
Niye Daha Kaygılıyım?
Aynı şeyleri yaşasak bile hepimiz birbirimizden farklı tepkiler veririz. Çünkü aynı olay farklı kişilerde farklı duyguları tetikler ve dolayısıyla farklı davranışlar ortaya çıkar. Bu nedenle aynı olayda hissettiğimiz kaygı oranı da, kişiden kişiye değişir.
Aynı uyaran neden farklı kişilerde farklı oranlarda kaygı yaratmaktadır? Pek çok insan bu sorunun cevabını merak eder. Çünkü kaygı düzeylerini neyin belirlediğini öğrenebilirsek, daha kaygısız bir yaşam sürdürme şansına sahip olabiliriz.
Kaygı düzeyimizi birçok etken belirlemektedir. Bunlardan birisi doğuştan getirdiğimiz özelliklerimizdir. Örneğin anne babamız ya da yakın akrabalarımızın kaygı düzeyi yüksek ise bizim kaygı düzeyimizin de yüksek olması muhtemeldir. Onların hayata yaklaşımları da kaygılı olmamıza zemin hazırlayacaktır.
Bebekleri gözlediğinizde, bebeklerin bile birbirlerinden farklı tepkiler verdiğini fark edersiniz. Bazı bebekler daha kolay irkilir. Yabancı olan nesnelere ve insanlara karşı daha ürkektir. Ve kolayca korkuya kapılır. Diğer bebeklerin vereceği tepkilere göre daha fazla korku duyarak tepki verirler. Kardeş hatta çift yumurta ikizleri bile birbirlerinden farklı genetik yapı ile doğarlar. Aynı evde büyümelerine ve ikiz olmalarına rağmen farklı kişiliklerde ve farklı kaygı düzeylerinde olabilirler.
Bebeklik ve çocukluk döneminde yaşanan travmalar ve fiziksel, duygusal, cinsel istismarlar, insanlara ve geleceğe karşı güven duygusunu zedeleyerek daha kaygılı bireyler olarak büyümemize neden olabilir.
Büyürken öğrendiklerimiz de kaygı düzeyimiz üzerinde önemli etkiler yaratır. Ancak burada anne babası kaygılı olanlar mutlaka kaygılı olacaklardır diye bir genelleme yapmak da mümkün değildir. Bazı durumlarda çocuklar, ebeveynlerinin kaygısını yatıştırma misyonu edinirler ve bu onların daha da sakin olmalarını sağlar. Ya da bazı durumlarda ebeveynlerinin tepkilerinin mantık dışı olan tarafları, onların daha mantıklı ve dolayısı ile daha sakin kalacak şekilde düşünceler üretmelerine neden olabilir.
Olaylara bakış açımız, henüz olmadan önce neler olacağına ilişkin ne kadar düşündüğümüz, düşünürken kötü olasılıklara ne kadar takılıp kaldığımız, başka şeylere odaklanabilme becerisinin ne kadar geliştiği, bedensel belirtilerimizi ne kadar sürede yatıştırabildiğimiz gibi pek çok etken kaygı düzeyimiz üzerinde etkilidir. Bazılarımız, çocukluktan itibaren kendimizi yatıştıracak ve daha iyi hissettirecek şekilde düşünerek büyürüz. Bazılarımız ise çocukluktan beri kaygı seviyemizi arttıracak şeyler düşünmeyi öğrenerek büyürüz.
Yetişkinlik dönemine geldiğimizde daha rahat bir hayat yaşamak istediğimizi fark ettiğimizde ise o zamana kadar düşündüklerimizden farklı düşünmeyi ve farklı davranmayı öğrenmemiz gerekir. Ancak o yaşlara kadar düşünce alışkanlıklarımız, hayata bakış açımız, kendimizi rahatlatmak için yaptıklarımız o kadar yerleşmiş olur ki, yeni bilgileri hayatımıza almamız ve içselleştirmemiz zaman ve emek gerektirir.
Başlangıçta o çabayı harcasak bile yeni öğrendiklerimizin içselleştirilmesi süreğenlik gerektirir. Benim günlük yaşamda gördüğüm, bir süre uğraştıktan sonra sonuç alınsa bile, eski alışkanlıkların tekrar çekmeye başladığıdır. Böyle durumlarda başkalarının doğal olarak yaptığı şey için çalışmak zorunda kalmaya duyulan kızgınlık sıklıkla, yeni öğrenilenler için çaba harcamayı bırakmaya neden olabilmekte ve yıllar boyunca alışılagelmiş olana dönülme olasılığı artmaktadır. Oysa yeni alışkanlığın pekişmesi ve günlük davranışımız haline gelmesi için aynı kararlılıkla çalışılmak gerekir. Alışkanlıklar su gibidir ve gücünü süreklilikten alır. Tıpkı damlayan suyun zaman içerisinde kayayı delmesi gibi yeterince kararlı olmak da yeni alışkanlıkların içselleştirilmesini ve otomatik tepkilere dönüşmesini sağlar. İşte bu aşamadan sonra, hayatı olageldiği gibi yaşamak yerine, kendimize farklı bir yaşam inşa etmiş oluruz.
Güzel günler dileğimle…