Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye'nin Yeri
Bazen soruların ve cevaplarının tam ortasında otururken insan gerçeğin bütününü göremez. Sanki bizler de o durumdayız, kurulmakta olan yeni dünya düzenini göremiyoruz, anlayamıyoruz.
En önemli gelişme, zirvedeki güç merkezlerinin elinde giderek hızlanan ve yer yüzündeki bütün yaşamı etkileyecek teknolojik gelişmelerde yaşanmaktadır. Bunun popüler ortamda daha çok askeri uygulamalarını biraz duymakta ve tahmin etmekteyiz. Ancak, biraz daha detaya kısaca girersek;
- Sağlık sektöründe insanın ömrünü bugün düşünemeyeceğimiz ölçüde uzatacak çalışmalar çok yakında karşımıza çıkacaktır.
- Enerji sektöründe enerjiyi neredeyse bedavaya getirecek gelişmeler eşiğindeyiz. Ekonominin temel kuralı işleyecek, doğanın en bol var olanı ve alt yapısı olan enerji, en ucuz kaynak haline gelecektir.
- Üretim sektöründen insan, büyük ölçüde çıkacak, her şey yapay zeka ve otomasyona bağlanacaktır. Üretim, tüketim ihtiyacı bilgisini sahadan alıp dağıtıma kadar otomatik çalışacaktır.
- Özelde ve genelde kişiler ve guruplar hakkında toplanan büyük veriler ile hala önemini tam olarak kavrayamadığımız sosyal psikoloji bilimine dayalı etkileme teknikleri kullanılarak bireyler ve toplumlar büyük güçler tarafından çok kolay yönetilir hale gelecektir.
- Birey için şimdiye göre temel sorun ise, bireyin önemsizleşmesi ve düşünme yeteneğini kaybetmesi olacaktır.
Yukarıda sıraladığım temel gelişmeler için zamanlama, önümüzdeki 20 – 30 – 50 yıllardır.
Bu gelişmeler içinde, dünyayı olduğu yerden yönetmek iddiasındaki gurup, kendi yaşam alanı olarak ABD yi seçmiş olup bu yaşam alanının artık kendi dışında hiç bir kişi veya guruba ihtiyacı kalmayacaktır. Tarımda gıda ithaline ihtiyacı olmayacak, enerji ihtiyacı kalmayacak, dışarıdan işçi getirmesine ihtiyaç kalmayacak, elindeki giderek fazla gelenden de kurtulmaya çalışacaktır.
Dolayısı ile artık dünyanın geri kalanında yaşayan insanların neler yaşadığını bilmeye de ihtiyaçları olmayacak, onlarla uğraşmak da istemeyecektir. Onlar için tek tehlike, dışarıda bırakılacak, bugün devlet dediğimiz diğer organizasyonların kendi aralarında anlaşmazlığa düşmeleri halinde nükleer teknolojiyi kullanmaya kalkmaları olacaktır. Çünkü böylesi bir nükleer savaş, savaşa katılan katılmayan, yeryüzündeki herkesi çok kötü etkileyecek, dünyayı yaşanmaz hale getirebilecektir.
Bunun önlenmesi için de dışarıdaki diğer büyüklerin ve büyüme potansiyeli olanların ufalanması gerekmektedir. Ufalanma, ya da eski deyimi ile Balkanlaşma, ve bunların bu amaçla kendi içlerinde küçük yoğunluklu savaşlara yönlendirilmesi potansiyel tehlikeyi önlemek için zirvedeki güçler tarafından şu an tek çare olarak görülmektedir.
Oyun kuruculara göre nükleer güce sahip en tehlikeli dış büyük güçler de Rusya, Çin ve bir ölçüde Hindistan olarak gözükmektedir. Bu ülkelerin büyüklüklerinin ufalanıp ellerinden nükleer gücün alınması için de, doğrudan karşılarına çıkılamayacağı için, ilk adım, bunların çevrelerinin istikrarsızlaştırılması olacaktır.
