1980'li YILLARDA UYGUR BÖLGESİ GEZİ ANILARIM

1980'li YILLARDA UYGUR BÖLGESİ GEZİ ANILARIM

A+ A-

1980 li yılların başlarıydı. Çin, Kültür Devrimi etkisinden yeni yeni çıkmaya, daha özgür bir yaşam tarzı oluşturmaya çalışıyordu. Benim firmam, o tarihlerde ülkemizin bilgisayar sektöründe öncü ve en büyük firmasıydı. Çin Halk Cumhuriyeti içindeki devlete ait bir firma da ilk defa diz üstü bilgisayarlar üretmişti, beni de ürünü değerlendirmek üzere Pekin’e davet etmişlerdi.

Çin’de, o yıllar, ülkeye girince, isteğe bağlı olarak, her yere gidilemiyordu, her gidilecek yer için ayrıca izin alınıyordu. Ben de, seyahatime çıkmadan Çin Elçiliğini ziyaret edip, en üst düzeydeki yetkiliden, gitmişken merak ettiğim Uygur bölgesini de ziyaret edip edemeyeceğimi sormuştum. Bu en üst yetkili de bana, bunun mümkün olamayacağını, çünkü bölgede otellerin olmadığını, ayrıca bölgeye sadece otobüs ile bir haftada gidilebildiğini söylemişti. Doğruyu söyleyememiş diyelim ! Yanlış hatırlamıyorsam bir İngiliz deyişi vardır: ‘Büyükelçi, ülkesi için yalan söyleyen dürüst insandır’ .

Pekin’de firma yetkilileri son derece yapıcı, rasyonel insanlardı, onlara da aynı isteği tekrarlayınca, bu seyahat iznimi kolayca alabildim, bölgeye jet uçağı ile gidip, rahat sayılabilecek otellerde kalıp, hemen hemen istediğim her tarafını gezebildim. Yetkililerden öğrendiğime göre de bölgeye benden önce ilk Türk ziyaretçi olarak, bir tek, Pekin’deki Büyükelçimiz gelebilmiş ancak o da sadece başkent Urumçi’de bir gün kalabilmiş, dönmüştü. Dolayısı ile bölgeye girip gezebilen ilk TC vatandaşı olmuştum. Halbuki Urumçi ve Turfan’da çok sayıda Avrupalı turist gördüm, Pekin’de de buralara giden çok Avrupalılara rastladım. Anlaşılan Ankara’da ki görevli, Türkleri bölge için sakıncalı görüyordu.

Uygur bölgesine tarihi bir fırsat çerçevesinde yaptığım bu gezim ile ilgili anılarım çok uzun ama burada gözlemlerimi kısaca başlıklar halinde özetlemek istiyorum :

- Uygur Bölgesinde, Uygur’lar yanında Kazak’lar, Kırgız’lar ve az bir miktar da Müslüman olmuş Çin’liler (‘Han’ diyorlar) hakim kitleler olarak yaşıyor. Uygur’lar Çinlilere ‘Hıtay’ diyordu. İlaveten bir taraftan da Çin hükümeti, nüfus dengelerini değiştirmek için ülke içlerinden sürekli bölgeye, bana söylenene göre genelde hapihanelerden çıkardıkları Çinlileri taşımaktaydı. Uygur bölgesi doğusunda da Budist kalmış bir Uygur nüfusu vardı, bunlara da Sarı Uygurlar deniyordu, ancak bunlarla karşılaşma imkanım olmadı.

- Bölgede karşılaştığım Türk halklarının hepsinde hiç beklemediğim çok güçlü bir Türklük bilinci vardı. Çok yerde karşılaştığım bu insanlar Türk olduğumu öğrenince bana hep ‘Biz, bir elin beş parmağıyız, Uygur, Kazak, Özbek, Kırgız, Türk’ derlerdi. Bazısı, Özbek yerine Tatar sayardı. Bunun yanında ‘Dilimiz, Dinimiz, Milletimiz bir’ diyen de çok oldu.

- Çok yüksek yerlerde dağların tepelerinde yaşayan göçerlerle bile oturup sohbet ettiğimde ve onlara benden istedikleri bir şey olup olmadığını sorduğumda, benden Türkiye’de hükümet yetkililerine iletmemi, Türkiye radyosu dinlemek istediklerini, ama çıkmadığını söylemişlerdi.

