TÜRKİYE ve DÜNYA’DA BüYüK SERMAYE – DEVLET ÇATIŞMASI

TÜRKİYE ve DÜNYA’DA BüYüK SERMAYE – DEVLET ÇATIŞMASI

A+ A-

Bildiğimiz gibi insan toplulukları kalabalıklaşarak komün yaşamından çıktıkları zamandan bu yana hep,anarşi yaşamamak için bir düzen içinde yaşayabilecekleri yönetimlere girmeye razı olmuşlardır. Ancak bu yönetimlerin kimler tarafından yapılacağı konusu sorun olmuş, adaylar arasında giderek savaşlarakadar varan büyük mücadeleler olmuştur, olmaktadır.

Çok eski örneklere gidip konuyu uzatmadan orta çağ Avrupa’sından başlarsak, yerel küçük derebeylerin kendi güvenlikleri için daha büyük organizasyonlara dahil olma ihtiyaçları ile krallıklara tabi olmaları sonucu, krallıklar güçlenmiştir. Ancakasiller olarak adlandırılan bu üst yönetim gurubununzaman içinde halkıçok fazla sömürüpçok lüks yaşamlar sürdürür hale gelmeleri – yani gelir dağılımının aşırı açılması– sonucu halkta gelişen tepkiyi engellemeyeceğini gören krallar, derebeylerini küçültmek ve halkı daha çok dikkate almak yoluna girmek zorunda kalmışlardır. Bu, aynı zamanda kendi güvenlik ve rahatlarına da yaramış (bizim Osmanlıdevleti ise gelişimin bu aşamasında kalmıştır) ancak bununda yetersiz kalması sonunda halkla bir yönetim anlaşmasına varmak zorunda kalmışlardır. Belki bunun ilk yazılı ve en bilinen belgesi 1215 de İngiltere’de ilan edilen Magna Carta Libertatum’dur.

Avrupa yada güney Asya gibi yüksek verimli topraklarda oturmayan, çoğaldıkça yeni otlaklar bularak yayılmak ve yağma yapmak durumunda kalan orta ve kuzey Asya topluluklarında bütün bu sosyal – siyasal yaşam serüveni daha geç başlamış ve daha hızlı yol almıştır.

Batı toplumlarına dönersek, Magna Carta sonrası, yavaş yavaş yüzyıllar içinde yönetimler, demokrasi vs gibi adlar altında, geniş halk kitlelerinin onayı alınarak değiştirilir hale gelmiştir. Elbette bu süreç içinde hep yönetim hırsına sahip olanlar kendi arka plandakiiktidarı ele geçirme çalışmalarınısürdürmüşlerdir ama hiçbiri ne kadar bir süre için kitleleri manipüle edebilmiş olurlarsa olsun, uzun vadede kitlelerin zararına iktidarda kalamamıştır.

Sanayi devrimine girebilen toplumlar, artı değer getiren girişimciliği ve yaratıcılığı teşvik amacıyla bu alanlarıserbest piyasa vb adlar altında halkın eline bırakmışlardır. Bu toplumlar nasıl olup da sanayi devrimini başlatabilmişlerdir konusu ayrı bir analiz konusudur. Ancak sanayi alanındaki yatırımlar yüksek üretim ve işlem hacmi sayesinde yüksek sermaye birikimine sebep olmuş, bu alandaki kazanç, topraktan gelene göre daha çok büyük ve aynı zamanda taşınabilir yenilenebilir bir esnekliğe sahip olmuştur.

Zaman içinde büyüyen bu sermaye,teknoloji yatırımlarını sürdürerek sonunda elektronik devrimi de gerçekleştirmiş, oradan da dijital devrimi gerçekleştirerek hem devletlerle mukayese edilebilir sermaye büyüklüklerine erişmiş hem de toplumda bireylerin evlerine, akıllarına kadar girerek dünyayı yönetebilme hırsına kapılmıştır.

İşte burada devletler ile sermaye çatışma noktasına gelmişlerdir, çünkü devlet gücünü halkından alır. Sermayeyi yanıltan birinci konu, çok bilinen bir Amerikan sözüdür : ‘He, who has the Money, makestherules– Para kimdeyse kuralları O yapar’ , bizim Türkçe’mizde de biraz benzeri olarak ‘Parayı veren düdüğüçalar’ sözü vardır. Sermaye, bu arada yoğun bir şekilde dijital teknolojiyi kullanarak fertlerin yaşamlarına, ilişkilerine, hayat görüşlerine kadar girip, bireylersanal bir ortamda kendilerini kalabalık içinde yaşıyor zannederlerken aslında yalnızlaştırıp yönetimi altına almaya, köleleştirmeye başlamıştır. Bu arada doğal olarak, aynı feodal düzenler devrinde olduğu gibi küçük bir üst düzey sermaye sahibi kitle ile büyük kitlelerin gelir dağılımları ve yaşam düzeyleri arasındaki fark olağanüstü açılmaya başlamıştır. Aynen krallıklar devri aristokrasisi ile olduğu gibi.

