Çocuk İstismarları

Çocuk İstismarları

A+ A-

Son günlerde yaşanan ve hepimizi çok üzen çocuk istismarları ile ilgili haberler, bir kez daha dikkatlerimizin bu noktaya yoğunlaşmasına neden oldu. Üzülen ve tedirgin olan anne babalar, çocuklarına sürekli yabancılarla konuşmamalarını tembihleme gereği duymaktadırlar. Hatta çocuklarını korkutacak hikâyeler anlatmak suretiyle çocuklarının kendilerini korumasını sağlayacaklarını umut edecek kadar çaresiz hissedebilmektedirler. Oysa çocukların kendilerini koruyabilme oranları, onların güvende olmasını sağlayacak oranın çok altında kalmaktadır. Biz yetişkinler bile dolandırıcılara bu kadar kanabiliyorken, çocukların kanmaması pek de mümkün değildir.  Bu nedenle, çocukları ebeveynlerinin, yetişkinlerin ve devletin koruması gerekir.

Çocuklara yabancılarla konuşmamalarını, onlarla bir yere gitmemelerini, özel bölgelerine dokundurmamayı, dokunmak isteyen olursa da hemen anne babasına haber vermeyi öğretmek gereklidir.  Ancak çocukların bu tür durumlara dikkat edebilmesini sağlamak amacıyla anlatılan hikâyeler, bazen çok abartılı olabilmekte, çocukların yaşama karşı güvenlerini sarsabilmekte ve korunmalarını da bir katkısı olmayabilmektedir. Dikkatlerden kaçmaması gereken bir diğer çok önemli husus ise çocuk istismarlarında, istismarın önemli oranda yabancılardan değil çocuğun tanıdığı insanlardan geliyor olmasıdır. Öyle ki, hiç de azımsanmayacak bir oranda çocuğun çok yakınları tarafından yapılmakta ya da yakınları tarafından bu duruma göz yumulmaktadır.

Çocuğun yakınlarının bu olaya göz yumması, çocuğun bazı çıkar hesapları ile henüz kendi seçimlerini yapabilecek yaşa ve olgunluğa ulaşmadan evlendirilmesi ve ilişki yaşatılması istismarı meşrulaştırmaz. Çünkü yakınlarının onayının olması çocuğun travma yaşamasını engellemez ve çocuğun sağlıklı gelişimi kesintiye uğrayarak bozulur. Çocukları sağlıklı gelişemeyen, travmalara maruz kalarak büyüyen toplumlar, bir bütün olarak sıkıntı yaşamaya mahkûmdur. O yüzden çocuk istismarı, yalnızca anne babaların değil  bütün toplumun sorunudur.

Devletin ivedilikle çocukları koruyacak önlemler alması gereklidir. Korumak, birinci öncelik olmalıdır. Toplumda yanlış mesajların yayılmasını ve pekişmesini önlemek, istismarı “çocuk gelin” adı altında ya da başka isimlerle meşrulaştırmamak ve de masumlaştırmamak gerekir.  Özellikle çocukların cinsel bir obje olarak görülmesini sağlayan mesajlara çok dikkat edilmelidir. Eylemden önce düşünce başlar. Bu nedenle, hiçbir eylemde bulunmasa bile çocukların cinsel obje olarak algılanmasına yönelik mesaj veren herkes suçun bir parçasıdır. Özellikle basında, medyada verilen bu tür mesajlar hem insanların zihninde çocuklara yönelik fanteziler kurulmasına neden olmakta hem de istismarın meşrulaşması sonucunu doğurmaktadır.

Bu tür mesajlar, mikrobun bedeni hasta etmesi gibi işlev görmektedir. Nasıl mikrobu alan herkes yüzde yüz hasta olmuyorsa, bu mesajları alan herkes de sapık haline gelmez. Ancak ortamdaki mikrop oranı arttıkça, kişilerin hastalık kapma oranı da artar. Hasta olup olmamada kilit rol, kişilerin bağışıklığıdır. Ancak herkesin bağışıklığı aynı miktarda güçlü değildir. Bağışıklık ne kadar zayıfsa hasta oma olasılığı da o kadar yüksektir. Aynı durum çocuk istismarları için de geçerlidir. Çocuklar hakkındaki fanteziler dillendirildikçe, insanlar kendi küçük çocuklarından bile nasıl tahrik olduklarını anlattıkça, olmaması gereken şeyler normalleştirilecek ve   toplumdaki çocuk istismarı oranları da buna paralel olarak artacaktır.

Çocukluk, hayatımızdaki en önemli dönemdir ve sağlıklı geçirilmezse, ileride ruh sağlığını düzeltmek için çok uğraşılması gerekecektir. Sağlıklı bir gelecek ve sağlıklı nesiller, çocuklarını koruyan ve sağlıklı gelişmesini sağlayan toplumlarla mümkündür. Aksi halde sürekli sorunlar yaşayan, her dönemde kaos ve çatışmalar yaşayan toplumlar ortaya çıkar. Çocukları korumak ebeveynlere kalırsa eğer ebeveyni olmayan ya da ebeveynleri yeterince koruyamayan çocuklar gözden çıkarılmış olur. Oysa korunmak, her çocuğun doğal hakkıdır. Çocukları korumanın ve onların sağlıklı olarak büyümesini sağlayacak ortamın yaratılmasının önceliğimiz olması dileğimle…

 

 

25-04-2019
Dilek Türkoğlu

Dilek Türkoğlu

Psikiyatrist Dr.

İlk, orta ve lise eğitimimi Ankara Dikmen Lisesi"nde tamamladım. 1992 yılında Hacettepe Ü. Tıp Fakültesinden mezun oldum. Aynı yıl yapılan TUS sınavları ile çocukluğumdan beri istediğim psikiyatri ihtisası yapmaya hak kazandım. 1997 yılında Çukurova Üniversitesi Psikiyatri A. B. D da uzmanlığımı tamamlayarak Hacettepe Ü. Sağlık ve Rehberlik Merkezi"nde göreve başladım. 2001 yılında Hacettepe Üniversitesi"deki görevimden ayrılarak ODTÜ Sağlık ve Rehberlik Merkezi"ne başladım. 2009 yılında hekimler için tam gün  yasasının gündeme gelmesi nedeni ile devlet memurluğumdan istifa ettim. O zamandan beri kendi muayenehanemde  çalışmaktayım.

2004 yılında kurulan Ankara Tıbbi Hipnoz Derneği"nin (ATHD) kurucu üyelerindenim. ATHD, 2000"li yıllarda Türkiye"de hipnoz hakkında bir şey bilinmediği ve bu yüzden çaresiz insanların tıp dışındaki insanlar tarafından hipnoz adı ile suistimal edildiğini gözlediğimiz için, etik çalışan ve hipnoz hakkında doğru  bilgileri topluma yayan bir dernek olması amacı kurulmuş bir dernektir. Şu anda  derneğimizin  başkan yardımcılığı görevini gururla üstlenmekteyim.

2010-2020 yılları arasında Milliyet gazetesi Ankara ekinde de haftada bir olmak üzere köşe yazıları yazdım. 

Medya Çuvalı"nın ilk oluşmaya başladığı yıllardan beri, Medya Çuvalı ailesinin  bir parçası olmanın mutluluğu ile yazılarıma Medya Çuvalı" ndan devam etmekteyim. 

Evliyim, bir oğlum var.

 

0 542 725 88 08

0 542 725 88 08

drdilekturkoglu@gmail.com

Diğer Yazıları

Bu yazılar da ilginizi çekebilir