Zamana rağmen
Bugün, burada, tam da şu anda benim için zaman ayırmanızı rica etsem, birbirinden farklı cevaplar duyacağıma eminim. Bazıları hiç zamanı olmadığını söylerken, bazıları da oldukça fazla zamanı olduğunu söyleyecektir. Matematiksel olarak sabit olan zaman, herkes için nasıl oluyor da bu kadar farklı anlamlandırılabiliyor? Mutlu olduğumuz anlarda, zamanın istemediğimiz şekilde çok hızlı geçtiğini hissederken, stresli olduğumuz anlarda saatin durmuş olduğunu bile düşünebiliyoruz.
Sosyal medyada zaman çok çabuk geçse de bu durumun verimsiz geçtiğini, bize zaman kaybı olarak döndüğünü çoğu zaman sonradan fark ediyoruz. Ancak uzun süredir konuşmadığımız bir arkadaşımızla, sosyal medyada konuştuğumuzda kendimizi iyi hissettiğimiz için zamanımızı da verimli geçirdiğimizi düşünüyoruz. Geçmişe ya da geleceğe yönelik yorum yaparken, zaman kavramı zihnimizde sürekli değişen, nereye ait olduğunu konumlandıramadığımız bir kavram olarak yer alıyor.
Gerçekleşmesini istediğimiz fakat bir türlü gerçekleşmeyen pek çok durumlar yaşıyoruz. Bazen bu anlar için, belki de henüz vakti değil diye düşünürken, bazen de geç kaldım, daha önce bazı aşamaları yapmalıydım şeklinde içsel diyaloglar kurmaya başlıyoruz. Kendi içimizde bile ‘zaman’ kavramını suçlayabiliyoruz. Zaman, bizlerin suçlayabileceği bir gerçeklik mi yoksa zihnimizin imgelediği kurgu mu?
Ünlü Romalı şair ve filozof olan Titus Lucretius’ un çok sevdiğim bir sözünün, zaman kavramı için iyi bir analiz olduğunu düşünüyorum.
‘Hiç kimse vaktinden önce ölmüş sayılmaz çünkü sizden kalan zaman da, sizden önceki zaman gibi sizin değildir. Ondan da bir şey kaybetmiş olmuyorsunuz’
Yıllar önce bu sözü okuduğumda, çok şaşırmış, bir o kadarda heyecanlanmıştım. Çünkü kendimizi adeta yarışmada gibi hissedip, zamanın yetersizliğinden, fırsatları değerlendiremediğimizden, bahanelere sığınmaktan bir türlü kaçamıyoruz. Oysa kendi değerimizin farkına varmalıyız. Davranışlarımızın sonucu istediğimiz gibi olmasa bile sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz için kendimizle gurur duymalıyız. Sürekli olarak kaybettiklerimize odaklanmak, zamanla kazandıklarımızı da unutmamıza neden olur. Birey olarak var olduğumuz için, hatalar da doğrular da her an bizimle olacaktır. Duygu, düşünce, davranışlarımız birbiriyle bağlantılı olduğu için sabit bir ruh halinde olmamızı bekleyemeyiz. Dolayısıyla geçmişi, şimdiki anı, geleceği düşünürken; zamanında bizler gibi değişken olduğunu unutmamalıyız.
Zamanı, yargılarken aslında kendimizi yargılıyoruz. Yetersiz hissedip, motivasyonumuzun düşmesine neden oluyoruz. Zamanı, benlik algımızın bir aynası olarak düşündüğümüzde, kendimize karşı bu kadar da acımasız olmamamız gerektiğini düşünüyorum. Yapabildiklerimizin sınırlarını bilip, sonuca göre değil, ilerleme kaydetmemize odaklanmalıyız. Geç kalmadık, erken de değil. Herkes, kendi öznel dünyasında başrol olduğu için, başkalarının durumuna göre kendimizi yargılamamalıyız. Zamanı, bizi yoran bir gölge olarak düşünmeyelim. Aksine başarılı ya da başarısız olmamıza bakmadan, her an yanımızda olan gizli bir dost olarak düşünmeliyiz. Herkese kendi dünyasında ve zamanında mutluluklar diliyorum…
Kaynakça
https://images.pexels.com/photos/7954883/pexels-photo-7954883.jpeg?auto=compress&cs=tinysrgb&dpr=2&h=650&w=940
https://images.pexels.com/photos/2916450/pexels-photo-2916450.jpeg?auto=compress&cs=tinysrgb&dpr=2&h=650&w=940