Bu durumda sermaye ile kol kola giden devlet, var oluş nedeni olan halkın yanında yer almak durumunda kalmaktadır. Çünkü en büyük güç aslında para değil, silahtır ve silahı taşıyanordu dur, onun da kaynağı halktır. Silah insan için güvenliği sağlarken, para rahatı sağlar ve güvenlik tartışılmaz bir şekilde çok daha önemlidir. Sermaye, önemli bir birikimini orduya silah satarak yapmıştır ama hiçbir zaman orduya sahip olamamıştır, etkilemiştir ama kesin yönetimine sahip olamamıştır. Dolayısı ile bu mücadeleyi sonunda kaçınılmaz olarak devletler kazanacaktır. Esasen sermayenin çeşitli sermaye-kâğıt oyunları ile şişirdiği varlığı ise gerçek varlık değeri olmaktan çok uzak, büyük ölçüde sanal bir varlıktır. Sermayeyi yanıltan ikinci gerçek de budur.

Türkiye’ye gelince, Osmanlı’dan başlarsak, evet devleti kuranlar Asya geleneklerine ve yerel coğrafya gerçeklerine bağlı uzun ömürlü bir düzen kurabilmişler ve Sultanlar, zaman içinde Beylerden kurtulabilmişlerdir ama ayrıca detaylı işlenebilecek nedenlerle sanayi devrimini Avrupa ileyakın zamanlı olarak gerçekleştirememişlerdir. Bunun sonucunda da Avrupa’daki gibi toplum bireylerinde büyük sermaye birikimi olamamıştır. Küçük ticaret genelde azınlıkların eline geçmiş, devletin temeli olan Türk halkı da köylü ve asker kalmıştır.

Türk halkının geleneksel birbirini yeme kültüründen ürken Padişahlar da devlet yönetimini, kök bağları koparılmış, devşirilmiş azınlıklar eliyle yürütmüşlerdir. Toprak devletin kalmış, geçici olarak kişilere tarım yapmak ve asker sağlamaküzere verilmiştir. Türk halkının geleneksel birbirine düşme karakterinin yanında gene geleneksel olarak düşman karşısında çok bir dayanışma yapabildiğini tespit eden yönetim bu halkı asker tutmayı da özellikle tercih etmiştir.

Teknolojide geri kalan Osmanlı, başka bazı faktörlerin de ilavesiyle yolun sonuna gelince, bildiğimiz gibi yerine yeni bir yaşam stratejisi ile Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Mustafa Kemal ve beraberindeki kadrolar sanayileşmeye önem vermişler ancak halkta hiçbir birikim olmadığı için anahtar durumdaki pek çok sanayi yatırımını devlet eliyle yapmışlardır. Avrupa’da erken devrede çok daha küçük bir yatırımla yapılabilen ve zaman içinde sermaye birikimi ile büyüyebilen sanayi yatırımları geç başlanması nedeniyle çok daha büyük birikimleri gerektirdiğinden ancak bu yola gidilebilmiştir.

Diğer taraftan, genişölçekli ticaret yoluyla sermaye birikimi yapılabilmesi için devlet,özel girişimciye büyük teşvik ve imkanlar sağlamıştır. Bundan dao zamana kadar zaten ticaretin içinde olan yerli azınlıklar en çok yararlanıp en hızlıçıkışları yapmışlardır.

Atatürk sonrasında da çok çeşitli teşviklerle ticaretten biraz sermaye birikimi yapabilenler sanayi yatırımı yapmaya yöneltilmiştir. Eskiden sadece çiftçilik ve askerlik yapan Türk halkı da yavaş yavaş bu gelişime katılabilmiş ve bugünkü Kobiler dediğimiz kesimin omurgasını oluşturmuştur.

Ancak batı dünyasında da olduğu gibi bizdeki en büyük sermaye kesimi de bir taraftan dış sermaye ile yakın bağlara girerken, diğer taraftan ülke içinde yönetimi etkileme gayretine girmiş siyasi bağlarını bu amaç için güçlendirmeye başlamıştır. Gene aynı senaryo tekrarlamış, üst gelir kitlesi ile alt gelirdeki geniş halk kitlelerinin yaşam standartları arasındaki fark büyümüş, halk kitlelerinde tepki gelişmiş ve devlet büyük sermayeden kopmaya yönelmiştir.

