Evdeki Eşyaları Ne Yapalım? - Fatma Ülkü Selçuk  (Sosyoloji, Dr.)

Evdeki Eşyaları Ne Yapalım? - Fatma Ülkü Selçuk (Sosyoloji, Dr.)

A+ A-

Yağmur sevdiklerini özlüyor

Yağmur’la (gerçek ismi başka) konuşmayı seviyorum. Geçenlerde ev düzenleme gündemimize geldi.

Meğer eşyalar evde yığılmış. Ferah alana ihtiyaç duyuyormuş.

Gel görelim ailesinden yadigar kalanlardan ayrılmaya gönlü razı gelmiyor.

Kitaplar, boyalar, paltolar... Yıllarca yoldaş olmuş sevdiklerine.

Masa, yatak, yorgan... Yemeklerini paylaşıp, söyleşip, uyumuşlar onlara dokunarak.

Nice eşyanın kokusu, teneffüs ettikleri havaya karışmış.

Yağmur, ana-ata yadigarlarını görüp kokladıkça, kavuşamadıklarıyla özlem gideriyor.

Aklıma babam ve amcam geliyor

Babam da eşyalarını muhafaza etmeyi severdi. Gençliği İkinci Dünya Savaşı yıllarına denk geliyor. Yokluğu bildiğinden olsa gerek, kibrit çöpünü bile atmaya kıyamazdı.

Amcam, babamdan önce doğmuş. Ben, yaşamının son on, onbeş yılına şahitlik ettim. Yengemi kaybetmesinin ardından su şişelerini bile atmakta zorlandığını gördüm.

Neden mi?

Bence babam da amcam da daha fazla güvenliğe ihtiyaç duyuyordu.

Bir bir bu dünyadan göçüp gidiyoruz.

Düşünüyorum da, galiba babam da amcam da yaşanacaklar ve ölüm üstünde kontrol kurabilmeyi arzuluyorlardı. Belki de eşyaları tutarak gelip geçiciliği, kalıcılığa döndürmeye çalışıyorlardı.

Çoğumuz gibi onlar da esenlik içinde olmayı arzuluyordu.

Babam belki de şöyle düşündü:

·        Birgün kibrit çöpüne bile ihtiyaç duyabiliriz. Savaş çıkabilir, felaketli bir durum vuku bulabilir. Şu anda bunlara ihtiyaç duymasam da birgün ihtiyaç duyabilirim. Bir kenarda bulunsun.

·        Annemin yazdıkları bunlar. Babamın çantası, madalyası. Kardeşlerimin işlediği danteller, etaminler, yazdıkları kartpostallar. Ağbimin hırkası... Ne çok severdim annemi. Babamı ve kardeşlerimi... Yanımda değiller. Onları özlüyorum. Onlarla yeniden beraber olmayı istiyorum.

Keza, amcam da yengemi çok özlüyordu. Yengemden kalanlara baktıkça yüzünün kah ışıdığı kah bulutlandığı anları izliyordu zihninde. Bir daha ve bir kez daha düşünüyordu yaşadıklarını. Eşyalar, geçmişle bugün arasında köprü kuruyordu.

Peki ya su şişeleri? Gazeteler? Bozulan yemekler? Onları neden muhafaza ediyordu?

Galiba ‘atmak’ ona zor geliyordu.

Dokunduğu, baktığı, kokladığı hiçbir şeyi kaybetmek istemiyordu. Esenlik, canlılık sürekli olsun istiyordu.

Evet, doğru, eşya cansızdır. Fakat galiba amcam gördüğü, dokunduğu, kokladığı eşyaları yakınında tuttuğunda, kendi canlılığının geçmişten bugüne hala devam ettiğini daha kuvvetli hissediyordu.

En azından bir ihtimal, mevzunun bir boyutu bu olabilir.

Peki ben ne yapıyorum?

Ben, bu dünyadaki geçiciliğimi olabildiğince kabullenmeyi arzuluyorum. Varolduğum süre boyunca yaşama karınca kararınca katkı yapmayı istiyorum. Eşyalarla ilişkimi büyük ölçüde bu şekilde tanımlıyorum.

Galiba “şurada şöyle giyineceksin” “burada bunlara sahip olman gerekir” yönündeki toplumsal beklentiler olmasa, daha da az eşyayla yaşamayı tercih ederdim. Yine de çevreme bir ölçüde uyum sağladığımda daha huzurlu hissediyorum.

 Hal böyleyken bir yandan da kendi değerlerimle uyumlu yaşamaya çalışıyorum.

-Misal, az kullandığım kitaplar mı var? Elimin altında olmaları benim için elzem değil mi? Binlercesini kütüphanelere bağışladım. İhtiyacım olursa şehrimdeki bir kütüphaneden ulaşabileceğimi düşünüyorum. Son dönemde sık kullandıklarımı ise elimin altında bulunduruyorum. Bir de, hepsi olmasa da, kullanma olasılığını yüksek gördüğüm birkaç kaynak kitabı evimde tutuyorum.

