İstanbul’un Gözü - Elif Ülkü Arıcı (Fotoğraf )
Fotoğrafta yol kat edebilmek için, bence biz amatörlerin yapması gereken şey, ilgimizi çeken veya içinde olduğumuz bir konuyu projelendirerek, fotoğraf kurgulamak ve düzenli olarak toplamaktır. Yani her güzel şey gibi, emek ve zaman ayırarak besleyeceğiz hobimizi...
Bir pazar sabahı, elinde fotoğraf makinası- eteğinde bekleyen biri için, albenisi yüksek bir anı yakalamak da, büyük bir şans ister, tahmin edersiniz, konu İstanbul sınırları içerisinde ilk fotoğraflanan kule olduğunda, yıl 1862:
İngiltere, kimyasal banyolama yöntemiyle negatiften görüntü sabitleme teknolojisini geliştiren ilk ülke olarak fotoğrafçılıkta başı çeker, o dönem. Soylu bir İngiliz ailesinden gelen, Fox Talbot, 1841’de kalotip yöntemle kağıt üzerine fotoğraf geliştirme konusunda ilk patenti almış, izleyen yıllarda, görüntüde daha yüksek kontrast ve kalıcılık sağlaması nedeniyle, koladyon adı verilen benzer bir yöntemle -sadece farklı kimyasallar kullanılarak- cam plaka üzerine de baskı fotoğraflar üretilmiş. Kullanılan kağıt / cam tabanlar, dagereotip fotoğraf örneklerinde rastladığımız bakır plakalar gibi ışığı yansıtmadığından, bakış açısından bağımsız, net fotoğraflar oluşturulmuş böylece. Daha da önemlisi, negatiften görüntü alındığından, hem fotoğraflarda sağ/sol karışması son bulmuş, hem de fotoğraflar çoğaltılarak elden ele geçen kitle iletişim aracı olarak sahnede yerini almaya başlamış.
İngiltere Prensi Albert’in Mısır, Filistin, Yunanistan ve Türkiye’yi kapsayan Ortadoğu ziyaretine, resmi fotoğrafçı olarak atanan Francis Bedford, 172 adet fotoğraf çekmiş bu gezide. Kitabı basılan fotoğraf serisinde 16 fotoğraf İstanbul’a ait, ve bunlardan biri de büyük bir yangın sonrasında onarılmakta olan Galata Kulesi (Sergi yeri: Victoria-Albert Museum, Londra).
Başka İstanbul mu var? Daha o dönemlerde, tüm dünyanın gözü İstanbul’umuzdaymış belli ki… İstanbul’un gözü, Galata Kulesi ise nesillerdir hep biz İstanbulluların üzerinde.
Değişik bir fotoğraf arayışı içinde sokaklarda dolaşırken fark ettim ki, tahmin etmediğim birçok semtten karşıma dikilip hal / hatır, duruma göre, hesap sorabiliyor Galata Kulesi... Ortaokul döneminde - daha küçücük çocuğuz ve tek başına yollarda – Üsküdar - Eminönü vapurunun yan balkonunda oturan bizleri, selamlardı gün be gün. Tek derdimiz ‘Sis olur ve vapur başka iskeleye yanaşırsa, ne yaparız’ dı o zamanlar, kuleyi görünce her şeyin yolunda olduğunu bilir, sohbetimize devam ederdik huzurla... Gençliğimde,boğazda geçiş sırasını bekleyen tankerleri saymaya çıkardık Beyazıt Kulesi'ne bazen, sol köşede beklerdi pür dikkat aman bir hata olmasın diye... Karaköy’ün o meşhur yokuşunu çıkarken kaç kere ‘sporu ihmal etme’ diye uyarmıştır beni, zat-ı muhterem... Şimdilerde de, yoğun bir iş gününün ardından, bir kahve molası verdiğimde ‘Rahat ol, hayat her şeye rağmen güzel’ diye fısıldar oldu kulağıma… Her dönemin ve her bireyin iletişimi farklı... Bazen algıda seçicilik, görmek istediğimizi odak noktasına yerleştiriyor ve gerekli köprüler bu yolda inşa ediliyor, bazen de gerekli olanı görebilmek için, kısa bir mola verip biraz dikkat kesilmek gerekiyor.
Galata Kulesi gibi sık fotoğraflanan bir sembolün, 1/3 kuralına uyan fotoğrafı teknik olarak sağlam olsa ve gün batımında martılarla süslense de, onca benzer fotoğraf arasında kaybolup gitme tehlikesi vardır. Bu nedenle, özgün fotoğrafları klasik kadrajlar tercih ettik. Fotoğrafçıların ve yakın dostlarımızın katıldığı bir kokteyl ile açılışını yaptığımız sergide kısa bir müzik gösterisi eşliğinde yeni dostluklar kuruldu, fotoğraflarımızın yer aldığı, kitaplar/takvimler gelirini bir hayır kurumuna bağışlamak üzere, satışa sunuldu, pahası biçilmez olan hiç şüphesiz, ortak insani değerleri paylaşmamızın sembolü olarak içimizin ısınmasıydı…
Sergiyi yüzümde kocaman bir gülümsemeyle gezdim, tek obje içeren yaratıcı kadraj, arka arkaya sıralandığında çok ilginç fikirler uyanıyor insanda: Meğerse nerelerden de izlermiş bizi, Galata Kulesi… Bir ajan edasıyla, sokaktaki su birikintisinden mesela ya da sinsice sarı bir taksinin aynasından... Haliç kıyısında bir sonbahar günü, saat 17.00 sularında, güneş banyosu alıp, keyifle martılara ıslık çalarken, tek şahidi siyah bir siluet, dertli mi neşeli mi bilinmez, ama sigarasını tüttürmüş, dumanlar içinde… Sonra bir bakmışın gözleri buğulanmış Üsküdar sahillerinde, ama hep vakur. Hareket netsizliği verilmesi de ilginç bir etki yaratmış, yüz yıllardır, sabit yerinde duran Galata Kulesine, ya da kadraja tarihsel geçmişini çağrıştıran nesneler eklendiğinden, fanteziye hitap etmiş fotoğraf, benim örneğimde olduğu gibi. İşte Hezarfen’ın rüzgarda uçuşan etekleri… Ve bir yıldız daha düşer gökyüzünden, daha dilek tutamadan…
Enerjiniz yüksek, ışığınız bol olsun,
Selamlarımla,
Elif Ülkü Arıcı