Mizah, Alay Etme ve Dalga Geçmenin Sınırı Nereden Çekilsin? - Fatma Ülkü Selçuk  (Sosyoloji, Dr.)

Mizah, Alay Etme ve Dalga Geçmenin Sınırı Nereden Çekilsin? - Fatma Ülkü Selçuk (Sosyoloji, Dr.)

A+ A-

Gülmece ve alay


Eski bir iş arkadaşım pek çok kişiye küçültücü isimler takar, arkasından dalga geçerdi. Çevresindekiler çoğu kez ona uyum sağlardı.

Alay ettiği kişi sevdiğim biri de olabilirdi, yaptıklarından hiç hoşlanmadığım biri de.

Her durumda o, alay ettikçe benim içim daralırdı. Bu eğlenceye katılmazdım. Bazen oradan uzaklaşırdım. Bazen de konuşmanın akışını aksatmak pahasına düşünce ve hislerimi ifade ederdim.

Alaydan ve hakaretten hoşlanmıyorum ama gülmeyi seviyorum.

Geçenlerde aklıma takıldı. Gülmece ve alay nerede birbirinden ayrılıyor?

Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğe baktım: “Gülmece: Eğlendirme, güldürme ve bir kimsenin davranışına incitmeden takılma amacını güden ince alay, mizah, humor.” “Alay: Bir kimsenin, bir şeyin, bir durumun, gülünç, kusurlu, eksik vb. yönlerini küçümseyerek eğlence konusu yapma.” (1)

Peki gülmecede “incitmemek” bir ölçüt ise bunu nasıl sağlayabiliriz?

Öyle ya benim ağladığıma sen gülebilirsin, senin ağladığına bir başkası gülebilir.

İki gazete haberi buldum.

#1 Hastane çalışanları dalga geçtiğinde...

2016 yılında ABD Lewiston’da St Mary's Regional Medical Center adlı hastanede bir çalışan şikayet eder: Bazı çalışanlar laboratuvarın bir bölmesinde “utanç duvarı” oluşturmuştur. Panoya, hastaneye gelen engellilerin yaşadıkları sorunlarla dalga geçer tarzda notlar iliştirmiştir. Konu, Maine İnsan Hakları Komisyonuna taşınır (2).

Şimdi sorum şu: Hangi görüşe ne kadar yakın hissediyorsun?

a) Kimse hastalarla hiçbir yerde hiçbir şekilde dalga geçmemeli. Hatta mümküse böyle şeyleri kafasından bile geçirmese iyi olur.

b) Kişi, hastalarla kendi evinde dalga geçebilir. Evdekilerin alaycı ifadeleri duymasında veya okumasında sakınca yok. Özel alanımızda rahat etmeyi hepimiz hak ediyoruz.

c) Kişi, hastane dışında istediği yerde hastalarla dalga geçebilir, yeter ki hastanın yüzüne karşı bunu belli etmesin. Ev, internet, dergi, kafe hiç farketmez.

d) Kişi, hastane dahil istediği yerde hastalarla dalga geçebilir, yeter ki hastanın yüzüne karşı bunu belli etmesin.

e) Kişi, Lewiston’da yaşıyorsa, ancak Lewiston’da yaşayanların örf ve âdetlerine uygun yer ve şekillerde hastalarla dalga geçebilir. Nerede dalga geçiyorsa o toplumun örf ve âdetlerine saygı gösterdiği müddetçe sorun yok. İnternet üzerinden dalga geçiyorsa yazdığı dilde kimler okuyorsa hepsinin ortak değer yargılarını gözetmeli ona göre hareket etmeli.

#2 Dini konuları tiye alana Asbo verilir

2008 yılında İngiltere Liverpool’da bir ateist havaalanında ibadet için ayrılan kısımda İsa, İslam ve papayla dalga geçen el ilanları dağıtır. Jüri, 2010 yılında tecil edilmiş 6 aylık hapis cezası ve Asbo (anti-social behavior order) uyarınca halk içinde din karşıtı ilanlar taşımasını yasaklama kararı verir (3).

Verilen ceza İngiltere’de çok tartışılır. Peki sen hangi görüşe ne kadar yakın hissediyorsun?

a) Ceza verilmesi iyi olmuş. Kimse hassasiyetim olan mevzuda dalga geçmesin. Ama ben başkalarının kutsallarına sövebilirim. Ona karışmayın.

b) Ceza verilmesi iyi olmuş. Çoğu kişinin dini hassasiyeti var. Kimse kimsenin dinine küfretmesin ki insanların huzuru kaçmasın. Toplumsal faydayı arttırmanın yolu budur.

c) Ceza verilmesi iyi olmuş. Herkes örf ve âdetlerimize uygun davransın. Yoksa toplum yıkılır.

d) Hapis cezasını ağır buluyorum. Lakin dinin tiye alınmasını da yanlış buluyorum. Böyle konuları gülmeceden uzakta ciddi platformlarda ele almalı. Yoksa dindar kişiler incinebilir.

e) Ceza verilmesi iyi olmamış. Karar, ifade özgürlüğüne darbe vurdu. Şimdi dini hassasiyeti olan herkes ufacık bir eleştiri karşısında bile mahkemeye koşacak.

