Hangi Psikoterapi?
Psikoterapiler üzerine yazılanlardan sonra akla, hangi psikoterapi sorusu gelecektir.
Psikoterapiler dil gibidir. Öğrenmesi de uygulanması da, dil öğrenmek gibi emek ve ustalaşma gerektirir.
Günümüzde uygulanmakta olan pek çok psikoterapi tekniği vardır.
Bununla birlikte yaygın olarak bilinen ve kullanılan, üzerinde çok çalışılmış olan teknik sayısı iki elin parmağını geçmez. Bunlar arasında iyi ya da kötü diye bir ayrım yapılamaz.
Kişinin ihtiyacına göre hangi tekniğe yatkın olduğuna ve terapistin hangi teknikte ustalaştığına göre seçimler yapılabilir. Örneğin hipnoz kullanılacaksa, kişinin hipnoza yatkın olup olmadığı önemlidir.
Filmlerden, kitaplardan en çok bildiğimiz “çocukluğuna inelim” şeklinde esprilere konu olan yöntem psikanalizdir.
Freud tarafından geliştirilen ve sonrasında pek çok terapist tarafından eklemeler ile birçok yeni isimle anılan, başka yöntemlere de kaynak teşkil bir psikoterapi tekniğidir.
Davranışlarımızın kökeninde bilinçaltının ve bilinçdışının önemli roller oynadığını, bunları fark edersek hem kendimizi daha iyi tanıyacağımızı hem de muzdarip olduğumuz şikâyetlerimizi kontrol altına alabileceğimizi ya da bunlardan kurtulabileceğimizi savunur.
Hedef sadece hastalıktan kurtulmak değil, kişinin kendisini tanıması da olduğu için uzun soluklu bir tedavi yöntemidir. Genellikle haftada bir ya da birkaç görüşme şeklinde uygulanır. Sürecin birkaç yıl sürme ihtimali oldukça yüksektir.
Bir diğer iyi bilinen, üzerinde çok çalışma yapılmış olan yöntem ise bilişsel-davranışçı terapidir. Ülkemizde de oldukça yaygın olarak bilinmekte ve uygulanmaktadır.
Benim şahsi fikrim bu yöntemin, birçok terapi yöntemi için temel oluşturduğu yönündedir.
Bilişsel-davranışçı terapinin temel prensibi düşüncelerimizin duygularımızı, duygularımızın davranışlarımızı etkilediğidir.
Örneğin, yolda bir tanıdığınızla karşılaştığımızda selam vermeden geçip giderse ne hissedeceğimiz ve nasıl davranacağımız, ne düşündüğümüzle bağlantılı olarak değişecektir.
Eğer beni görmezden geldi, önemsemedi diye düşünürsek kötü hissederiz ve bu duyguyla bağlantılı bir tepki veririz. Eğer dalgındı herhalde diye düşünürsek kötü hissetmeyiz ve davranışlarımız da ona göre değişiklik gösterir.
Bilişsel terapinin temeli, çocukluktan beri öğrendiğimiz ve o yüzden otomatiğe bağlanmış düşünce tarzımızı değiştirme üzerine kuruludur.
Davranışçı terapinin temeli ise bize huzursuzluk veren, korkutan şeylere; korku yatışana kadar maruz kalmak suretiyle zihnimizin korkuyu yatıştırma becerisinin gelişmesine dayanır.
Çünkü korku ya da kaygı yaratan şeylere maruz kaldığımızda, başlangıçta giderek artan bir derecede rahatsızlık verir. Bir süre sonra plato yapıp düz çizgi çizer. Hala maruz kalmaya devam edersek, rahatsızlık yatışmaya başlar ve tamamen sıfıra düşer ya da çok yaklaşır.
Davranışçı terapide, rahatsızlık hissi sıfırlanana kadar birlikte çalışılır. Sonrasında, zihin bir kez baş edebilmeyi öğrendiği için artık sorun olmaktan çıkacaktır.
Bilişsel davranışçı terapide, genellikle tedavi çok daha kısa sürelidir. Her durum için geçerli olmasa bile, bazen 8-12 seans yetebilmektedir.
Daha amaca yönelik çalışılabilmesi, sürenin daha sınırlı olması psikanalize göre üstünlüğüdür. Bu tedavide kişi sürece aktif olarak katılır, akıl vermeye kalkılmaz, sorular ile düşüncelerinin ve çarpıtmalarının daha fazla farkına varması sağlanır.
Aynı şeyi günlük hayatta da sürekli yapması, doğru sorular sorarak neler olduğunun farkına varması ve bunları kayıt etmesi beklenir.Böylece bir anlamda balık tutma öğretilir.
Psikanaliz ise kişinin hayat yolculuğunda, kendisini daha fazla tanıma fırsatı bulması açısından avantajlıdır.
Önümüzdeki hafta psikoterapi teknikleri hakkında yazmaya devam edeceğim.
Yaşam yolculuğunun herkes için anlamlı ve keyifli olması dileğimle…