- Bir gün Tanrı dağları eteklerinde ormanlık bir vadide, bir Kazak atlısı eşliğinde at gezintisi yaparken tanıdık bir müzik kulağıma geldi. Gene bir Kazak köylüsü kaset radyosu ile ırmak kenarına oturmuş, Barış Manço’nun Dağlar Dağlar şarkısını dinliyordu. O zamanlar Çin’e kaset yeni gelmişti ancak boş kaset satışı yasaktı. Orada gene Türk müziği dinleyen başka insanlarla da karşılaştım ama, çok ilginç bir şekilde hepsi Barış Manço parçaları dinliyordu.

- Uygur’da dini inanca göre erkek kadın fark etmez herkesin başı örtülü olması gerekiyordu. Kadınlar, Anadoluda büyüklerimizin hep yaptığı gibi başa gevşek bir örtü takıyor, erkekler de ‘Dobba’ dedikleri bir takke takıyorlardı. Bu takke, Uygur, Kazak, Kırgız oluşuna göre değişik desenler bazen şekiller taşıyordu. Hepsinin ilk gördüğü Türk bendim ve Türk olduğumu öğrendikleri anda benim başımın neden açık olduğunu soruyorlardı. Sonunda baktım garipseniyorum, ben de, sürekli, bir Dobba taktım. Erkeklerin bir kısmı, Kültür Devrimi sırasında kasket giymeye alıştırılmış, bir kısmı ise gene geleneksel Dobba’larını takıyor.

- Beni çok etkileyen bir olay da şöyle oldu : Ben her gittiğim yerde fotoğraf çekiyor ve yerel müzikleri kaydediyordum. Bu müziklerin önemli bir kısmını bu sayfalarda paylaştım. Bir gün beni yerel bir aşık ile tanıştıracaklarını söylediler. Aşık, elinde Dutar diye adlandırdıkları iki telli Uygur sazı ile gelmişti. Aşık, benimle tanışıp konuştuktan sonra doğaçlama ile şöyle bir türkü söyleyip çaldı :

                     Halil Efendi, Halil Efendi

                     Sen niye geldin

                     Sönmekte olan ateşi

                     Yakmaya mı geldin

- Ortam o kadar rahat görünüyordu ki, hiçbir idarede Çinliler ortada görünmüyor, yöneticiler hep Uygur, ama yardımcıları Çinli idi. Tabi son kararı hep usulca Çinli yardımcı veriyordu. Hatta köylerde, göçer obalarda bile bakıyorsunuz halk hep yerel, ama içlerinden birinin Uygur’ca veya Kazakçası biraz garip aksanlı, biraz eşeleyince anlıyordunuz ki bu kişi Çinli ve devletin yerleştirmesi. Hiç beklemediğim bir olay da, başkent Urumçi’de gittiğim bir tiyatro idi. Oyunun senaryosu Uygur bölgesinin Çin tarafından işgal edilişini ve Uygurların buna baş kaldırıp, savaşarak ülkelerini kurtarmasını işliyordu. Gördüğüme inanamadım.

- Sanırım bunlar, önceki komünist devrim sırasında halklara tanınan özgürlüklerin bir kalıntısı idi. Bir gün bir devlet şirketinin genel müdürü ile görüşmüştüm ve genel müdür beni devlete ait halı dokuma atölyelerine götürecekti. Arabasına binmek için binadan çıktık, aracın sürücüsü arabayı yıkıyordu. Yaklaşık 15 dk bina kapısı önünde sürücünün yıkamayı bitirmesini bekledik. Adam, sakin sakin, aracın jantlarını dahi yıkadı, aracı kuruladı, öyle yola çıkabildik, çünkü sürücü hala komünist dönem bireysel eşitlik anlayışında yaşıyordu, onun müdürü bekleyebildiği gibi, müdür de onu bekleyebilmeliydi.

