Aynı Sokaktan Geçmeyen Hayatlar

Aynı Sokaktan Geçmeyen Hayatlar

A+ A-

Bir şehri yürüyerek tanırsın. Ara sokaklara girdikçe yüzleri, duvarlardaki izleri, kaldırımların yorgunluğunu görürsün. Ama zamanla farkına varırsın: Her sokak, herkese açık değildir. Bazı mahallelerde adımlar ağırlaşır. Bazı evlerin ışıkları hiç yanmaz. Aynı şehirde yaşarsın ama herkes aynı hayata sahip değildir.

Modern şehirlerde bu ayrım daha da belirginleşti. Kent büyüdükçe, insanlar birbirinden uzaklaştı. Bir yanda sabah işe yetişmek için karanlıkta uyananlar, diğer yanda kahvesini güneş doğarken balkonda içenler... Aynı şehrin içinde farklı zamanlara uyanan insanlar. Biri hızlıca metroya yetişmeye çalışırken, öteki spor ayakkabısıyla yürüyüşe çıkıyor. Bu fark sadece gelir değil; görünürlük farkı, alan farkı, hatta umut farkı.

Gettolaşma işte tam burada başlıyor. Sessizce, yavaş yavaş. Kimse bu kelimeyi kullanmıyor ama herkes durumu biliyor. İnsanlar kendilerine benzeyenlerin yanına yerleşiyor. Güvende hissetmek istiyorlar. Hem fiziksel hem duygusal olarak izole edilmiş bölgeler oluşuyor. Kentin içinde görünmez sınırlar çekiliyor.

Kentleşme bir dönem hayaldi. “Şehre gel, hayat kur” denildi. Taşradan gelen insanlar umutla doluydu. Ama şehir herkesi içine almadı. Kimi tutundu, kimi tutunamadı. Tutunamayanlar kentin kıyısına itildi. Ucuz evler, az ışıklı sokaklar, sesli duvarlar… Sonra o bölgeler getto oldu. Sınırlar orada başladı.

Bir şehri harita çizmez sadece. Sokak lambalarının rengi, çocuk parklarının sayısı, marketlerin düzeni de çok şey anlatır. Bazı yerlerde gece ışıklar sönüktür, bazı yerlerde ise gündüz bile güvenlik nöbeti tutulur. Aynı şehrin içinde biri diğerine hiç uğramaz. Bir mahallede çocuklar okuldan çıkınca parka giderken, diğer mahallede çalışmaya başlarlar. Aynı dili konuşsalar da aynı dünyayı paylaşmazlar.

Bir çocuğun hangi semtte doğduğu, artık onun geleceğini belirliyor. Bazıları için üniversiteye gitmek bir seçenek bile değil. Bazıları içinse yurtdışı planları daha ilkokuldan yapılmaya başlanıyor. Hayaller bile sınıfa göre şekilleniyor. Biri “keşke iş bulsam” derken, diğeri “hangi mesleği daha çok sevdiğime karar veremedim” diyebiliyor. Aynı şehir, başka başka ihtimaller.

Ama biz bu durumu yadırgamıyoruz artık. Alıştık. Kimse sormuyor, kimse sorgulamıyor. Şehirde yaşamak demek, sadece kendi çevrene odaklanmak demek oldu. Diğer sokaklar, diğer yüzler, diğer hayatlar gözümüzün dışında kaldı.

Şehir herkese aitmiş gibi görünüyor ama değil. Bazıları yüksek duvarların ardında, korunaklı bir sessizlik içinde yaşıyor. Bazıları ise, her gün yokuş yukarı çıkan, asla düzleşmeyen bir hayatın içinde. Aynı yolları kullanıyor gibi yapıyoruz, ama rotalarımız bambaşka.

Zaman geçtikçe şehir büyüdü ama insanlar küçüldü. İletişim azaldı, tanışıklık bitti. İnsanlar birbirine değmeden yaşamayı öğrendi. Ama insan, insana değmedikçe şehir sadece beton yığınına dönüşür. Ve biz, o betonların gölgesinde kalanları hep unutuyoruz…


Kaynakça

Görsel: pexels.com

30-06-2025
Nida Çakır

Nida Çakır

Sosyolog

Ankara’da doğdum. Resme ilgimden ötürü resim öğretmenimin desteğiyle lisede grafik ve fotoğraf okudum. Toplum ve sanatı birleştirdiğim lise hayatımın sonunda üniversitede sosyoloji okumaya karar verdim. İzzet Baysal Üniversitesi sosyoloji bölümünden mezun oldum. Samsun Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimimi tamamladım ve aynı üniversitede sosyoloji doktora eğitimime devam ediyorum. Kalan zamanlarımda plak evlerini gezmekten keyif alıyorum. Şu an için küçük bir plak koleksiyonum var.

nidacakir06@gmail.com

nidacakiir

Diğer Yazıları

Bu yazılar da ilginizi çekebilir