Şizofreni ve Tiyatro
Sanat, insanın var olduğundan beri vardır. En ilkel zamanlarda bile insanın yaşadığı yerlerde mutlaka bir tiyatro sahnesi yapılmış olduğunu, o zamanlardan bize gelen kalıntılardan görürsünüz. Sanat sanıldığının aksine lüks değil ihtiyaçtır. Nasıl yiyecekler ve su ile bedenimizi besliyorsak, sanat ile de ruhumuzu besleriz.
Bu hafta ve önümüzdeki hafta sizlere çok önemli bir çalışmadan, Aksaray Devlet Hastanesinde çalışan psikiyatri uzmanı Dr. Basri Köylü’nün, şizofrenik hastalarla hazırladığı tiyatro oyunundan bahsedeceğim ama öncelikle şizofreninin nasıl bir hastalık olduğu hakkında bilgi vermek istiyorum. Çünkü şizofrenik hastalar toplum tarafından en fazla yok sayılan, etiketlenen hastalardır. Etiketlemeler ve toplum dışına atmalar, alay edip yok saymalar, şizofreni hastalarının hastalıkla baş etme yolundaki çetin uğraşılarını daha da güçleştirmektedir. Bu hastalar, toplum içine alınmadan, hastalıkları ile kabul edildiklerini ve hastalıklarına rağmen toplum için verimli ve değerli olduklarını hissetmeden hastalıklarıyla mücadelede yeterli güce ulaşamazlar.
Şizofrenide genellikle biyolojik bir yatkınlık beklenir. Soyağacına bakıldığında, aynı hastalıktan muzdarip akrabalara sıkça rastlanır. Ancak genetik geçiş yüzde yüz değildir. Tıpkı tansiyon hastalığı, şeker hastalığı gibi ailede varlığı sadece riski arttırmaktadır ama yüzde yüz hasta olma nedeni değildir. Şizofreni, diğer hastalıklardan farklı değildir. Nasıl kalbimiz atması gerekenden fazla atmaya başlayabiliyorsa, tiroid bezimiz birden bire fazla ya da az çalışarak guatr hastalığını ortaya çıkarabiliyorsa, beynimiz de salması gereken nörotransmitter isimli maddelerin salınımında bozukluk gösterebilir ve bu durumda da şizofreni ortaya çıkar.
Düşüncelerimizi, algılarımızı ve duygularımızı, bir anlamda gerçek dediğimiz her şeyi, beynimizin düzgün çalışması ile gerçek olarak algılarız. Eğer çalışmasında bir sorun olursa gerçeği algılama şeklimiz de değişir. Kimi zaman gerçekte olmayan sesler duyulabilir ve yine gerçekte olmayan görüntüler görülebilir. Gerçeği değerlendirme yetisi bozulmuştur. Dışarıdan gelen uyaranlar, kanıtlar, karşı kanıtlar hastaların düşüncelerini değiştirmez. Düşünceler, hareketler, duygular kişinin iç dünyasından kaynak alır.
Dışarıdan bakan insanlar hastaların hiçbir şeyi takmadığını, hiç sıkıntı yaşamadığını düşünürler. Ancak gerçekte hastalar çok yoğun sıkıntı yaşarlar. Sıkıntı özellikle hastalığın ilk zamanlarında dayanılmayacak kadar yoğundur, ancak kendilerini ifade etmekte güçlük çektikleri için dışarıdan çoğu zaman fark edilmez.
Şizofreninin ana özelliği, hastaların içe kapanması ve kendi dünyalarına çekilmesidir. Diğer insanlarla temas, hastalık ilerledikçe azalır ve hastalığın iyice ilerlediği ya da atak yaptığı zamanlarda dış dünyadan gelen uyaranlara göre değil, tamamen iç dünyadan gelen uyaranlara göre yaşamla ilişki kurulur. Sosyal olarak geri çekilme, hastalığın ilerlemesine neden olur. Bu nedenle tedavinin bir parçası olarak hastaların, mutlaka toplumla bağlantıda olmasının sağlanması; yapabileceği bir işle, bir sporla ya da bir sanatla uğraşmaları istenir.
“Ben de Varım” isimli oyun, hastaların yok sayılmasını önleyerek toplum içinde değerli olduklarının fark edilmesini sağlaması bakımından son derece önemli bir çalışmadır. Bu yüzden dört yıl boyunca Dr. Basri Köylü’nün ve hastaların her birinin yaşama kattıkları paha biçilmez değerdedir.
Önümüzdeki hafta “Ben de Varım” oyunu ile birlikte hastaların hastalıklarında neler değiştiğini Dr. Basri Köylü’nün dilinden dinleyeceğiz.
Her alanda işini zevkle yapan, hayata fark katan insanlar, birilerinin hayatlarına dokunup yaşama güzellik katarlar. Yaşamda ve etrafımızda böyle insanların hep var olması dileğimle…