BİZ BU FİLMİN NERESİNDEYİZ

BİZ BU FİLMİN NERESİNDEYİZ

A+ A-

Bugün canım biraz gezmek istedi;

Einstein, sanırım insanlığın tanıdığı en önemli bilim insanlarından birisiydi. Kendisi, hayatını kurtarabilecek son ameliyatı reddedip, ben artık gideyim demiştir. Ancak ölüm döşeğindeyken uzun uzun bir şeyler anlatmıştır. Fakat kendisine bakan hemşire Almanca bilmediği için hiçbiri anlaşılamamıştır.

                                   Ne bilginler geldi, neler buldular

                                   Mumlar gibi dünyaya ışık saldılar

                                   Hangisi yarıp geçti bu karanlığı

                                   Birer masal söyleyip uyuya kaldılar

                                                      Ömer Hayyam 12.yy (1)

Türkiye hep değişim ve tehlikelerle dolu bir ülke olmuştur. Bulabildiğim kadarı ile ‘yüreğim ağzıma geldi’  deyimi dünyada bir tek Anadolu’da doğmuş ve yaşamaktadır.

Yaklaşık 3300 yıl önce Hitit ve Mısır arasında yapılan barış antlaşmasından özet bir madde :  ‘’ Tutsaklar ve kaçaklar isteğe bağlı olarak koşulsuz iade edilecek, fakat onlar şiddetle cezalandırılmayacak, gözlerinden yaş akmayacak ve çocuklarından öç alınmayacaktır ‘’

Medyadaki son haberlere göre Gazze savaşında %60 a yakını kadın ve çocuk olmak üzere 27 binin üzerinde ölüm gerçekleşmiş. Bugün, bazı gurup insanların başına geçmiş, beyinleri ters yönde evrim geçirmiş bu kravatlı dinazorlardan insanlığın nasıl kurtulacağı en önemli güncel soru gözüküyor.

İlk defa, Belçikalı bir Hristiyan rahip olan Lemaiyre; uzayın genişlemekte, diğer gökadaların (galaksi) bizden uzaklaşmakta olduğunu gözlemlemiş ve dolayısı ile de geçmişte bunların hepsinin bir arada olmuş olmaları gerektiğini ve bir büyük patlama ile dağılmaya başlamış olabileceklerini 1927 de yayınladığı kitabında ileri sürmüştür. İki yıl sonra da ünlü astrofizikçi Hubble kendisini doğrulamıştır. (Tabi, Lemaiyre, alaylı sayıldığı için ismi anılmamaktadır)                            

NASA. Bu fotoğraf, uzayda tespit edilebilen yaklaşık 300 milyon ışık yılı çapında bir küme. Ortadaki sarı bölge yoğun olarak gaz. Bu yapı içinde onbinlerce gökada olduğu tahmin ediliyor. Görünen uzayda bu guruplardan sayısız var. Diğer taraftan gökadalar ve bütün uzay sürekli genişliyor hem de artan bir hızla. Genişleme hızı, ışık hızının da üstünde. Bu yüzden, örneğin Voyager1 uzay aracı hiçbir zaman gökadamızın dışına çıkamayacak, çünkü çıkış hızı, gökadamızın genişleme hızından çok çok düşük. Çıkabilmesi için en az saniyede 550 km hıza sahip olması gerekirken, şu an saniyede 17 km hızla yol almakta.

1209 yılında Fransa’nın Beziers şehrinde Katolik ordusu dinsizleri temizlemeye karar verir, ama dindarlar ile dinsizleri kesin olarak belirleyemezler. Bunun üzerine orduya ‘Tanrı nasılsa kimin ne olduğunu bilir, en doğru ayrımı Tanrı yapsın’ talimatı verilir ve 10 ile 20 bin arası kişi inancına bakılmaksızın katledilir.

