Sıkışık Şehirlerde Hapsolmanın Maliyeti - Buğra Altuğ Yılmaz (İktisatçı)

Sıkışık Şehirlerde Hapsolmanın Maliyeti - Buğra Altuğ Yılmaz (İktisatçı)

A+ A-

Uzun yıllar boyunca kırsal yaşama uyum sağlamış olan insanlığın günümüz şehirlerinde yaşama geçmişi çok da eskiye dayanmıyor. Tarih boyunca genellikle daha küçük gruplar halinde yaşayan ve çoğunlukla temel yaşamsal ihtiyaçlarını ön planda tutan insanlık, son yüzyıllarda kitleler halinde daha büyük ve kalabalık yaşam alanlarında hayatlarını sürdürmeyi tercih ediyor. Şüphesiz şehirleşmenin temelinde, birçok kereler de önceki yazılarda belirtildiği gibi, sanayileşme en büyük yeri kaplıyor.

Bu bağlantıyı hem Avrupa’nın sanayileşme atılımlarından sonra Avrupa şehirlerinin nüfuslarında meydana gelen ani artışlarda, hem de Türkiye’nin bir devlet politikası olarak ithal ikameci (dayanıklı tüketim mallarını ithal etmek yerine ülke içerisinde milli kaynaklarla üretmeye dayalı iktisadi politikalar) iktisadi yapıyı inşa etme süreçlerinde ülkenin İstanbul, Ankara, İzmit ve Bursa gibi şehirlerinde 1960’lardan sonra ortaya çıkan nüfus patlamalarında gözlemlemek mümkün. Sadece İstanbul’un nüfus çizelgesine bakıldığında 1950’lerde 1 milyonun altında olan şehrin nüfusunun 1990’lara kadar geçen süreçte neredeyse 6 milyon kişiyi geçtiği görülüyor. Bunun çok büyük bir kısmı göç kaynaklı olup bu göç kaynaklı nüfus artışı büyük şehirlerde hızını koruyarak devam ediyor.

Ancak, yazının ilk cümlelerinde insanlar tarafından son yüzyıllarda şehirlerde yaşamanın kırsal yaşama tercih edildiği söylense de aslında belli noktalarda tercihten ziyade bunun bir zorunda bırakılma hali olduğu gerçeği de karşımıza çıkıyor. Kırsal alanlardaki atıl nüfusu şehirlerde büyük çaplı sanayi üretiminde kullanmak isteyen devletlerin çeşitli yollarla kırdan kente göçü teşvik ettiği gerçeği ise artık bir sır değil. Resmi teşviklerin yanında, Türkiye özelinde konuşulacak olursa ithal ikameci yapıya geçiş sürecinde şehirlerde gözlenen gecekondulaşma probleminin çalışan giderlerine sağlayacağı katkıdan ötürü görmezden gelinmesi, fabrikalardaki iş güvenliği zaaflarının maliyetleri etkileyebileceği korkusuyla yine politika yapıcılar tarafından önemsenmemesi ve kırsal alanlara bilinçli bir biçimde hizmet götürülmemesi gibi durumlar ise bu teşviklerin örtülü olanları.

Tüm bu politikalar başından sonuna değerlendirildiğinde ve yarım yüzyıldan daha uzun bir süre önce alınmış olan kararların günümüzdeki yansımalarına bakıldığında ise pek de iç acıcı sonuçlar ortaya çıkmış gibi gözükmüyor. Öncelikle şehirlerde meydana gelen dengesiz nüfus dağılımları iyi işlemeyen sosyal yaşam koşullarının ortaya çıkmasına sebep oluyor. Aşırı kalabalık şehirler insanların bütün günlerini anlamlandırmadıkları bir kaos ortamında geçirmelerine sebep oluyor. Diğer taraftan bu durum iş imkanlarının 81 il merkezi olan bir ülkede gayet iyimser bir sayıyla yalnızca 5-6 ilde toplanmasına yol açıyor. Sanayileşme ile başlamış olan çalışan göçü hizmet sektörünün de yalnızca belli şehirlerde gelişmesine sebep olurken bu durum kalabalık şehirlere göçün devamını sağlıyor.

Kalabalık şehirlerde yaşamanın maliyetine bakıldığında ise söz konusu kaosun maddi tarafta da sorgulanması gerektiği gerçeği ortaya çıkıyor. TÜİK tarafından yayımlanan güncel enflasyon istatistikleri gözden geçirildiğinde kişilerin harcama yaptığı mallar arasında enflasyon artışına en çok sebep olan madde gruplarının sırasıyla gıda, ulaştırma ve ev eşyası olduğu görülüyor. Ayrıca, ilk sıralarda yer almasa da konut fiyatları da ortalama enflasyonun yukarısında yer alarak artış eğiliminde olduğunu gösteriyor.  İlk 3 grubun ise fiyatlarındaki artışın gerçekleşen enflasyonun yaklaşık 6-7 puan yukarısında olduğu gözleniyor.