- Gördüğüm kadarı ile Çin hükümeti doğrudan sert bir baskı uygulamıyor fakat her şeyi yakından takip ediyor, arka planda yönetime müdahaleler ve yönlendirmeler yapıyor, bir taraftan da sürekli olarak bölgeye Çinli taşıyarak demografik yapıyı yavaşça değiştirmeye çalışıyordu. Çok ilginç bir uygulama hiç gözümün önünden gitmiyor : Bölge çok sıcak ve çocuklar dondurma yemeyi çok seviyor. Fakat Uygur’lar dondurma üretip satamıyorlardı, yasaktı. Sokakların köşe başlarında,  tekerlekli satış arabalarında, bolca, ucuz fiyatla dondurma satılıyordu ve çocuklar bunların önünde kuyruk oluyordu. Ancak, bu arabaları işleten, dondurma satan sadece ve sadece tombul, çok güler yüzlü, orta yaşlı (anne gibi), çok sevimli, çocuklarla sadece Çince konuşan Çinli kadınlardı. Anladığım kadarı ile çocuğun bilinç altına Çinli sempatisi işleniyordu.

 

- Bildiğimiz gibi 1944-49 yılları arasında bölgede bir Doğu Türkistan Cumhuriyeti kurulmuş ve Çin işgali ile bu devlet son bulmuştu. Bölgede ev sohbetlerinde tanıştığım bir Uygur, babasının o yılları yaşadığını ve Çin işgali sırasında yaşanan olayları ve Çin katliamını 10 defter halinde  yazdığını söyledi. Benden bunu Türkiye’ye götürüp yayınlayabilip, yayınlayamayacağımı sordu. Bende, bunun çok önemli bir kayıt olduğunu ama Çin güvenlik birimlerinin Pekin’deki Türk Elçiliğine girerken bile üstümü aradıklarını, görürlerse el koyacaklarını ve kayıtların kaybolacağını söyledim. O zamanlarda oralarda fotokopi makinası yok tabi. Bu arkadaş, bana, üç gün içinde gece gündüz el yazısı defterlerin bir kopyasını çıkarıp verebileceklerini söyledi. Ancak ben, çeşitli nedenlerle benim için çok riskli olacağını ve olayın, bir yolu bulunsa bile, benim bölgeye geliş amacımı aşacağını söyleyerek kabul etmedim.

 

- Uygur Türkçe ’sinden ilgiç birkaç örnekleme yapalım :

                                Müze : Körgezmehane

                                Görmek : Körmek

                                Ayran : Çalap

                                Restoran : Aşhane

                                Koyun Eti : Göş

                                Kavak Ağacı : Ak Direk

                               Taklamakan Çölü : Taklamakan (anlamı Kiten Kelmez)

- Turfan Şehri : Burası, hemen hemen daire şeklinde, Tanrı dağları ile çevrili bir çölün tam ortasında kurulu bir şehir. Tarihi tam olarak bilinmeyen ama çok yüzyıllar önce olduğu kesin olan zamanlarda yörede yaşayan insanlar; Tanrı dağlarının eteklerinden, çöl altından açtıkları bazen insan boyunda ‘Karez’ dedikleri dehlizlerle kar sularını çölün ortasına taşımışlar. Turfan, Lut gölünden sonra dünyada deniz seviyesinin altındaki ikinci yer ve çevresindeki kapalı çöl iklimi nedeniyle burası çok sıcak, fakat bol su var, yemyeşil düz bir arazi. Çok zengin tarım yapılıyor, ve mevsimin ilk sebze ve meyvesi burada çıkıyor. Erken çıkan sebzeye dilimizde de verilen ‘turfanda’ adı buradan geliyor. Ayrıca çok güzel çekirdeksiz üzümü var, petek gibi delikli duvarlar halinde örülmüş depolarda asılarak güneş görmeden kurutuluyor. Bu üzüm kuruyunca da yeşil kalıyor ve ihracata gidiyor.

- Bir gün, Turfan’dan sanırım 70-80 km mesafede bir Uygur köyüne gittik. Köylülerin evlerinde misafir olduk. Biraz müzik, biraz yemek, hoş sohbet ediyoruz ama bir şey dikkatimi çekti; köylülerin ellerinde yüzlerinde büyük, yanık lekesi gibi lekeler var. Beni oraya götüren arkadaşa nedenini sordum. Verdiği cevap beni dondurdu. Yaklaşık 5 yıl önce Çin devleti, Taklamakan çölünde bu köye çok uzak olmayan bir yerde, bir nükleer deneme yapmış, köylüler patlamanın mantarını görmüşler ve köyün yaklaşık yarısı bu zaman içinde ölmüş, gördüklerimiz sağ kalanlarmış. Lokmalar boğazımda kaldı ve acele oradan bir bahane öne sürerek ayrıldık.