Gökadaların genişleme ve aralarındaki mesafenin açılma hızı artarken, kendileri ve içindeki yıldızlar aslında, hareket halinde değil, sadece aradaki mesafeler büyüyor. Biz onları yerlerinde duruyor gibi görüyoruz, çünkü onların şimdiki yerleri yerine binlerce, milyonlarca ışık yılı önceki hallerini görüyoruz. Bugünkü haliyle bile mesafeler o kadar büyük ki, bilindiği gibi bizim Samanyolu gökadası ile Andromeda gökadası yaklaşık 4.5 milyar yıl sonra çarpışacaklar ama bu çarpışma, sonraki gel git ve birleşme içinde gökadaların içindeki yıldızlar büyük ihtimal biribirleri ile çarpışmayacaklar bile.                     

Eski Mısır’da firavunlar hazımsızlık çekip tuvalete çıkamaz hale (kabız) geldiğinde özel görevliler varmış, bu kişiler firavunun arkasına bir boru sokar, içine sıcak su doldurup üflerler, geri çekerler, açılana kadar da sıcak suyu tazelerlermiş. Günümüzde lavman denen teknik ilk böyle gelişmiş. Bu görevi yapanlar da esirlerden yetiştirilirmiş.            

Mısır, benzer uygulamayı mimari alanında da yapmış. Bol verimli Nil nehri kıyılarında kolay geçen bir yaşam içinde kurulabilen hayaller ile sayın firavunların ölüm sonrası rahatları için piramit denen yapılar tasarlanmış, bunların inşaatı için de, karın tokluğuna, hayatları pahasına çalıştırılacak esirler toplanmış ve bu binalar yaptırılmıştır. Şimdi bunlar eski Mısır Medeniyeti eserleri olarak adlandırılıyor.            

Avrupalı kavimlerde, eski Yunan’dan başlayarak aynı şekilde Afrikalı esirleri ve ilerleyen zamanda başka toprakların doğal kaynaklarını kullanarak bugün Batı Medeniyeti dediğimiz sömürü temelli olayı yaratmışlardır.

İnsan türü, uyanık İtalyan Marconi’nin, Tesla’dan yürüttüğü radyo dalgalarını icat ettiğini söylemesi ile ilk olarak 1895 de uzaya radyo dalgaları gönderebilmiştir. Işık hızı ile yol alan bu dalgalar aradan geçen yaklaşık 130 yıl içinde uzayda 130 ışık yılı yol alabilmiştir. Bu mesafe, bizim gök adamız içinde bize en yakın takım yıldız Orion içinde bize en yakın yıldız olan Bellatrix’e olan mesafenin yarısı kadardır.

Bu vesile ile Marconi’yi biraz daha tanımakta da yarar var : Zamanın İngiliz başbakanı kendisi ziyaret edip radyo dalgalarının ne işe yarayacağını anlamak ister. Marconi bakar iş uzun sürecek, olayı sonuca özetleyip, ‘bu sayede tahmin edemeyeceğiniz kadar çok vergi toplayabileceksiniz’ der.

Türkler kolay asimile olurlar, çünkü Türk olmak zordur. Almanya’da asimile olamamışlardır, çünkü Almanlar içlerine kolay kolay yabancı almazlar.

Deniz Yıldızı’nı keserseniz, kan gibi bir vücut sıvısının çıkmadığını görürsünüz. Bu hayvan, besin maddelerini vücuduna dağıtmak için damarlarında deniz suyunu kullanır.

Nasa’nın tarifi ile tahminen, bütün uzay büyüklüğü içinde parmak ucu kadar bile olmayan ‘görülebilir uzay’ içinde ise yaklaşık 2 trilyon gökada olduğu kabaca hesaplanmaktadır. Bu görülebilir uzay içinde tespit edilebilmiş en büyük gökada ise, IC 1101 olup, çapı 6 milyon ışık yılı civarında tahmin edilmektedir.

Bizim gök adamızın çapı ise yaklaşık 300 000 ışık yılıdır.

Sümer yaratılış destanı ‘Enuma Eliş’ in kelime anlamı ‘Bir zamanlar gökyüzünde’ demektir.

                                   

NASA, Hubble. Bu fotoğraftaki her bir nokta bir gökadadır ve burada yaklaşık 10 000 gökada var.