Birkaç görüş

Hoşgörü ve ifade özgürlüğü konusunda o kadar farklı tutumlar var ki. Ben yukarıda sadece birkaçına yer verdim.

Peki dünya siyasetinde başı çekenlerin bir kısmına feyz veren iki yoruma göz atmak ister misin?

Mill’le başlayalım mı?

Önce John Stuart Mill’den (1806-1873) birkaç nota göz atalım:

Mill’e göre toplumun bireyle ilişkisi için esas alınması gereken ilke “özsavunma ilkesidir” ki bu da “insanlığa bireysel ya da toplu olarak başkalarının eylem özgürlüğüne karışma yetkisinin verilmesinin tek amacı”dır (4).

Mill içsel bilinç alanını da kapsayan gerçek özgürlük alanı olarak gördüğü alan için şöyle yazar: “toplumu hiç ilgilendirmeyen, ya da yalnızca dolaylı olarak ilgilendiren, bir eylem alanı vardır ki, bu alan kişinin yalnızca kendisini veya kendi özgür iradeleri ile ve hiçkimse tarafından kandırılmadan ona katılmayı seçmiş olan diğer kişileri ilgilendiren yaşam ve eylem alanıdır” (5).

Özsavunma ilkesini bu alana uyarlarken şu sözlere de yer verir: “bu ilke zevklerimizde ve amaçlarımızda özgürlük gerektirir; yani hayatımızı kendi kişiliğimize göre biçimlendirme ve şu koşullarda istediğimizi yapabilme özgürlüğünü: Davranışlarımızı budalaca, sapık ya da yanlış bulsalar bile, onlara bir zarar vermediğimiz sürece başkaları tarafından engellenmeden davranabilme özgürlüğünü” (6).

Mill’in görüşleri damga vuruyor

Mill’in görüşleri Batı merkezli düşünce dünyasına bugün bile esin veriyor. Psikolojiden hukuka, siyasetten müziğe kadar pek çok alan Millci özgürlük anlayışının etkisi altındadır.

Ancak bu kısa yazımda Mill’in görüşlerini ne ayrıntılı olarak aktarabilirim ne de değerlendirebilirim.

Sadece yer verdiğim kısa alıntılardaki birkaç noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum:

1. Mill “özgür irade” çerçevesinde tercih yapmayı esas alıyor. Peki sahiden “özgür irade” var mı? Varsa nerede nasıl şekilleniyor?

2. Mill “hiçkimse tarafından kandırılmadan” diye yazıyor. Peki kandırılmak ne demek? Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlükte kandırmak için yazan anlamlardan ikisi şöyle: “1. Kanmasını sağlamak, inandırmak, ikna etmek 2. Aldatmak” (7). Malum, hâkim veya alternatif değerlerin / anlam dünyasının içine belli fiziksel vd koşullar altında biyolojik sınırlarımız çerçevesinde doğuyoruz ve yaşam bu çerçevede belli bir süre devam ediyor. Hakikatin bilgisine eksiksiz ve doğru olarak herhangi insan, mevcut sınırlılığı çerçevesinde bildiğimiz kadarıyla erişememiş. Bu durumda hayatın boyunca hiç kandırılmamış (1. inandırılmamış 2. aldatılmamış) olduğuna inanıyor musun?

3. Mill “hayatımızı kendi kişiliğimize göre biçimlendirme” özgürlüğünü savunuyor. Peki kişiliğimiz nasıl şekilleniyor? Misal; çocukken kayda değer ihmal veya istismara maruz kalmış biri daha sonra misal, sınır kişilik bozukluğu geliştirirse, bu onun özgür seçimi mi olur? Kişiliği çerçevesinde yaptıkları velev ki başkasına olmasa bile kendine zarar veriyorsa, kişi kendine zarar vermekte özgür mü kalmalıdır? Hangi noktaya kadar? Neden? Saptadığın noktayı ölçüt olarak almanın gerekçesi, dayanağı nedir?

4. Mill, özsavunma ve özgürlüğe getirilebilecek kısıtlamalar konusuna örnekler vermiş olsa da (belki başka bir yazıda bu örneklere yer veririm) hala ikna olmadığım noktalar var. Özsavunma ilkesinin sınırları bana muğlak geliyor. Bir de ben hakkaniyet ve esenliğe bayağı önem veriyorum. Bu çerçevede, kimi zaman, özgürlüklere Mill’in öngördüğünden daha fazla kısıtlama getirilebileceğini düşünüyorum. Misal, kişinin, hastanedeki “utanç duvarı” benzeri eğlenceleri evde bile çocukların yanında yapmasına kısıtlama getirilmesi makul görünüyor. Örneğin bunu yapan kişiye empati egzersiz programı tayin edilebilir.

Son olarak Jeremy Waldron

Jeremy Waldron 1953 yılında doğmuş ve liberal değerleri savunuyor. Dini mevzuları ele alırken riayet edilmesi gereken sınırlar var mı? Bir metninde bunu ele alıyor. Mizah, alay, dalga geçme dahil her aracı kullanmak meşru mu? Bunu sorguluyor.