 

- Gerek bölgede, gerekse de Pekin’de karşılaştığım ve Çin’in çok yerini dolaşmış Avrupa, Amerikalı turistlerden hep duyduğum şu oldu : Uygur bölgesi Çin’in geri kalanından çok farklı ve çok neşeli. En büyük farklar; yemek, müzik ve dans alanlarında. Benim gördüğüm de her yerde özellikle pazarlarda her taraf seyyar kebapçı, kebap ve ayran dolu. Evlerde bolca hamur işleri, mantı, belki Çin’den öğrendikleri makarna ve gene et. Bana diğer turistlerin söylediğine göre de çaya şeker koyup içmek de bir tek burada varmış. Müzik çok zengin ve çoşkulu, bizim tarz enstrümanlar ve dans etmeyi çok seviyorlar. Danslarında geleneksel Türk figürleri ve kadınlarda biraz Hint etkisi taşıyan boyun, baş hareketleri var. Düğünler bizde de eskiden olduğu gibi üç gün üç gece sürüyor, erkek ve kız evleri ayrı ayrı, erkekler ve kızlar olarak eğleniyor. Şimdi erkek evinde katıldığım bir düğünde bir Uygur gencinin geleneksel oyununu görüyorsunuz :

 

- Uygurlar, Kazaklar sorarsanız hep Müslüman olduklarını söylüyorlar. Namaz kılıp kılmadıklarını sorarsanız yerleşik yaşayan Uygur’ların sadece erkeklerinin özellikle Cuma günleri ve gene camide öğle namazına gittiklerini gördüm. Göçer yaşayan Kazaklar ve Kırgızlar ise hep; yaşımız, ata binemez yaşlara gelince namaz kılarız dediler. Kadın erkek hep bir aradalar, kaç göç yok, evlerde haremlik selamlık yok.

- Ramazan bayramı çok özel kutlanıyor. Öncelikle herkes en güzel en renkli elbiselerini giyiyor, çocuklar sokaklarda rengarenk kıyafetlerle oynuyor, büyükler yakınlarını ziyarete gidiyor. Olağan üstü bir kutlama Kaşgar merkezinde İdga Mescit adlı cami önünde yaşanıyor. Sabahtan halk burada toplanıyor. Çin hükümeti bu kutlamayı çok sınırlamış. Süreyi tam hatırlamıyorum ama yaklaşık bir saat, diyelim 11.00 ile 12.00 arasına izin veriliyor.  Caminin, Selçuklu camilerinde de tarzdaki büyük giriş kapısı üzerine davul zurna çıkıyor. Saat 11.00 e kadar hoparlörlerden yüksek sesle Çin müziği çalıyor. Tam 11.00 de kesiliyor ve Uygur müzisyenler davul zurna ile geleneksel bayram kutlama müziğine başlıyor. Kadınlar meydanı çevreleyen bir çember oluştururken, erkekler ortada dansa başlıyor. Hepsi aynı şekilde dans ediyor. Dans eden kişi kendi etrafında dönerken, bütün kalabalık da toplu olarak, ters saat yönünde dönüyorlar. Müthiş bir olay. Bayramın her sabahı üç gün yapılıyor. Bunu biraz yerden, biraz da bir elektrik direğine tırmanıp yüksekten filme aldım. Tabi o zamanlar sadece 2.5 dakikalık 8mm bir kamera var elimde. Bu kutlama belki Mevlevi sema ayinlerine ilham vermiş olabilir, ya da tersi. Buna ilaveten bir de, bu meydan çevresine köylerden sazları ile gelen aşıklar kendi müziklerini yapıyorlar. Aşağıdaki filmde hepsi var.