-Misal, az kullandığım giysiler veya başka eşyalar mı evde duruyor? Aynı şekilde. Kimlere daha çok fayda sağlayabilir? Onlara ulaştırmaya çalışıyorum.

-Misal, bana geçmişi, sevdiklerimi hatırlatan eşyalar mı var? Birkaç tanesini muhafaza ediyorum. Kimlerin yaşamına maddi katkı sağlarlar? Onu düşünüyorum. Faydalı olsun diye kalanları o kişilere ulaştırmaya çalışıyorum.

Özetliyorum:

1-çevremdeki egemen eşya sahipliği ve güzellik algısıyla radikal bir çatışmaya girmiyorum, genel hatlarıyla uyumlu davranıyorum

2-bu dünyadaki gelip geçiciliğimizi kabul ediyorum

3-sık kullandığım ve kullanma olasılığını yüksek gördüğüm eşyayı muhafaza ediyorum

4-geçmişi ve sevdiklerimi hatırlatacak eşyaların hepsini değil, sadece birkaçını evde tutuyorum

5-diğer eşyaları mümkün mertebe kimin yaşamına daha çok katkı sunacaksa oraya ulaştırmaya çalışıyorum

Karatahta’dan esnekliği öğrendim

Yıllar önce bir film izlemiştim: Karatahta.

Arkadaşım Yağmur’a filmden bahsediyorum.

İnsan karatahtayı sadece eğitim için mi kullanır? Yeri gelir köprü, yeri gelir kalkan olur. Eşya hangi işi görür? Koşul değişir. Gördüğü iş de değişir. Bakış değişir. Biçtiğin kıymet de değişir.

Hatırlıyorum da filmi izledikten sonra eşya ve yaşam ilişkisini gözden geçirmiştim.

Yağmur’a filmin linkini gönderiyorum. “İzlersen konuşalım” diyorum. Sonra düşündüklerimi aktarıyorum.

Eşyaya canlı muamelesi yapmak istemiyorum

Ben, sahip olduğum, kullandığım, dokunduğum, baktığım, kokladığım eşya değilim. Ben, eğitim gördüğüm meslek de değilim. Ve bu dünyadaki mevcudiyet sürem sonsuz değil.

Aklıma Hegel geliyor

Hegel 1821’de “Mülk sahibi olmanın mantığı, gereksinimlerin karşılanmasında değil, kişiliğin saf öznelliğinin bir nesneye yansıması olmasında yatar” diye yazmış. Özel mülkiyet hakkını da irademin mülkte nesneleşmesine dayandırmış (1).

Saptamalarından birini doğru buluyorum: kişiliğimiz, nesneyle ilişkilerimize yansıyor. Gel görelim özel mülkiyet hangi temellere dayanıyor? Bu konuda Hegel’in açıklamalarıyla tatmin olmuyorum.

Peki benim gönlümden ne geçiyor?

Beyinde/sinir sistemimizde süreklilik ve bütünlük hissini besleyen anılar, hikayeler esenliğimize katkı yapabiliyor. Eşya da kimi zaman süreklilik ve bütünlük hissimizi canlandırmaya yarayan bir araç oluyor.

Peki dünyada onca eşya atıl duruyorken ve açta açıkta bunca insan yaşam mücadelesi veriyorken ne yapabiliriz?

Eşyahaneler kuralım mı?

Kütüphane gibi eşyahaneler kurmaya ne dersiniz?

Örneğin şöyle birşey olsa fena mı olurdu?

1.      1-  Birgün yan etkisi olmayan yöntemlerle tam eşya hijyeni sağlarız.

2.      2-Halk kütüphaneleri gibi eşyahaneler kurarız.

3.      3-Talep edilen eşyaları bir süreliğine ihtiyaç sahiplerine ulaştırırız.

4.      4-Hijyen, kurulum, ulaşım gibi giderleri, toplumun ortak fonlarından finanse ederiz.

5.      5-Mobilya, giysi vb üretenler/satanlar, eşyahanelerin açılması nedeniyle zora düşerlerse, insanlara faydalı olacakları başka sektörlere kayabilirler. Adaptasyon masraflarını, yine toplumun ortak fonlarından karşılarız.

Aklımdan bunlar geçiyor.

Esenliğin artması için eşyaya dair sizin çözümleriniz neler?

Birgün okumayı çok isterim.

Fatma Ülkü Selçuk, 10.9.2019

 


Kaynakça

Metin için kaynak

(1) G.W.F. Hegel “İfade Olarak Mülk”, Michael Rosen ve Jonathan Wolff (der) içinde, Siyasal Düşünce (Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2006), sayfa 321.

Görsel kaynaklar

1) Photo by Zdenek Rosenthaler from Pexels, https://www.pexels.com/photo/assorted-color-paints-2694048/

2) Photo by Digital Buggu from Pexels https://www.pexels.com/photo/abundance-blur-bundle-close-up-167538/

 

19-09-2019
Konuk Makaleler

Konuk Makaleler

info@medyacuvali.com

Diğer Yazıları

Bu yazılar da ilginizi çekebilir