Waldron üç düzey hoşgörü var diyor ve şöyle yazıyor:

1. Tek boyutlu hoşgörü anlayışı; “insanların inançlarına ve hassasiyetlerine hiçbir biçimde karışmamayı” esas alır. Bu çerçevede dine inanan da inanmayan da birbirlerine karışmamalı, birbirlerini rencide edecek sözlerden kaçınmalı. Ancak, “karşılıklı saygı eleştiriden kaçınmamızı sağlamaz, çünkü herhangi bir inanca sahip olmanın kendisi başka inançların eleştirisidir” (8).

2. İki boyutlu hoşgörü anlayışı; tartışmaya bir boyut daha ekler: “Farklı inançlar arasında eleştiri ve tartışma kaçınılmazdır” ancak bu tartışma “içten ve saygılı bir biçimde” yapılmalıdır. Kutsal olarak görülen şeylerle alay etmemek gerekir. Tartışmaya yer açılmalıdır ama alay, saldırı ve hakaretten kaçınılmalıdır. Problem ise şudur: Bir ifadeyi ciddi; mantıklı; saldırgan veya alay diye tarafsız bir şekilde değerlendirebilir miyiz? Hayır. Zorunlu olarak değerlerimiz, kişiliğimiz devreye girecektir. Misal “bazı kimseler inançlarına o kadar bağlıdır ki, en mantıklı ve saygılı bir eleştiriyi bile kişiliklerine yapılmış büyük bir hakaret olarak görürler” (9).

3. Üç boyutlu hoşgörü anlayışı; yüksek serbesti salık verir: “Kişiler ve halklar dinin ve felsefenin derin sorunlarını, ellerindeki bütün kaynakları kullanarak ve bildikleri en iyi biçimde cevaplamak için birbirlerini özgür bırakmalıdırlar. Modern dünyada bu, düşsellik, ironi, sözcük oyunu, çeşitli fikirlerle oynama gibi edebiyat tekniklerinin birçoklarınca kutsal, iyi, temiz ve doğru sayılan şeyler üzerine uygulanması anlamına gelebilir (...) Dinlerin ele aldığı konular dindar kişilerin hassasiyetine saygı nedeniyle kapatılıp bir kenara konamayacak kadar önemlidir. Birlikte yaşamanın ve başkalarının bu konular ile başa çıkmak biçimlerine saygı duymanın başka yolu yoktur” (10).

Hangi boyuttayım?

Kendi adıma alay, şiddet ve hakaretten hoşlanmıyorum. Kaçınmaya çalışıyorum. Ancak şunu da biliyorum. Pek çok kişi, görüşüne katılmadığın zaman bile incinebiliyor. Ve hatta öfkeleniyor.

Yani Waldron’a şu bakımdan katılıyorum: sen aklıselim olduğunu düşündüğün şekilde görüşünü ifade ederken başka biri bunu hakaret, saldırı veya alay olarak görebilir.

Yine de galiba üçten ziyade iki boyutlu hoşgörü anlayışına daha yakın hissediyorum. Konumlanmam ele alınan konuya ve bağlama göre değişiklik gösterebiliyor.

Peki toplumda pek çok kişinin hassasiyet gösterdiği konuları ele alırken sence nasıl hareket edelim?

Fatma Ülkü Selçuk, 17.11.2019


Kaynakça

Metin için kaynaklar

(1) https://sozluk.gov.tr/?kelime=

(2) “Maine hospital employees created a 'wall of shame' that mocked patients with disabilities, describing their body odor, sexual activity and genitalia” https://www.dailymail.co.uk/news/article-7537979/Maine-hospital-employees-created-wall-shame-mocked-patients-disabilities.html

(3) “Atheist given Asbo for leaflets mocking Jesus” https://www.independent.co.uk/news/uk/crime/atheist-given-asbo-for-leaflets-mocking-jesus-1952985.html

(4) John Stuart Mill. Rosen ve Wolff (der) Siyasal Düşünce içinde (Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2006), sayfa 186.

(5) John Stuart Mill. Rosen ve Wolff (der) Siyasal Düşünce içinde (Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2006), sayfa 187.

(6) John Stuart Mill. Rosen ve Wolff (der) Siyasal Düşünce içinde (Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2006), sayfa 187-8.

(7) https://sozluk.gov.tr/?kelime=

(8) Jeremey Waldron. Rosen ve Wolff (der) Siyasal Düşünce içinde (Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2006), sayfa 205-6.

(9) Jeremey Waldron. Rosen ve Wolff (der) Siyasal Düşünce içinde (Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2006), sayfa 206-7.

(10) Jeremey Waldron. Rosen ve Wolff (der) Siyasal Düşünce içinde (Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2006), sayfa 207-9.

Görsel kaynak

Photo by Adam Winger on Unsplash: https://unsplash.com/photos/Xt4g9VbMljE

26-12-2019
Konuk Makaleler

Konuk Makaleler

info@medyacuvali.com

Diğer Yazıları

Bu yazılar da ilginizi çekebilir