 

 

 

 

Gıda arzı ve fiyatları insanlık tarihinde her zaman sorun olmuş ve olmaya devam edecek bir konu olmakla birlikte bu madde sepetlerinde en büyük artışların ulaştırma ve ev eşyasında gözleniyor olması aslında büyük bir probleme işaret ediyor. Bu demek oluyor ki kalabalık şehirlerde yaşayan insanlar bütün bu kaosu, stresi ve kargaşayı aldıkları maaşı karınlarını doyurduktan sonra eğer varsa işe gidebilmek için otomobillerine, yoksa da toplu taşıma, maaşlarından geriye kalanı da zaten halihazırda yüksek kiralar ödedikleri evlerine eşya alabilmek için harcıyor.

Tabi bu bakış açısı tüketicilerin harcama şablonu üzerinde nihai bir değerlendirme yapılması için iktisadi olarak pek de anlamlı görünmese de temel ihtiyaç sayılabilecek bu gruplardaki fiyat artışları birikimi olmayan şehirli çalışanların yaşam koşullarını doğrudan etkileyen bir unsur olarak yerini alıyor. İşin arz ve maliyet tarafı bir kenara bırakıldığında dahi, şehirlerdeki şartlar gereği talebin yukarı çektiği enflasyon bu mal fiyatlarına da yansıyarak durumu çıkmaza sokuyor.

Ayrıca, tüm bu harcamaların insani ihtiyaçlar olduğunu kabul etmekle birlikte burada sorgulananın aslında temel insani ihtiyaç sayılabilecek madde gruplarının bedelinin yüksekliği olduğunu vurgulamakta fayda var. Öte yandan, bu yazıda kısaca dikkat çekilmeye çalışılanın ufak bir sahil kasabasına yerleşme romantizmi olmadığını belirtmek de ayrıca gerekebilir. Zira bu noktada asıl üzerinde durulmaya çalışılanın, şehirlerde karşılaştırmalı olarak istihdam alanı ve nüfus orantısızlıklarından kaynaklı yaşam zorlukları olduğunu tekrar söylemek faydalı olur. Yani, temel ihtiyaç sayılabilecek madde gruplarındaki fiyat fazlalığı da bir nebze bu orantısızlıktan kaynaklanıyor.

Dolayısıyla, yazının başına da dönülecek olursa her ne kadar kırsal hayata dönmek şimdilik zor gözükse de – ya da insanların şimdilik tercih etmeyebileceği bir seçenek olsa da – en azından kişilerin pek de kendi isteği dahilinde bu noktaya gelmemiş olan, yığınlar halinde yaşama dayatmasının orta vadede çözülebilecek bir sorun olduğunu ileri sürmek çok da gerçekten uzak sayılmaz.

Tüm bunlardan hareketle, demografi uzmanlarının alanına girmekten kaçınarak da olsa, Türkiye’de belli şehirlerde nüfus yığılmalarının olduğu bilinciyle, bu yığılmanın şehirlere getirdiği coğrafi yükün yanında o şehrin sakinlerine getirdiği parasal ve psikolojik yükü sürekli olarak dile getirmekte fayda var.

Son yıllarda pandemi kaynaklı olarak Akdeniz ve Ege kasabalarına gerçekleşen göçün buralarda konut bölgelerinde meydana getirdiği kira ve fiyat artışlarını hesaba katmazsak, kırsal alanlarda planlı bir biçimde yaratılacak istihdam bölgelerinin ileride buralarda yaşayacak insanlar için daha az maliyetli olacağı öngörüsü pek de temelsiz görünmüyor. Buradan bakıldığında söz konusu metropollerdeki yerleşimler kanunla çizilmiş idari il sınırlarının dahi dışına taşarken bu durum bu şehirlerde konuta olan talebin ne denli yüksek, bulunan alanın ise ne kadar kısıtlı hale gelmeye başladığını gösteriyor. Öte yandan yinelemek gerekirse, sınırlarını aşmış bu şehirlerde şehrin bir ucundan bir ucuna işi gereği gidip gelmek zorunda olan çalışan kesimler bir şekilde çok daha verimli geçirebilecekleri vakitlerini ulaşım için harcamış oluyorlar.
 

Önceki paragraflarda istatistik verilerek de aktarıldığı gibi, büyük şehirlerde, çalışanlar tarafından ikamet ettikleri evlere ve ulaşıma harcanan para bu kişilerin maaşlarının çok büyük bir kısmını ellerinden alıp götürüyor ve bu harcama gruplarının fiyatları her geçen gün diğer mallara göre daha da fazla artıyor. Şehirlerde yaşamanın maliyeti çalışanların hem cebine hem de zihnine her geçen yıl katlanarak yansıyor. Durum yakından incelendiğinde ise – ülkedeki üretimin verimi ve çalışan kesimlerin sağlığı söz konusu iken – sanayileşme süreci ve takibindeki yanlış politikaların sürdürülmemesi ve tekrarlanmaması için gerekli adımların atılması zaruri bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkıyor.

 

 


Kaynakça

- https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=T%C3%BCketici-Fiyat-Endeksi-Temmuz-2021-37385&dil=1

- Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908-2009, İmge Yayınevi, 2010

- https://unsplash.com/photos/5d2QJl88QbI

11-08-2021
Konuk Makaleler

Konuk Makaleler

info@medyacuvali.com

Diğer Yazıları

Bu yazılar da ilginizi çekebilir