 

- Uygur ipek halıcılığı çok güzeldi, ancak evlerde halı dokumak yasaktı. Devletin fabrika dediği büyük tek katlı binalarda çok sayıda tezgahlarda Uygur kadınları verilen desenleri dokuyordu, ve bu desenler de hep, kendilerine verilen İran orijinli çiçekli böcekli desenlerdi. Geometrik esaslı geleneksel Türk halı desenleri yoktu. Orada tasarladığım bir projeyi fabrika müdürü ile anlaşarak uygulamaya koydum. Çok uzun bir hikayeyi çok kısa anlatıyorum : Türkiye’de, o yıllarda Kültür Bakanlığı’nın yürüttüğü, ‘Geleneksel, geometrik esaslı Türk Halı Desenlerini dijitalleştirme projesi’nden 13 – 14. yy Türk halı desenlerini aldık, Uygur bölgesinde ipek halı olarak dokuttuk, Londra’da bir mağaza açıp ‘Türkler’in yaşadığı coğrafyanın en batısından tarihi desenler, en doğusunda dokundu, Uygur Halısı’ tanıtımı ile satmaya başladık. Çok da büyük ilgi gördük, ama Uygur Halısı deyince Çin hükümeti alarm verdi ve ilk partiden sonra benimle diyaloğu kestiler, halı göndermediler, iş durdu.

 

- Kaşgar’da, yaklaşık iki yıl önce Kaşgar dışında bir köyde Kaşgarlı Mahmut’un mezarının bulunduğunu ve restore edilmekte olduğunu öğrendim. Beni gezdiren devletin verdiği rehbere (sıkı komünist eğitimli bir Kazak genç) gitmek istediğimi söyledim, vaktimiz yok dedi kabul etmedi. Anladığım, bazı yerlere götürmemek üzere tembihlenmişti. Dost olduğum Uygur bir guruba söyledim, biraz kıyafetimi değiştirip beni bir at arabası ile götürdüler ve mezarı ziyaret edip fotoğraflayabildim. Zaten o tarihte devlet üst düzeyi haricinde Kaşgar, Turfan, Aksu, bölgenin hiçbir yerinde halkın kullandığı motorlu araç görmedim. Hep at, eşek, deve, biraz bisiklet ve az olarak da deve arabası, bol miktarda eşek arabası taksi. Uygur adıyla, Mahmut Kaşgari mezarı :

 

- Şimdi de, Uygur Bölgesinde yaşayan Kazaklardan bir şarkının sözlerini Anadolu Türkçesi ile karşılaştıralım:

             

Kazak Türkçesi ile,

Torgay

 

İli yoli egri – tokay

Tokaylıkta sayraydu bir cüp torgay

Ettigendin ta keçgice sayraydu

Sayrap – sayrap mini ölsun demdiğandu

 

İli’nin yiraganda çokur bir say

Kolda ipek çulvur sorigen tay

Tokaylıkta hiyal sürüp kelivatsam

Munluk gemkin sayraydu eşu torgay

 

(İli, Uygur bölgesi kuzeyinde daha çok Kazak’ların yaşadığı küçük bir yerleşim)

(Burada ilginç bir olay yaşadık: Şarkıyı söyleyen Hamid bey, Çin ordusunda görevli bir subay. Kayda almamdan biraz tedirgin oldu, ve parçanın son kısmını karı koca Çince söylediler)

 

Anadolu Türkçesi ile,

Tarla Kuşu

İli yolu eğri büğrü

Çalılıkta öterdi iki tarla kuşu

Sabahtan akşama kadar öterdi

Ötüp ötüp bana ölsün mü der

 

İli’nin uzağında çukur bir vadi

Elinde ipek yularını çeker bir tayın

Çalılıkta hayal sürüp geliversem

Derin bir üzüntü ile ötüyordu şu tarla kuşu

 

-Bir de Uygur Türkçesi bir şarkı için aynı işlemi yapalım :

Kizil Gül

Men izdeymen kizil gül

Bağda şu gül barmidu ?

Eger bolsa kizilgül,

Mana mengu yarmidu ?

              ….

Gülşenlerde gül işki,

Bulbul etti könlümni,

Tapalmadim men birak

Izdigen şu gülümni

 

 

Anadolu Türkçesi ile :

Kızıl Gül

Arıyorum kızıl gül

Bahçede o varmıy mış ?