Projeye önce kuzey Afrika’daki küçük güç merkezlerinin, Arap Baharı makyajlı adı altında etkisizleştirilmesi ile başlanmış, olay bizim sınırlarımıza kadar başarı ile getirilmiştir. Burada taktik olarak etnik kimlik, dini mezhep farklılıkları vs gibi o bölgede ne varsa o kullanılarak parçalanma sağlanmış, sıra Türkiye’ye gelmiştir. Ön hazırlık ise bir taraftan etnik kimlik, diğer taraftan da en güçlü derken en zayıf yanımız da olabilen din kullanılarak yıllardır zaten yapılmıştır. Türkiye, bugüne kadar, diğerleri gibi tek adamın etrafına çöreklenmiş çıkar gurupları tarafından yönetilmeyen, daha köklü bir devlet yapısına sahip olduğu için bu salvoları atlatabilmiştir. Zaten bunu gören karşı taraf da, devlet yapımızı çökertmenin yolları üzerinde çalışmaktadır.
Türkiye, her ne kadar Batı dünyasının güvenliği için önemli gibi gözükse de bu tarihte kalmış, artık günümüzde Rusya’nın güvenliği için daha önemli hale gelmiştir. Çünkü bugün artık halklar için en büyük tehlike top, tüfek, füze değil, iç karışıklıktır.
Türkiye’nin parçalanmasının en büyük etkisi Rusya’nın, Karadeniz dahil güney sınırlarının istikrarsızlaştırılması ile Rusya üzerinde olacaktır. Bunun bir örneğini bizim güney sınırlarımızın istikrarsızlaştırılması ile biz canlı olarak yaşamaktayız ve bunun bize ekonomik maliyeti üzerine kimse konuşmamaktadır. Sonucun elbette Avrupa üzerinde de benzer olumsuz etkileri olacaktır ama sözünü ettiğimiz zirvedeki güçler zaten Avrupa’yı uzun vadede gözden çıkarmışlardır. Oyun kurucular içinde önemli bir ağırlığı olan İngiltere de, bu nedenle Avrupa gemisinden inmiş, ABD gemisine binmiştir. Avrupa güvenliğinin önemi Rusya’nın güçsüzleşmesine paralel olarak azalacak, orası da karışıklığa terk edilecektir.
Zirvedeki güçlerin, küçüklerin kargaşasından korkacak bir şeyleri yoktur. O topraklardan herhangi bir ihtiyaçlarını karşılamaya kolaylıkla devam edebileceklerdir. Örnek gene önümüzdedir. Şu an güneydoğu sınırımızın altı, en istikrarsız halini yaşarken bölgeden petrol ihracatı hiç kesintiye uğramadan devam etmektedir. Çünkü oralardaki parçalanmış insan gurupları, yaşam savaşı vermekte, artık hiçbir şeyin pazarlığını yapamamaktadırlar. Bölge insanı yaşam kalitesini arttırmayı unutmuş, sadece hayatta kalmaya çalışmakta, kimin kendisini neden tokatladığını da anlayamamaktadır. Anlasa bile, alternatif hareket gücü yoktur, amaca varılmış, ufalanmıştır, sadece söyleneni yapar.
Türkiye’den sonra sıra İran’a, ki hazırlıklar uzun süredir başlatılmıştır, daha sonra da zaten epey hırpalanmış Pakistan’a gelecektir. Sonra da güneydoğu Asya. Sonuçta da, yukarıda saydığımız geleceğin dışında kalan, ufalanacak büyükler kendi sınırlarının güvenliği ile uğraşırken giderek güç kaybetmeye başlayacaklardır. Planın sonu da bellidir.
