İstek ve Bedel Dengesi
Geçen hafta hem istemenin şeklinin hem de vereceğimiz emeğin öneminden bahsetmiştim. Bu hafta bu konudan devam edeceğim.
Bebek doğduğu zaman kendisi ve diğerleri arasındaki farkı ayırt edemez. Bebek mutlak bir çaresizlikle dünyaya gelir. Bakım veren olmazsa ölür. Kendi sınırlarının, annesinin ya da dış dünyanın sınırlarının nerede başladığını bile bilmeksizin dünyaya gelir. Zaman içerisinde uyum sağladıkça farkındalığı artar. Elini inceler, hareket ettirdiğinde hareketini görür. Hareket ettirenin kendisi olduğunu, elin kendisinin bir parçası olduğunu anlaması bile bebeğin zamanla öğreneceği bir şeydir. Başlangıçta dünya ve kendisi arasındaki ayrımı bilemez, dünyayı kendinin uzantısı gibi algılar. Bu dönem primer narsizm dönemi olarak tanımlanır. Bebeğin istemesi ve ağlaması, isteklerinin yerine getirilmesi için yeterlidir. Bebek ister ve olur. Acıkınca ağlar, anne doyurur. Primer narsizm dönemi, yaş ilerleyip kendisi ve diğerlerinin arasındaki farkı ayırt etmeye başladıkça, diğerlerinin hissettiklerini anlama kapasitesi geliştikçe geriye doğru çekilir. Çocuk isteklerinin olması için bir şeyler yapması gerektiğini öğrenmeye başlar. İstediği bir şeyi elde etmek için yaşı ile uyumlu olarak çaba göstermesi gerektiğini, çaba göstermeden isteklerinin bir kısmının olamayacağını öğrenir. Sağlıklı olan da istek ve bedeli arasındaki dengeyi kurarak hayatını sürdürmeyi öğrenmesidir. Çocuğun yapabileceği şeyleri kendisinin yapması, çocuğun sağlıklı gelişimi için önemlidir. Son yıllarda toplumumuzda çocuk yetiştirirken bu dengenin bozulduğu, ebeveynin çocuğun her isteğini karşılamakla yükümlü olduğu şeklinde bir algının oluştuğu gözlemlenmektedir. Emek çok değersiz, kazançlar emekle bağlantısız hale gelmektedir. Bireyler, sarf ettikleri emekten bağımsız olarak toplumda yer edinmeye başlamıştır. Çocuklar doğal olarak bunu gözlemleyerek büyümektedir. Hatta çalışmak, emek vermek enayilik gibi düşünülmektedir. Özetle, toplum olarak primer narsizm dönemini yaşamaktayız.