Bu yolda mesafeyi açarken devlet, bir taraftan da silahlı kuvvetlerin büyük sermaye ile ilişkilerini köklü kadro temizlileri ile kesmiştir. Burada büyük sermaye derken tanımlamaya yalnız yerli değil, dış kaynaklıFetö gibi organizasyonlar da dahildir. Bugün gene büyük projeler üstlenen belli sermaye grupları vardır ama bunların hemen tamamı siyasi iktidarın yakın etki ve denetimi altındadır, hiçbiri toplumu yönetmeye heveslenebilecek durumda olmayıp pozisyonlarıçok kırılgandır. Varlıkları bağımsız sermaye bazlı değil, ilişki bazlıdır.

Sonuç olarak Osmanlı’nın kuruluş ve gelişme devresinden bu yana batı dünyasına göre hep geriden gelen ülkemiz, bu sefer bir atak yaparak büyük sermayenin ülke yönetiminde etkinliğini büyük ölçüde kesmiş, devlet halkın yanında yer almıştır. Devletin aşırı güçlenmesinin çeşitli yönetim suiistimallerine yol açabileceği iddia edilebilir, ancak bunların başta da belirttiğim gibi kalıcı olması yapısal olarak mümkün değildir. Sistem kendisini düzeltecektir ancak maalesef, bunun da tarih boyu hep olduğu gibi bir maliyeti olacaktır.

Yarın bu gelişmenin kapitalizmin kalesi ABD’de de gerçekleştiğini, Pentagon’un daha çok devlete dahil olup devletin sermayeye karşı halkın yanında yer almaya başlayacağını göreceğiz.

Corona virüsünün ve bundan sonra yaşanacak derin ekonomik krizin dünyamıza belki tek katkısı bu değişimi tetiklemek olacaktır. Yeni bir dünya kurulacak ve bu dünya geniş halk kitlelerinin büyük sermaye tiranlarının etkisinden kurtulup daha özgür, daha rahat, daha eşit ve daha güvende yaşayacağı bir dünya düzeni kurulacaktır. Süreç oldukça sıkıntılı ve uzun olacak ama bu düzen mutlaka kurulacaktır. Artık F35 üretmenin ne kadar anlamsız olduğunu herkes anlamıştır, bu tür projelerden para kazanma devri de bitmiştir. Artık hiçbir sermaye gurubunun patronu –Çocuk felci aşısını iyice yayalım, dünya nüfus artışını frenleriz – diyemeyecektir. Sınırlar iyice kapanacak, ülkeler uzunca bir süre içlerine kapanacak ve devletler yepyeni bir değerler sistemi içinde halkları için daha güzel, geniş kitleleri tatmin edecek yaşam düzenleri kurmaya çalışacaklardır.

Bizler belki çok zorlanacağız ama bizden sonraki nesiller daha güzel bir dünyada yaşayacaklardır.

 

01-04-2020
N. Halil Uğur

N. Halil Uğur

Farklı Bir Bakış

Orta Doğu Teknik Üniversitesi–Elektronik Mühendisliği’nden mezun olmuştur. 1973 yılında bilgi işlem ve iletişim teknolojileri alanında kendi işini kurmuştur. 1980 – 1984 yılları arasında Harvard Üniversitesi’nde işletme eğitimi almıştır. Kurduğu firma, 1973 – 1991 yılları arasında Türkiye’ye bilgi işlem teknolojisini getiren, bu alanda yurt dışına hizmet de ihraç etmiş, ilk ve en büyük yerli sermaye kuruluşu olarak bilinir. 1991 – 1994 yılları arasında Türkmenistan’ın Ankara İstanbul fahri konsolosu olarak görev yapmıştır. 1994 - 2000 yılları arasında Türkmenistan’ın Washington büyükelçiliği görevini üstlenmiş ve bu süre boyunca Amerika’da yaşamıştır. Türkmenistan’ın Amerika’daki ilk büyükelçisidir. Aynı süreler içinde Kanada ve Meksika’ya da Türkmenistan'ın büyükelçiliğini yapmıştır. 2000 yılı sonunda Türkiye’ye dönmüştür. Dönüşünden sonra da çiftçilik yapmaya karar verip ziraat ile ilgili 1926’dan bu yana devam eden ziraat/gıda aile işlerini devir alıp Halil Efendi Çiftliği’ni kurmuştur. İş yaşamına devam etmektedir. Seyahat tutkusu fotoğraf sanatına olan ilgisini arttırmıştır. Fotoğraf çekmeye lise yıllarında başlamıştır. Ana ilgi alanı insan ve kültürlerdir. Fotoğrafları yurt dışında büyük ajanslarca da satılmaktadır.

halil@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com/kategoriler/sanatci/halil-ugur