Hiç insani görünmeyen bu tablo karşısında öncelikle şunu iyi bilmek gerekmektedir. Toplumların üst yönetiminde yaşayanlar ile toplumun geri kalan kısmı arasında değerler, dünyalar çok farklıdır. Üst kademelerde genelde, alt kesimlerdekilerin yaşam haklarının hiçbir önemi yoktur. Yukarılarda sadece satranç oynanır, duyguya yer yoktur. Yukarıdakiler yerlerini sağlamladığı, gücü ellerinde topladığı ölçüde, aşağıdakilerin önemi azalır.
Bunun en güzel örneğini gene yakın tarihte bolca yaşadık. Irak ve Suriye’yi karıştıran zirve güçlerin temsilcileri olan ve müdahaleyi ilan eden politikacılar, bir milyondan fazla insanın ölümünden ve bundan kat kat fazlasının hayatlarının perişan olmasından sonra sadece ‘yanılmışız’ demişlerdir. Bırakalım yaraları sarma gayretini, hiç birisinin yüzünde en ufak bir üzüntü ifadesi dahi görmemişizdir, çünkü onlar için oralarda ölen veya kalanların hiçbir değeri yoktur. Ama Irak’tan sonra, kısıtlı eleştiriden de kurtulmak için, tekniklerini geliştirip, artık ilan ederek doğrudan müdahale yerine insanların guruplara ayrılıp birbirlerine saldırmalarını sağlar olmuşlardır. Suriye’de uygulanan teknik de bu olmuştur. Şimdi sıra kurtarıcı rolünü oynamaya gelmiştir.
Plan böyle de olsa, her planın planlandığı gibi yürüyeceği garanti değildir. Türkiye, bu plan karşısında nasıl durabileceğini düşünmelidir. Türkiye, zirvedeki güçlerin kurmak istediği yeni dünyalarında bugünkü büyüklüğü ile kendisine yer verilmeyeceğini artık görmüştür. Önümüzdeki tek seçenek çevremizdeki şu an ayakta duran diğer güçlü devletlerle daha yakın bir iş birliği ve dayanışmaya girmek, bu bölgede de yeni bir dünya kurmaya çalışmak olmalıdır. Çevredekilerin de buna ne kadar hazır olduğu ise ayrı bir sorudur. Bu kurulacak bölgesel yeni dünyanın diğer yeni dünyayı kopya ederek bir yere varması mümkün değildir, çünkü ara çok açılmıştır. Ortaya yeni değerler, yeni bir sosyal düzen ve farklı bir güvenlik konsepti konmalıdır. En başta, bu yeni dünyanın büyükleri Rusya ve Çin’in çağ dışı kalmış yayılmacı politikalarından vazgeçip çevreleri ile güven temelli bir siyasi ve ekonomik iş birliği ortamı yaratmaya çalışmaları, ‘eski ABD’nin olduğu gibi, çekicilik kazanmaları gerekmektedir. Akılsız iştahlarının kendi ölümlerini de hazırlayacağını görmeleri gerekmektedir.
Yeni bir düzen kurulurken, bir taraftan güçlü bir yönetim yararlı ve etkin olur gibi gözükse de, diğer taraftan bütün gücü merkezileşmiş yönetimlerin düşmanlarınca bertaraf edilmesinin ve derin bir yıkıma uğramanın da, daha kolay olduğunu akıldan çıkarmamak gerekmektedir. Tarih, bunun sayısız örnekleri ile doludur.
Bir temel yanılgı da geleceği planlarken, hep biz direksiyonda olacakmışız gibi düşünmemizdir. Halbuki geleceği düşünürken yarınları emanet edeceğimiz gençliğin bugün ne gibi etkiler altında olduğunu, nasıl yaşamak istediğini ve geleceğe nasıl bakabildiğini de çok iyi bilmemiz ve anlamamız gerekmektedir. Zaten planın bir ayağı da, gençlik üzerine yürütülmektedir.
Bu konuyu bir önceki yazımda detaylandırmıştım.