Şartlanma
Şartlanma insanlarda çok yaygın olarak bulunan bir özellik.
Genelde, mantığın biraz kenara itilmesine yol açan bir etkisi var ama bu kadar yaygın olması doğal seleksiyonda artı bir değer olduğunu gösteriyor.
Küçük yaşlarda ana-baba veya onların yerini tutan kişilerden edinilen bilgiler, inançlar, davranışlar insanın tüm yaşamını etkiliyor, adeta biçimlendiriyor.
Her konuda olduğu gibi şartlanma konusunda da tek bir tipten söz etmek mümkün değil.
Biyolojinin ana yasası evrim.
Evrimin doğal sonucu da değişme ve çeşitlilik.
Bazı insanlar için küçük yaşlarda kendisini yetiştirenlerden edinilen bilgiler ve inançlar gerçeğin ta kendisidir, tartışılması düşünülemez, herkes için geçerlidir.
Bazıları için ise ilk fırsatta değiştirilmesi gereken köhne kurallardır.
O yöne değil aksi yöne gidilmelidir. Bu tipler “Yahu bu çocuk bu aileden nasıl çıkmış” dedirtir insana.
Şartlanmanın alanları da çeşitlidir.
İlk şartlanmalar beslenme konusunda oluşur. İnsan daha süt emme döneminde bile başka çeşit besinlerle tanışır.
Tanıştıran genellikle annedir.
Anne veya onun yerini tutan kişi çocuğun en güvendiği insandır. Onu, annenin yanında çok sık gördüğü kişi veya kişiler izler. Çocuk bu kaynakların sunduğu besinlerin kendisine yararlı olacağı mantığına doğuştan sahiptir.
Bu şartlanma sonuçta farklı toplumsal mutfakların oluşmasına yol açar.
Aynı toplumdaki anneler birbirinden etkilenir, çevrenin sunduğu olanaklarla beslenme gereksinimleri devreye girer ve topluma özgü mutfaklar oluşur. Komşu toplumların mutfaklarında benzerlikler olması doğaldır.
Coğrafik olarak çok uzak toplumlarda çok büyük farklılıklar olabilir. Beslenme konusundaki şartlanmaları kuvvetli olanlar, bu farklı ortamlarda çok güçlük çekerler.
Bana kalırsa şartlanma çocuk doğmadan önce yani ana rahmindeyken başlar.
Bildiğiniz gibi rahim bir çeşit seyyar imalâthanedir. İnsan yapımı imalâthaneler gibi temeli olan, bir yere çakılı sabit bir yapı değildir.
Eeee embriyo da en azından altı aylık olduktan sonra bütün organları tamamlanmış büyüme evresinde olan bir varlıktır.
Şimdi ceninin içinde yaşadığı ortamı bir düşünelim.
Bir defa gürültülü bir yer olduğu kesin.
Cenin, dışardaki bütün seslerin yanı sıra annenin iç organlarından gelen sesleri de (Kalp atışları, mide ve bağırsaklardan gelen sesler) duyarak büyüyor. Üstelik bulunduğu yer sabit değil tam anlamıyla çalkantılı bir yer.
Anne oturuyor, kalkıyor, eğiliyor, bükülüyor. Yerinde de pek durduğu yok. Ya ev işi yapıyor ya ev dışında çalışıyor. Nadiren(?) de olsa alış veriş yapıyor.
Hiç birini yapmasa gezip tozuyor.
(Devre Arası: Nasrettin hocaya sormuşlar; Hocam senin hanım çok geziyormuş doğrumu? Külliyen iftira demiş Hoca; O kadar çok gezseydi bizim eve de uğrardı)
Bu durumdan çocuğun etkilenmemesi, her türlü sese yani gürültüye ve harekete şartlanmaması biyolojik kurallara aykırı olur.
Nitekim uyuması için sallamak bütün kültürlerde gözlenen yaygın bir davranış.
Yollarda rastlamışsınızdır, o düzgün(!) kaldırımlarda oryantal dansöz gibi çalkalanan pusetlerde bebekler mışıl mışıl uyur. Tam eve gelip yatağına koyduğunuzda da uyanır kerata.
Seslere şartlanmadan kaynaklanan gürültülü ortamda uyuma yeteneği, maalesef zamanla kaybolur. Daha doğrusu bu yetenek bizzat anneler tarafından katledilir. Sessizlikte uyumaya alışmış olan anne, çocuğuna da aynı ortamı sağlamaya çalışır.
Çocuk sallanarak güç bela uyutuldumu anne evde terör estirir:
Susun… Gürültü yapmayın… Çocuk uyuyor…
Oysa çocuk gürültülü ortama şartlanmıştır, rahat bıraksalar sesli ortamda kendini daha emniyette hissedecek ve çok daha kolay uyuyacaktır.
Toplumumuzda annelerimizden kaynaklanan çok yanlış bir şartlanma daha vardır:
Cereyandan (Hava) korkmak.
“Bak cereyan var çabuk giy bakayım hırkanı… Yoksa üşütür hasta olursun…”
Oysa üşümekle üşütmek farklı şeylerdir.
Sıcaklık derecesi düşük ortamlarda uzun süre kalmak insanın üşümesine yol açar. Bu durumda doğal seleksiyonla kazanılmış yeteneklerimiz devreye girer ve ısı kaybını en aza indirmeye çalışır.
Vücut büzülerek ısı kaybına yol açan dış yüzeyini küçültür. Derideki kılcal damarlar büzülür kanın soğukla temasını azaltır, hayati organların ısı kaybını önlemeye çalışır.
Bir yandan da istem dışı titreme başlar. Bu da kasların ısı üretimini arttırır.
Oysa üşütme vücudun ani ısı kaybından kaynaklanan bir çeşit alerjidir.
Bu da genellikle vücudumuz ıslakken özellikle terliyken olur. Terlemek aslında vücudun sıcaklık derecesinin artmasını önleyerek sabit tutmaya yarayan bir özelliktir.
Üşütmekten korkarak kat kat giyinen bir insan biraz hareket ettimi ister istemez terleyecektir. Terli iken biraz soyunup biraz da hareketsiz kalan insanın hızla ısı kaybetmesi kaçınılmaz olur.
“Cereyan” da ter çabuk kurur.
Unutmayın ki 1 gr. suyun sıcaklığının 1 derece artması için 1 kalori alması yeterlidir ama sıvı halden gaz haline geçmesi için 339 kalori alması gerekir. Ter kururken bu kalorileri üzerinde bulunduğu vücuttan alacaktır elbette.
Bu sırada insanın keyfi yerindedir çünkü serinlemektedir. Bu arada hareket etmiyor yani yeterince ısı üretmiyorsa maalesef ayvayı yemektedir.
Sözün kısası üşütmenin ilk adımını genellikle üşütmemek için fazla giyinmek oluşturur.
Sevgili anneler evladını koruma içgüdüsüyle:
“Ye yavrum ye”, “Giy çocuğum giy” derler ama…
Gerisini biliyorsunuz canım…
Bugünkü dersimiz bitmiştir arkadaşlar.
Sevgiyle kalın, sağlıcakla kalın.
Mustafa Ökten
(Devre sonu: 69 mezunlarından Mustafa Gültekin’in eşi Mabel dünya tatlısı bir insandır. Şöyle derdi: Türklerle harp etmek için silah kullanmaya gerek yok. Getir dev gibi vantilatörleri cepheye bas düğmeye… Nasıl olsa cereyan var diye hepsi kaçışır.)
Karikatür: Pol Leurs Werd Geboren