Bir Tadilatın Düşündürdükleri - Fatma Ülkü Selçuk  (Sosyoloji, Dr.)

Bir Tadilatın Düşündürdükleri - Fatma Ülkü Selçuk (Sosyoloji, Dr.)

A+ A-

Sanki yaş aldıkça, yapabileceklerimi ve yapamayacaklarımı daha iyi idrak eder hale geliyorum. Yaşlanmayı galiba seviyorum. Gençken heyecanlıydım. Bir adaletsizliğe şahit olduğumda bana mutlaka bunu düzeltmek gerekirmiş gibi gelirdi. Zamanla, öğrendim ki yapabileceklerim çok sınırlı. Kendimi, insanı tanıdıkça sınırları da keşfettim, duruldum.

Bugün anlıyorum ki kim ne yapıyorsa zaten başka türlü hareket etmesi pek de olanaklı olmadığı için öyle yapıyor. Ne genlerimizi, ne yaşadıklarımızı değiştirebiliyoruz. Bunların getirdiği koşullarda ortaya çıkan his, tutum ve eylemler sayamayacağımız kadar çok etkenin birleşimini yansıtıyor. Lisede fizikte öğretilen bileşke kuvvet gibi belki de oldukça mekanik bir durumla karşı karşıyayız. Sadece söz konusu canlılar ve bilhassa da insan olunca, etkenlerin sayı ve gücünü hesaplamak fizikte olduğundan çok daha zorlu hale geliyor.

Ev tadilatı süreci kendimi, insanı tanımak için duygu yüklü bir süreç haline geldi. Her seferinde, şunu anladım: ihtiyaçlarımız var, sınırlarımız var, insanız. Tadilatı üstlenenlerin kolaylığa ihtiyacı pek çok durumda baskın çıkıyor (en hafif örnek, kolaylığa ihtiyacı olduğu için süzgece uygun çukur oluşturmak yerine süzgecin altını kesebiliyor). Rahatlık ihtiyacı bazen o hale geliyor ki mutfak kapısı, bırakın buzdolabının geçmesi, bir insanın geçmesini zorlaştıracak kadar daraltılabiliyor (mevcudun üstüne alçıyı çek, kalın kasayı oturt, gerisi Allah kerim). Sonra işler öyle sarpa sarıyor ki en nihayet bozulanları düzeltmek üzere yeni ustalarla yeni bir tadilat süreci başlıyor. Ve her seferinde kendime dönüyorum, yüzleşiyorum. İnsan doğasını, yönelimini yeniden ve yeniden keşfediyorum. Hem minnet hem hayal kırıklığı, bolca üzüntü ve biraz öfke, arkasından kabullenme, anlayış, tedbir, olumlu eylem için güç toplama süreçlerinden geçiyorum. Sınırlarımı keşfediyor kendimi tanıyorum.

25 yıllık doktor bir arkadaşımla hafta sonu bahçede sohbet ediyoruz. Öğlenleri bilgisayar başında sonuçlara bakarken bir kap yoğurdun içine biraz da yulaf atarak yedikten sonra hızla işinin başına döndüğünü anlatıyor. Çalışma arkadaşlarının öğlenleri fön çektirmeye gidecek zamanları olmasına biraz içerliyor. İş yükünü anlatıyor. Sorumluluk hissediyor. Yoğun bakımlardan birini arkadaşlarına devretmek biraz olsun omuzlarındaki yükü hafifletecek. Ancak tereddüt ediyor. İki çalışma arkadaşı, işi paylaşmada ayak sürüyor. O da hastaların sorumluluğunu kendisi kadar içlerinde hissetmediklerini gözlemliyor. Velev ki iş yükünü paylaşmaya yanaşsalar bile hastaları nasıl emanet ederim diye içi içini yiyor. Hastaların yaşamının sorumluluğu ve iş yükünün ezici ağırlığı arasında bocalıyor. Onun da biraz olsun kolaylığa ve rahatlamaya ihtiyacı var. Hergün cepheye gider gibi yüksek dikkat ve tempoda çalışmayı ne kadar daha sürdürebilecek? Benim gibi o da yaşlanıyor. Yorgunluk gözlerinden okunuyor. Fakat durmuyor, çalışıyor, çalışıyor.

Tıpkı hastanedeki gibi tadilat işinde de bazı insan, içinde daha fazla sorumluluk hissediyor. Bazıları rahatına geldiği gibi iş yapıyor. Tadilat sürecinde kişilik, kişilik bozuklukları üzerine okuduklarım işe yarıyor. Anlamaya çalışıyorum. Sosyoloji de imdadıma yetişiyor. Değerler dünyamıza göre mesleğimizi icra ederken ne kadar sorumluluk hissettiğimiz değişiklik gösterebiliyor. Ayrıca kurumsal düzenlemelerin orta ve uzun dönemde olumlu değişime etki edebileceği de hatırıma geliyor.

Elimizdekini olumlu yolda dönüştürmek için hep beraber çabalarsak belki gelecek nesiller birbirine karşı daha fazla sorumluluk duyar. Yaşama katkı için çalışıp çabalama arzusu dünya üzerinde yayılır. Meslek eğitiminden ailemize, medyadan arkadaş ilişkilerimize kadar sorumluluk hissi, yaşama katkı arzumuzu canlandırarak kuvvetlenebilir.

İnsanız, hepimiz hata yaparız. Öğretmen, doktor, mühendis, tadilat ustası, hiçbirimiz istisna değiliz. Düşünüyorum da, tadilat sırasında karşılaştığım sorunların benzerini çok kişiden dinlemişliğim var. Üstelik tadilatla ilgili geçmiş deneyimlerim de harika değil. Ancak hastasının sorumluluğunu içinde hisseden doktor arkadaşım gibi bozulanları onarmaya içtenlikle çalışan ustaları gördüğümde (herkes için aynı derecede olmasa da) olumlu insan potansiyelinin elverişli fiziksel, biyolojik ve toplumsal koşullarda son derece yüksek olabileceğini de idrak ediyorum.

Neyse ki cana saygı, biyolojik ve kültürel kodlarımızda mevcut. Bireyci ve rekabetçi biyolojik ve kültürel yönelim karşısında yaşama katkı değerinin baskın çıkmasını o kadar çok istiyorum ki. İstiyorum ki vurdumduymazlık değil sevgi, saygı, şefkat hâkim olsun. İstiyorum ki hatalarımızdan öğrenmeye çalışalım, ihtiyaçlarımızı ve sınırlarımızı keşfedelim, yaşama katkı arzusunu el birliğiyle canlandıralım. Öyle ya, canımız birbirimize de emanet.

Fatma Ülkü Selçuk 18.10.2021

 

 

 


Kaynakça

Görsel Kaynak Photo by Simon Berger on Unsplash    

18-10-2021
Konuk Makaleler

Konuk Makaleler

info@medyacuvali.com

Diğer Yazıları

Bu yazılar da ilginizi çekebilir