Sahip Olma Çılgınlığı
Evvel zaman içinde, ormanın birinde bir sincap ailesi yaşarmış. Tüm gün sabahtan akşama yiyecek bulmak için o daldan o dala atlayıp sıçrayıp dururlarmış. Uyuma zamanı geldiğinde, çoğu zaman kendilerine yetecek kadar yiyecek bulmuş olurlarmış ama bir hayli koşturup daldan dala atlamaları gerektiğinden de çok yorulurlarmış. Önceleri bu durum hiç zorlarına gitmezken, oralara yeni bir ev yapılıp insan denen canlılar o eve yerleştikten sonra zorlarına gitmeye başlamış. Pencereden insanları seyrediyor ve onların kocaman bir demir parçasından çeşit çeşit yemekler çıkarıp yediklerini gördükçe hayret ediyorlarmış. Eskiden ormandaki bütün canlılar kendileri gibi uğraşarak yiyeceklerini buldukları için yüksünmüyorlarken, şimdi insanları görünce kıskanmaktan ve kendilerinin neden öyle olmadıklarını düşünmekten kendilerini alamıyorlarmış.
Masal bu ya, bir gün sincap ailesi ormanda gezinirken bir lamba bulmuş. Ne olduğunu anlamak için orasını burasını kurcalarken lambadan bir cin çıkıvermiş. Diğer masallardaki tüm cinler gibi dile benden ne dilersen deyivermiş. Sınırsızca, istedikleri kadar dilek dileyebileceklermiş ama her gerçekleşen dilekle birlikte, elde edilen şeylerden alınan haz ve mutluluk da azalacakmış.
Sincaplar cinin söylediğine gülmüşler. “Sen istediğimizi yaparsan biz nasıl olsa mutlu oluruz” diyerek cinden bir sürü dilekte bulunmuşlar. Başlangıçta her şey o kadar muhteşemmiş ki! Cin ne kadar uyarırsa uyarsın, elde ettikleriyle eskisi kadar mutlu olamayacakları hiç inandırıcı gelmemiş. Aksine yorulmadan bir sürü fıstık yiyebilmenin mutluluğu ile yattıkları yerden fıstıkları yemeye devam etmişler. Fıstıktan bıktıklarında diğer kuruyemişleri söyleyip sonsuza kadar mutlu hissedeceklerinden eminlermiş nasıl olsa. Fakat işler öyle yürümemiş. Gerçekten ilk zamanların keyfi geçtikten sonra artık eskisi kadar zevk alamadıklarını fark etmeye başlamışlar. Hareketsiz kaldıkları ve çok yiyecek yedikleri için de hantallaşmışlar. Eskiden aldıkları lezzeti de alamaz olmuşlar artık. O lezzeti alabilmek için birbirinden farklı çeşitler istemişler. İlk zamanlarda mutlu olsalar bile bir süre sonra onlar da mutlu etmemeye başlamış.
Sonra ailenin en akıllısı cinin söylediklerini hatırlayıp isteklere biraz ara vermeyi teklif etmiş. Ama eskiden her gün yaptıkları yiyecek için daldan dala atlamalar da artık çok zor geliyormuş. Küçücük bir parça için çok fazla uğraşıyorlarmış gibi geliyormuş. Uğraşmak zor geldikçe bu seferlik isteyelim de diyerek tekrar cinden isteyiveriyorlarmış. Öyle ki, ne eskisi gibi uğraşabiliyorlar ne de eski tadı alabiliyorlarmış. Lambada cin olduğu sürece tekrar eskiye dönemeyeceklerinin de farkındalarmış. Kendilerini ne kadar tutmaya çalışırlarsa çalışsınlar, eskisi kadar çalışıp yiyecek bulmaya kendilerini motive edemez oluyorlarmış. Bir süre kendilerini tutuyor sonra yine dilek dilemeye devam ediyorlarmış. Sonunda cinin esiri olmuşlar. Eskiden az bulsalar da yediklerinin kendilerine ne kadar güzel geldiğini hüzünle hatırlar olmuşlar. Bu hüzünlü günlerin birinde hepsinin ağzından aynı cümle dökülüvermiş: "Çılgınlık bu!"
Son zamanlarda çalışmadan, emek vermeden yalnızca tüketmek üzerine bir yaşam tarzı gelişmektedir. Üstüne üstlük, üretmeden tüketmek, çalışmadan lüks harcamalar yapmak anlamsızca yüceltilmektedir. Bizler de, ebeveynler olarak, çocuklarımıza iyi bir şey yapmak adına sürekli kendilerinin çalışarak elde etmediği şeyleri vermeye devam ediyoruz. Onları mutlu etmek için bebekken oyuncaklara boğuyoruz. Büyüdüklerinde ise oyuncaklarını da büyütüyoruz. Sonlarının, masaldaki sincap ailesinin sonuna dönüşeceğini hiç düşünmeden.
Zavallı sincaplar olmamak için üretmeden tüketme, tükettiklerimizle hava atma çılgınlığına bir an önce son vermeliyiz.
Emeğin tekrar kutsal sayıldığı zamanlara ulaşabilmemiz dileğimle…