar.

Muzaffer Tayyip Uslu, sevdiği kadınla hiç beraber olamadı. Rüştü Onur öldükten 4 yıl sonra o da öldü.

Sizce aşk her şeye göğüs gerebilir mi?

Ucunda ölüm olduğunu bildiğiniz bir aşkın peşinden gider miydiniz?

 

Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan

Muzaffer Tayyip Uslu

 

 

05-04-2023