Var olsaydı kendime

Ebedi yar olmuş mu ?

          …..

Gül sevgisi bahçede

Bülbül yaptı gönlümü

Bulamadım ben ama

Aradığım gülümü

- Son olarak da çok ilginç ve değerli bir anımı paylaşmak istiyorum : Bir gün Kaşgar sokaklarında dolaşırken, 17-18 yaşlarında bir genç ile sohbet ediyorum, bana şu soruyu sordu:

‘ Biz burada özgürüz, ama başka ülkelerde bizden daha özgür Türk’ler de varmış, doğru mu ? ‘

- Bir değerlendirme yapacak olursam, Uygur bölgesi halkı mutluydu ve Kültür Devrimi üstüne hayatlarından çok memnundular. Çin yönetiminden önemli bir şikayetleri de yoktu. Ancak, olumsuz iki önemli gelişme oldu :

- Birincisi, yeni Çin hükümetleri, kapitalizmin vahşi emperyalist tutkularına kapılıp, azınlık haklarına saygıyı bırakıp, bölgeyi Çinlileştirmek amacıyla; bölgeye sürekli Çinli nüfus taşımaya, hatta bu amaçla bölgeye, iç kesimlerden yeni bir demiryolu hattı kurmaya, doğum ve dolayısı ile nüfus kontrol yöntemleri geliştirmeye başladı.

- İkincisi de, orada şahsen de izlediğim gibi, bol miktarda ABD ‘bilgi toplayıcı’ genci hem de kaçak olarak bölgenin her tarafını, kamyonlara otostop yaparak dolaşıp özellikle demografik bilgi topluyordu, dostluk ilişkileri kuruyordu. Sonra da bunlar veya başkaları, ilişki kurdukları kişiler eliyle bölgede milliyetçilik ve bağımsızlık akımlarını alevlendirmeye başladılar (bu bana pek yabancı gelmedi). Bunların adı burada Barış Gönüllüsü değil, kaçak gezginlerdi.

Eğer Çin hükümeti bu sapmaları önleyebilseydi belki de bölge, Çin için bütün orta Asya’ya açılan tarihi bir kapı, bir zenginlik olabilir, ülkeyi dünya çapında bir model ülke yapabilirdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SELAM OLSUN BU GÜZEL İNSANLARA


Kaynakça

Fotoğraflar yazara aittir.

03-07-2023
N. Halil Uğur

N. Halil Uğur

Farklı Bir Bakış

Orta Doğu Teknik Üniversitesi–Elektronik Mühendisliği’nden mezun olmuştur. 1973 yılında bilgi işlem ve iletişim teknolojileri alanında kendi işini kurmuştur. 1980 – 1984 yılları arasında Harvard Üniversitesi’nde işletme eğitimi almıştır. Kurduğu firma, 1973 – 1991 yılları arasında Türkiye’ye bilgi işlem teknolojisini getiren, bu alanda yurt dışına hizmet de ihraç etmiş, ilk ve en büyük yerli sermaye kuruluşu olarak bilinir. 1991 – 1994 yılları arasında Türkmenistan’ın Ankara İstanbul fahri konsolosu olarak görev yapmıştır. 1994 - 2000 yılları arasında Türkmenistan’ın Washington büyükelçiliği görevini üstlenmiş ve bu süre boyunca Amerika’da yaşamıştır. Türkmenistan’ın Amerika’daki ilk büyükelçisidir. Aynı süreler içinde Kanada ve Meksika’ya da Türkmenistan'ın büyükelçiliğini yapmıştır. 2000 yılı sonunda Türkiye’ye dönmüştür. Dönüşünden sonra da çiftçilik yapmaya karar verip ziraat ile ilgili 1926’dan bu yana devam eden ziraat/gıda aile işlerini devir alıp Halil Efendi Çiftliği’ni kurmuştur. İş yaşamına devam etmektedir. Seyahat tutkusu fotoğraf sanatına olan ilgisini arttırmıştır. Fotoğraf çekmeye lise yıllarında başlamıştır. Ana ilgi alanı insan ve kültürlerdir. Fotoğrafları yurt dışında büyük ajanslarca da satılmaktadır.

halil@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com/kategoriler/sanatci/halil-ugur