Değişen Sergi Alanları   'Ezgi Şendal'

Değişen Sergi Alanları 'Ezgi Şendal'

A+ A-

Sanatta sergileme önemli bir parçayı oluşturur. Doğru konsept, doğru ışık, doğru düzenleme ve sergilemeyle eseri daha iyi gösterme imkanınız vardır. Ayrıca izleyiciyle buluştuğu mekân olduğu düşünülürse önemi daha da artmaktadır. Değişen dünyada sanat sergileri artık sadece müze ve galerilerde yapılan etkinlikler olmaktan çıkmış durumdadır. Sanatın artık sadece galeri salonlarında yapılan bir etkinlik değil, sanatın hayatın içinde akabileceği ya da sanatla hayatın aynı düzlemde yer alabileceği düşüncesi kendisini göstermeye başlamıştır. Düşüncede özgürlüğü temel alan sanatın böyle bir atılımdan uzak kalması beklenemezdi. Belli bir zümreden çıkıp topluma da ulaşmayı amaçlayan sanatçılar arayışlarını en iyi bildikleri şekilde bizlere sunuyorlar.

Sanat sergileri denilince akla ilk önce Salon Sergileri gelmektedir. Bunun başında da Paris Salon Sergileri gelir. 1725 yılında Louvre'da düzenlenmiş ve bu tarihten sonra Salon ya da Paris Salonu olarak anılmaya başlamıştır. Zaman içinde Salon, Fransa'nın yüksek kültürünü etkiler hâle gelmiştir. Sonraki 200 yıl boyunca, Fransa'da başarı elde etmek isteyen tüm sanatçılar için Paris Salonu'nda yer almak çok önemliydi. Uzunca yıllar bu gelenekte sergiler yapılmış ve bu günde halen bu geleneğe uygun yapılmakta olan sergiler vardır. 1900’lerin ilk yarısından sonra sanat ile aktivist hareketler birleşmeye, iş birliği yapmaya başlayınca sergileme şekillerinde de farklılıklar kendisini göstermeye başlamıştır. Sanatın hayatla iç içe olması gerektiğini söyleyenler hayattan aldıkları imgeleri salonlara taşımaya başlamışlardır.

 

Çeşitli çevrelerce, modern çağda sanatın müze ve akademilerde kurumsallaşmış olmasına, eleştirel akademik beğeni hiyerarşilerine, sanat yapıtlarının sınırları çizilmiş gösteri nesneleri olarak kutsanmasına karşı çıkışlar olmuş ve tüm bu düşünce ve eylemlerin sonucunda sanat ve gündelik yaşam arasındaki sınırların silinişi; yüksek kültür ve kitle kültür arasındaki hiyerarşik ayrımın çöküşü; sanat yapıtının özgünlüğünün gözden düşüşü, deha kavramının sorgulanması gibi değişimler ve yenilikler yirminci yüzyılın sonlarından başlayarak günümüze dek etkisini sürdürmüştür. (DİKMEN, 2012)

 

 

60’lı yılların başlarında “performansın biçimlenebilir, sürekli değişen doğası ve risk anı” ilkesiyle oluşan performans sanatı ivme kazanmaya başlamıştır. Beden, sanat eserinin aynı anda nesnesi ve öznesi olduğundan seyircinin geleneksel algısı kırılıp, sanatçı ile arasındaki mesafenin yok olduğu deneyimsel bir gerçeklik boyutuna çekilir. Body Art’ın önemli temsilcilerinden olan Marina Abromovic hem izleyicileri hem de kendisinin ve aynı zamanda sanatının sınırlarını zorlayan performanslar sergilemiştir. Bunlardan en sansasyoneli ve “aşırı” olarak adlandırılan performansı “Rythm 0” (1974)dır. Gerçeklik ve risk olgularının yansıtıldığı performansında Abromovic, yanındaki masanın üzerinde şarap, parfüm, bıçak, kuş tüyü, jilet, gül, mermi, tabanca, testere, kibrit, kamçı gibi malzemeler ve masanın üzerine izleyicilerin bu nesneleri kullanarak Marina’ya istediklerini yapabileceklerini yazan bir not bırakıyor. Sanatçı bu performansını bir izleyicinin kendisine silah doğrultması ardından sonlandırmış. (Abromovic’in kendi ağzından olayları anlattığı bir videonun linkini buraya bırakıyorum. https://vimeo.com/71952791 )

 

 

 

Bir müze görevlisinin “dağıtılmış ve zarar verilmiş” zannedip temizleyip ve yatağı düzeltmesiyle de bilinen Traycey Emin’in “My Bed” adlı çalışması; sanatçının günlük rutinini anlatan bir çalışmadır. Kendi özel yaşamından aldığı referanslarla yarattığı eserlerini müze gibi bir mekânda sergileyerek eserle doğal bir şekilde yabancılaşma oluşturmuş ve işin aykırılığı üzerine birçok eleştiri almış ancak işini sonuna kadar savunmuştur. (videosu aşağıda )

 

 

 

Fransız sanatçı Thierry Mandon, absürist bir mizah anlayışıyla gündelik varlığın şiirsel doğasını yansıtmak için video, performans sanatı ve enstalasyonları kullanıyor.




