Şiddet-2
Geçen hafta şiddet üzerinde durduk.
Şiddetin önemli bir toplumsal sorun olduğundan bahsettik.
Şiddet, bazı ilkel kabileler hariç (İlkel kabileler de artık şiddet kullanarak yok edilmiştir zaten.) hiçbir toplumda sıfır oranında değildir.
Şiddetin oranı, şiddetin görünüş şekli, kimlere uygulandığı toplumdan topluma değişiklikgöstermektedir.
Amaç bütün toplumlarda şiddeti en düşük oranda görülen toplumlar oranına hatta mümkünse daha altına çekmektir.
O yüzden yapılması gereken “başka ülkelerde de şiddet var” diyerek onlardaki şiddetleri örnek gösterip şiddeti meşrulaştırmak değil; tam tersine ortaya çıkmasını engellemek için neler yapılabileceği üzerine düşünmek ve bu yönde çözüm geliştirmektir.
Şiddet, uygulayan ve uygulanan kişiye ait bir sorun olarak görüldüğünde ve her olaydan sonra bir süre celallenip sonra unutulduğundaşiddetin artışı da kaçınılmaz olmaktadır.
Toplumda yaşanan sorunlar, suyun kaynamasına benzer bir gelişim süreci göstermektedir. Suyu kaynatmak için ocağın üzerine koyduğumuzda, hiç altını yakmasak bile çok az sayıda su moleküllerinde buharlaşma olmaktadır.
Bunu en düşük şiddet oranının olduğu toplum ve zaman dilimindeki en düşük oran olarak düşünebiliriz. Ocağı yaktıktan sonra sudan kendini koparıp gaz haline dönüşen su moleküllerinin sayısı artar.
Koşulları, inançları, ahlaki ve insani değerleri, adaletin kişiye göre ya da koşullara göre değişmesi gibi birçok etken ocağın kapalı olmasına ya da değişik oranlarda açılmasına neden olur.
Ocağı açtığımızda şiddete daha fazla eğimli olanlar, diğer insanlara göre daha çabuk şiddet uygulayacak hale gelir.
Bu nedenle “herkes aynı koşullarda ama herkes şiddet uygulamıyor” demek ve sorunu tamamen bir kişiye bağlamak, ocağın açık olmasına göz yummak için bahane aramaktır.
Yine tekrar etmek istiyorum ki; tıpkı ocağı açmadan buharlaşan su molekülleri olabileceği gibi, tamamen kişinin karakterinden kaynaklanan şiddet uygulamaları da olabilir ama bu oranın oldukça düşük olması beklenir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün şiddet tanımını tekrar hatırlatmak istiyorum:
Fiziksel güç ya da kuvvetin, amaçlı bir şekilde kendine, başkasına, bir gruba ya da topluluğa karşı fiziksel zarara ya da fiziksel zararla sonuçlanma ihtimalini artırmasına, psikolojik zarara, ölüme, gelişim sorunlarına ya da yoksunluğa neden olacak şekilde tehdit edici biçimdeya da gerçekten kullanılmasıdır.
Gücün, “gelişim sorunlarına ve yoksunluğa sebep olacak şekilde kullanılması” bizim göz ardı ettiğimiz ve fiziksel şiddet yoksa şiddet de yoktur şeklinde yanlış değerlendirdiğimiz bir olgudur.
Bizim toplumumuzda şiddet uygulayan kişinin şiddet uygulaması değil de, şiddete maruz kalan kişinin kendisini yoksun bırakmaması daha fazla yargılanmaktadır.
Kişinin şiddete maruz kalmamak için insani hak ve özgürlüklerinden vazgeçmesi gerekir, aksi halde şiddete maruz kalmayı hak ediyor gibi garip bir inanış yazık ki gittikçe yerleşmektedir.
Bir anlamda sesli şiddet, ancak sessiz şiddetle önlenebilir gibi bir “çözüm” üretilmektedir.
Oysa bu çözüm, şiddeti azaltmak yerine, şiddetin daha da meşrulaşmasını ve sınırların gittikçe geriye doğru çekilmesini neden olarak şiddet oranlarını arttırmaktadır.
Yani “kadınların pembe otobüsle ulaşımları sağlansın” şeklindeki iyi niyetliymiş gibi görünen çözümler, şiddetin pembe kıyafet giymiş sessiz halinden başka bir şey değildir.
Şiddet, şiddetin başka türlüsü kullanılarak yok edilemez.
Şiddetin her türlüsünün yok edilmesi için samimi bir şekilde uğraşılması dileğimle…