Sen benim kim olduğumu biliyor musun?
Her yerde, herkesin ağzında bu söz dolaşıyor; “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”
Her birimiz, özel olduğumuzun, biricik olduğumuzun farkına varılmasını isteriz. Öyleyiz de zaten. Bu dünyada aynı parmak izine sahip ikinci kişi yoktur. Her birimiz o kadar özel, o kadar biriciğiz ki!
Özel olduğumuzu fark etmek hepimizin ihtiyacıdır. Bu durum çok abartılmadığında sorun oluşturmaz. Ancak bir toplumda herkes fazlaca özel olmaya ihtiyaç duyuyorsa, bir sorun var demektir.
Doğada da hayvan ilişkileri içerisinde lider olan hayvanlar olur. Bunlar grup içerisinde fiziksel olarak daha güçlü olan, grubu yönlendirebilecek olan hayvanlardır. Genellikle bir mücadelede kazanan hayvan lider olan (alfa) haline gelirler. Alfa olan hayvan, yiyeceğin istediği yerini seçer. İstediği kadar yer. Bir anlamda iltimaslıdır. Böyle bakıldığında sanki hayvanlarda bile bazıları daha üstün ise insanlarda da tamamen eşitlik beklenemez gibi düşünülebilir ama hayvanlarda alfa olmanın ciddi sorumlulukları da olur. Örneğin dışarıdan gelen tehlikelere karşı grubu koruma görevini üstlenir. Mücadeleye giren, gerekirse canını grup için feda edendir. O yüzden çoğu zaman erken ölendir. Bu pencereden bakıldığında onun iyi beslenmesi, iyi bakılması grubun iyiliği için de önemlidir. Bir anlamda alfa olan keyfi olarak istediğini yapan, her şeyin en iyisini alan değil, gruba hizmet edendir.
İnsanlarda somut ihtiyaçlardan çok, manevi olarak önemli, değerli olma ihtiyacı öne geçer. Başkaları için önemli olduğunun , değerli olduğun bilinmesine ihtiyaç duyulur. İçimizde ne kadar değersiz bir çocuk barındırıyorsak, o kadar tam aksini kanıtlamaya ihtiyaç duyarız. “Ben ve herkes değerli” yerine “ben herkesten daha değerliyim “ sürekli kendini kanıtlattırmaya ihtiyaç duyar. Kanıtlanamayan yerlerde ise ihtiyacın şiddeti ile orantılı olarak kırılganlık, alınganlık ve intikam alma istekleri doğar. Bir anlamda değerli ve güçlü olma ihtiyacının zavallı bir çığlığıdır; “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”
Bu ihtiyaç eğer “ben ve herkes değerli, önemli” düzeyinde kalır ve olması gereken sınırlar adil olarak çizilirse toplum güçlenir ve gelişir. Ancak eşit haklar ve özgürlükler yoksa , “ben daha önemli olmalıyım” düşüncesi öne çıkar. Diğerlerine hükmedebilme, ezebilme isteği, güç gösterisine dönüşürse ve bu düşünce tarzı yaygınlaşırsa delikleri olan bir kovanın suyu taşıyamaması gibi o toplum kendini geleceğe taşıyamaz.
İnsan ilişkilerinde, eğer yeterince adalet yoksa, sınırlar ve özgürlükler adil bir şekilde korunmuyorsa, bazıları, başkasının alanını işgal etmek pahasına kendi alanını genişletmeye çalışacaktır. Diğerleri de kendi alanlarını koruyabilmek adına “önemli biri” olmaya çalışacaktır. Bireysel olarak herkesin bu mücadele içinde olması vicdan, adalet gibi kavramların daha da silikleşmesine sebep olur. Oysa bir toplumu sağlam tutan şey toplumu oluşturan bireylerin vicdan, adalet ve adalete güven duygularıdır.
Kimsenin diğerinin kim olduğunu bilmek zorunda kalmadan sayacağı, herkesin kendinin ve başkasının sınırlarına ve özgürlüklerine saygı duyacağı bir toplum dileğimle…