“Inside outside” adlı bu işinde sanatçı, evinde sadece en sevdiği kitabı okuyarak evinde dinleniyormuş gibi görünüyor. Yakın çekim olarak başlayan videoya daha sonra geniş açıyla eklenen çevresel elemanları görüyoruz. Mekân ve çevre algımızla oynayan sanatçının işinde çevre dışındaki her şey normal görünüyor. (Buraya performans sanatının videosu aşağıda, bir ara göz atabilirsiniz.)

 

Son olarak Youtube’da karşılaştığım Efe Işıldaksoy yeni bir şeylerin habercisi. “Bütün dünyadaki çöpleri kendime sergi alanı olarak ilan ettim.” diyor Işıksoy. Toplumda sanattan anlamazlar denilen bir kesime hitap etmeyi ve bir nevi sosyal deney yaparak bu serüvene başlıyor. Sanatın sadece belirli bir kesime ait olmaması ve topluma bir fayda sağlaması için bugüne kadar yaptığı 1.000'den fazla resmi çöpe atmış ve atmaya da hâlen devam ediyor. Resimlerini çöplerde sergilemeye başlayan sanatçı hem topluma ulaşamaya çalışırken bir diğer yandan da eleştirel bir yaklaşım getiriyor.



Yaptığı işin de şöyle bir eleştirel tarafı var, Işıldaksoy resimlerini çöpe atarak sanat dünyasını ve eleştirmenleri ters köşe yapıyor, çünkü çöpe attığı bir resim sanat eleştirmenleri tarafından eleştirilemiyor! Genç kuşağa, sanata ulaşabilecek parası olmayan 18 yaş altı ve üniversite gençliğine ulaşmayı hedefleyen sanatçı bu insanların evlerinde sanata dair bir şey olsun istiyor.

Resimlerinden elde ettiği geliri kendisi için harcamak yerine yine çocuklara ve geleceğe yatıran sanatçı; sanatla iç içe büyüyen, sanatı anlayan ve sanatla büyüdüğü için daha duyarlı ve saygılı bir toplum oluşturabilme ideası üzerine projesini oluşturuyor.

Elbette işlerini çöplere bırakırken bir şeylerin olacağını düşünüyordur veya tahmin etmiştir. Ancak bu derecedeki farkındalığa ulaşabileceğini tahmin etmediğini düşünüyorum. “Sanat, sadece ona birinin vermeye hazır olduğu miktar kadar değerlidir.” kimileri böyle düşünür. Ancak Efe Işıldaksoy, ancak bir sanatçının yaklaşabileceği türden bir doğallık ve samimiyetle işlerin böyle olmadığını göstermeye çalışıyor.

Sanatçının başlatmış olduğu bu sergileme şekli yeni bir soluktur. Rantın içerisinde dönmektense çok naif ve idealist bir düşünceyle bu işe başlamış ve yeni bir akım başlatmıştır. Sıradanlaşan sanata farklı bir düzlem getirmiştir.

Sanatın artık sadece İstanbulmodern’de ya da Salt Galata’da bir sergi olmadığını, başka yerlerde de bulunabileceğini, belki şu anda böyle değil ama gelecekte böyle bir dönemin geleceğinin habercisi. Bu yüzden bu fikri ve hareketi destekliyorum.  (Youtube videosu aşağıdaki gibi)

 

 

Kaynakça

DİKMEN, B. (2012). Sanatta Değişim ve Yeni Arayışlar. Yeni Dünya Düzeninde Sanat, (s. 75). Ankara.

 https://gaiadergi.com/copu-sergi-olarak-secmis-bir-sanatci-efe-isildaksoy/

https://thierrymandon.wordpress.com/photographies/

https://www.google.com.tr/search?q=tracey+emin+my+bed&rlz=1C1CHZL_trTR705TR705&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=0ahUKEwiOyvmJ55bcAhWFdCwKHc-cAzMQ_AUICigB&biw=1366&bih=613#imgrc=zTqHaid3tB_YOM:

 

 

 

02-08-2018
Konuk Makaleler

Konuk Makaleler

info@medyacuvali.com

Diğer Yazıları

Bu yazılar da ilginizi çekebilir