DÜNYA SİYASET TİYATROSUNUN BAŞINDAKİ RENGİ BELİRSİZ BULUTLAR

DÜNYA SİYASET TİYATROSUNUN BAŞINDAKİ RENGİ BELİRSİZ BULUTLAR

A+ A-

Yönetmen ve baş oyuncular :

  -  ABD : Şu an dünyanın en büyük askeri ve ekonomik gücüdür, yeni bir dünya düzeni kurmaya karar vermiştir, dolayısı ile de, hem oyunun yönetmeni hem de baş aktörüdür. Dünya imparatorluğu kurup tüm dünyayı kendi güvenliği için kontol altına almak istemektedir. Hem ihtiyacı olan hemen bütün doğal kaynaklara ve denizlerle büyük ölçüde korunmuş bir coğrafyaya sahip, hem de doları istediği kadar neredeyse bedavaya basabilen tek ülke, herhangi bir doğal kaynaktan daha değerli bir akıl ürünü. Halkın refah seviyesi çok yüksek, fakirler var ama bazılarının sandığı gibi ekonomi zorlandığından değil, oradaki sistemin sonucu. Burası Avrupa değil, çalışmayana bakılmaz, sürünür ama ölmez, belediyelerin ücretsiz aşevleri ve yatacak yerleri vardir. Örneğin, ülkenin en kötü alanlarından birisi de hapishanelerindeki pislik ve sefalettir. Bunun da mantığı aynıdır: ‘Topluma zarar veren kişiye bir de neden iyi bakıp para harcayalım’.

Amerika’nın ekonomik çöküntü içinde olduğunu, dağılacağını söyleyenler sadece rüya görmektedir. ABD’nin iç ve dış siyasetini günün sonunda yöneten Pentagon’dur. Ülkenin her köşesinde kulağı ve sesi vardır. Bütün önemli şirket ve kuruluşlarda emekli subaylar her düzeyde görevdedir. Görünürdeki yönetimin siyasi mücadelesi ise, sadece halka heyecan dağıtır ve Pentagon’a yapacakları için zaman kazandırır.

Sermaye, teknolojiyi finanse etmiş ve eline geçirmiştir, finansı ve teknolojiyi kullanarak sermaye de dünyayı ele geçirme peşindedir ama bu yolda devlet ile görünürde rekabet halindedir, ancak belki de sahne arkasında bir işbirliği, ikisini de yöneten bir üst akıl da vardır. Devlet, dış etkinlik kazanmak için siyaset ve silah kullanırken, sermaye; kapital ve teknoloji kullanmaktadır.

Amerikan toplumu çok detaylı kurulmuş bir sistem içinde yaşayan robotik bir toplum haline dönüşmüştür. İlk bakışta biribirlerine son derece saygılı, hukukun hakim olduğu bir toplum gibi görünür, ancak bu düzen, orada, bireylerin bu tutumlara sahip kişiler olmalarından değil, akıl yolu ile her bireyin içinde yaşamak isteyeceği bir düzen olarak kurulmuştur. Yani, karşı tarafa değil, aslında  kendine yönelik bir korunma eylemi ve düzeni vardır. Amerikan toplumunda duygu, sevgi gibi değerler kalmamıştır, düzenin programladığı şekilde yönlendirilip yaşatılması, herkesin sistemin gereklerine uyması, herkesin rahat etmesi için şarttır. İnsan hayatı, birey, ABD vatandaşı için olunca, çok değerlidir fakat bu toplumun dışındakilerin ise hiç bir önemi yoktur. Bir ABD siyahi vatandaşı polis tarafından vurulur, bir yönetmen bir taciz yapar, bütün toplum ayağa kalkar, ama Irak’ta 1 milyonun üstünde insan öldürülür, Irak-Suriye’de 10 milyondan fazla insan evinden barkından olur, yollara dökülür, Ukrayna’da onbinlerce insan ölür, bağımsızlık masalları ile kışkırttıkları Kürt gençleri ve karşısındaki Türk gençleri her gün ölür, kimsenin umurunda değildir, hatta bu eylemleri insanların öleceğini bilerek de yaparlar, çünkü kurguladıkları bir dünya düzeni vardır ve yaşananlar o yolculuğun yol taşlarıdır.

Eğer gerçekten devlet ile sermaye arasında, bir güç çekişmesi, bir rekabet varsa bile, pratikte silahı elinde bulunduran devlet daha güçlüdür, ama halk, teknoloji yoluyla sermaye ile daha yakındır ve yönetilebilir durumdadır, halk temelde sadece hukuk ve fiziki yaşam güvenliği açısından devlete bağımlıdır.