NASA, Hubble. Bir önceki fotoğraf, yukarıdaki fotoğrafta işaretli karenin büyütülmesi ile elde edilmiştir. Bu kare, parmağınızın ucundaki bir pirinç tanesini gökyüzüne uzattığınızda göreceğiniz alan büyüklüğündedir.

Bugün artık uzay boşluğunun ve vücudumuzun içi dahil bütün boşlukların aslında boşluk olmayıp quantum davranışlar gösteren kozmik süngerimsi bir yapıya sahip olduğu ve bütün enerji dalgalarının bu yapı üzerinden aynen denizdeki dalgalar gibi, enerji aktarımı şeklinde iletildiği düşünülüyor.  Maddenin de bugüne kadar tanımladığımız şekilde olmadığı, atomların bulutumsu yapılar olduğu görülüyor. Belki hiçbir yer boş değil ama sağ olsun beynimiz sayesinde, biz sadece bir takım şekiller algılıyoruz, aslında anlaşılan, bütün varlık olarak farklı farklı yapılar değil, tek bir bütünüz.

Uzay bu kadar büyük ve sayamayacağımız, ölçemeyeceğimiz kadar yapı barındırıyorken içindeki tek akıllı varlık biz isek, Stephen Hawking’in dediği gibi biraz israf olmuyor mu ? Çok daha önemli, çok daha büyük bir akıl veya akılların olması gerekiyor diye düşünüyorum.

Öyle horozlar vardır ki, öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar.  -  Tolstoy

Belki yaşam da, beyimizin anlattığı bir masal ve zaten sonunda da uyuyup kalıyoruz. Nehir, okyanusa dökülünce kaybolmayıp, okyanus oluyor sanki. Beynin fizyolojik her türlü çalışma düzeni büyük ölçüde biliniyor artık ama ‘bilinç’ in nasıl oluştuğu, doğumu hiç ama hiç anlaşılamadı.

Anıları yazmak, ölümden bir şeyler kurtarmaktır – Andre Gide

Gelişmiş ülke, fakirlerin bile arabaya bindiği değil, zenginlerin bile otobüse bindiği ülkedir – Gustavo Petro

Sadece algıladığımız şekillere bile de bakarsak, sonuç olarak bizim bağırsağımızdaki bir bakterinin bir molekülünün içindeki bir atomun bir protonunun, hatta onu da oluşturan bir quarkın bile bize göre büyüklüğü, dünyamızın sadece görülen uzay içindeki büyüklüğünden binlerce kat fazladır.

Dolayısı ile, çok ama çok sınırlı olan kabaca 5 duyumuzun algılayabildiği, beynimizin tercüme ettiği varlığın bütünü içinde BİZ ASLINDA pratik olarak YOKUZ. Kesine yakın bir ihtimalle de gördüğümüzün hepsi bir illüzyon.

Diğer taraftan da, insan dediğimiz, evrende hiçbir önemi olmadığı görünen bu yaratık, o kadar kompleks bir yapı ki, bunu da anlamak mümkün değil. Örneğin, stres olayını ele alalım : Stres, insanı tehlikeli durumlardan korumaya ve ihtiyaç duyduğumuzda gerekli enerji stoklarını etkin hale getirmeye yönelik çok önemli bir uyarıcıdır. Kişiye zarar verebilecek bir şey yaşama ihtimali doğduğunda beyin hemen böbreküstü bezlerine bir sinyal gönderip düşük dozda kortizol hormonu salgılatır. Kortizolün önemli bir görevi, ihtiyacınız olan enerjiyi size sağlamaktır. Kortizolü alınca, bu amaçla karaciğer ve yağ hücreleri kana glikoz bırakır, nabız ve tansiyon artar, daha dikkatli olma ve uyumama sağlanır. Kortizol, insanın hayatta kalmasını sağlayan önemli bir hormondur. Bu arada enerji açısından zengin, kişinin sevdiği yiyecekleri istemesini de sağlar. İşte buradan sonrası ise, başka bir olay.

Stresin uzun sürmesi halinde fazla yemek obeziteye zemin hazırlar, insülin seviyesi yükselir vs vs … stres zararlı hale gelir (2). Burada, aslında kişiye, ‘hayatın tadını çıkar, herşeyi kafaya takma yoksa hayatta kalmanı sağlayan bu vücudu bozarsın’ , ‘şanslısın dünyaya geldin, keyfini çıkar, beğenmiyorsan gidebilirsin, ama kimsenin de keyfini kaçırma’ mesajı verilmektedir.

Betonarme bir binada kolonlar, kirişler, beton çerçeve binayı nasıl taşıyan iskelet ise, kemiklerimiz de aynı şekilde vücudumuzu taşıyan iskelettir. Ama biz kolon ve kirişlerden en fazla belli bir ölçekte depreme dayanmalarını beklerken, kemiklerimiz hem hareket eder, hem kalsiyum biriktirir, hem ilik saklar, hem büyür, hemde normal bir yaşam sürecinde ihtiyaç duyacağımız kadar kendi kendini tamir eder (2). Sistem, bizim binalarla uzaktan yakından karşılaştırılamayacak bir mühendislik harikasıdır.

İnsan vücudunun işleyişi o kadar komplike bir yapıdır ki anlatmakla bitmez ve insana ‘neden’ sorusunu sordurur.

Kanadalılar günlük konuşmaları içinde o kadar çok ‘özür dilerim’, ‘üzgünüm’ anlamına gelen ‘sorry’ kelimesini kullanırlar ki, bundan yararlanmaya kalkan bazı uyanıklara karşı 2009 yılda parlementodan bir kanun geçirip ‘sorry’ kelimesinin ‘suç itirafı’ sayılmayacağını ilan etmek zorunda kalmışlardır.

İnsanlık olarak içimizdeki ve başımızdaki kravatlı dinazorlar her gün neyin kavgasını yapıyorlar, neyi paylaşamıyorlar anlamakta çok zorlanıyorum.

Ne insanlar gördüm üstünde elbise yok, ne elbiseler gördüm içinde insan yok – Mevlana

 


Kaynakça

  1. Sabahattin Eyüpoğlu tercümesi. İş Bankası Yayınları
  2. İnsan Vücudunun Öyküsü, Daniel E Lieberman

11-02-2024
N. Halil Uğur

N. Halil Uğur

Farklı Bir Bakış

Orta Doğu Teknik Üniversitesi–Elektronik Mühendisliği’nden mezun olmuştur. 1973 yılında bilgi işlem ve iletişim teknolojileri alanında kendi işini kurmuştur. 1980 – 1984 yılları arasında Harvard Üniversitesi’nde işletme eğitimi almıştır. Kurduğu firma, 1973 – 1991 yılları arasında Türkiye’ye bilgi işlem teknolojisini getiren, bu alanda yurt dışına hizmet de ihraç etmiş, ilk ve en büyük yerli sermaye kuruluşu olarak bilinir. 1991 – 1994 yılları arasında Türkmenistan’ın Ankara İstanbul fahri konsolosu olarak görev yapmıştır. 1994 - 2000 yılları arasında Türkmenistan’ın Washington büyükelçiliği görevini üstlenmiş ve bu süre boyunca Amerika’da yaşamıştır. Türkmenistan’ın Amerika’daki ilk büyükelçisidir. Aynı süreler içinde Kanada ve Meksika’ya da Türkmenistan'ın büyükelçiliğini yapmıştır. 2000 yılı sonunda Türkiye’ye dönmüştür. Dönüşünden sonra da çiftçilik yapmaya karar verip ziraat ile ilgili 1926’dan bu yana devam eden ziraat/gıda aile işlerini devir alıp Halil Efendi Çiftliği’ni kurmuştur. İş yaşamına devam etmektedir. Seyahat tutkusu fotoğraf sanatına olan ilgisini arttırmıştır. Fotoğraf çekmeye lise yıllarında başlamıştır. Ana ilgi alanı insan ve kültürlerdir. Fotoğrafları yurt dışında büyük ajanslarca da satılmaktadır.

halil@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com/kategoriler/sanatci/halil-ugur