  -  AVRUPA : Burası tarihsel olarak sömürgecilikle zengin olmuş bir bölgedir. Almanya dışında hemen bütün Avrupa ülkeleri halen daha sömürgecilikten büyük gelir elde etmektedir. Bazı hesaplara göre sadece Fransa’nin başta Afrika sömürgelerinden elde ettigi yıllık gelir yaklaşık 500 milyar dolardır. Bir kısmı da, başta İngiltere, İsviçre, Lüxemburg, para ticaretinden önemli gelir elde eder, doğru dürüst üretim yapıp kazanan başta gelen ülke Almanya’dır. Avrupa, AB’yi kurması ile çok daha büyük bir pazar haline gelmiş, doğal olarak ekonomik gücünü daha da geliştirmiş, ve bir Amerika olabilirmiyiz hayaline kapılmıştır. Hatta bunun sonucunda, ortak bir ordu kurmaya da kalkmıştır. Ancak, ABD gibi nüfusunu harmanlayıp karıştıramadığı, Avrupa ulusu yaratamadığı, mevcut ulus bazlı guruplaşma platformlarını  dağıtamadığı için temelleri her zaman dağılmaya yatkın kalmıştır. İlk sıkışıklıkta hemen, izlemekte olduğumuz gibi, eski ulus bazlı guruplaşmalar, faşist yaklaşımlar ve sürtüşmeler ortaya çıkmıştır. Doğal olarak hayatta kalma mücadelesi vermekte olan insan evladı, her zaman yakın çevresinde dayanışma sağlayıp kendini güvende hissedeceği ortak platformlar aramıştır ve lider olma egosuna sahip kişiler de bunu hep kullanmışlardır.

Avrupa’da İngiltere’ye ayrı bir dikkat vermekte yarar vardır. Bu ada halkı, dünyanın en büyük sömürgeci imparatorluğunu kurmuş, zamanla ulus devletler ortaya çıkınca bunların hemen hepsini kaybetmiş, fakat hiç biri ile de kötü olmamış, hepsi ile iyi ilişkiler sürdürmeye devam etmiş olup, onlardan hem ticaret hem de uluslararası siyaset alanında yararlanmaya devam etmektedir. Örneğin, Kanada devlet başkanının ünvanı hala Genel Vali’dir, İngiliz Kralına bağlılık yemini eder. İngiltere bir taraftan ABD finans sermayesine büyük ölçüde ev sahipliği yapar, diğer taraftan da, Amerikan askeri gücünü çok kolay etkiler. Irak işgalinde, önce müdahalenin en büyük kışkırtıcısı olmuş, sonra, hiç göze batmadan olaya katılmış, güney Irak’a yerleşip oradaki petrol ticaretinden en çok yararlanan da kendisi olmuştur. İngiltere, eski sömürgesi ABD ile en çok iç içe olup, onun askeri ve finans gücünden her zaman en çok yararlanan, çok dikkat edilmesi gereken, çok şey öğrenilebilecek bir ülkedir.

  -  RUSYA : Bu ülke hala daha, 18-19.yy dünyasında yaşayan, bazı tarımsal ürünler ve gübre dışında hemen hiç bir şey üretmeyen, Asya’da ele geçirip sınırlarına kattığı sömürgelerinin enerji ve kıymetli madenlerini çoğunlukla diğer yanındaki zengin Avrupa’ya satarak geçinen bir toplumdur. Başlarındaki liderlerinin tarihte en çok insan ölümüne sebep olmuş liderleri, büyük liderler olarak anması zaten durumu, nerede kaldıklarını çok net anlatmaktadır. Bu toplumun sıkışınca ya da coşunca yapmayacağı saldırganlığın olmadığını, her zaman emperyalist hevesler taşıdığını hep hatırlamak gerekmektedir. Bugünkü ülkemize yönelik iyi ilşki, işbirliği ümidi veren sözlerini dinlerken, tepesi atınca İdlib’te askerlerimizi resmen de bildikleri toplanma yerinde nasıl bombaladığını da hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekmektedir.

Evet, Sovyetler Birliği dağılmış, güçü zayıflamıştır ama kalan, hala büyüktür, yaşayan en büyük sömürgeci ülkedir ve hemen hemen sadece de bununla geçinmektedir. Sonuçta Rusya, son derece tehlikeli bir ülkedir, çünkü 18-19.yy kültürü ile 21.yy askeri teknolojisine sahip bir toplumdur. Rusya’yı yöneten de, FSB, çok bilinen eski adıyla anarsak, KGB dir. Ancak, hep büyük devletlerin derin devletleri perde arkasında çalışırken, son yönetim değişimi ile Rusya’da derin devletin derinliği kalmamış, siyaset sahnesine de çıkmış, bu da, siyasetçi egolarının da söz sahibi olması ile durumu daha tehlikeli hale getirmiştir. Kısacası, gerçekci yönetim ve show biribirine karışmıştır.

  -  ÇİN : Bu ülke, Mao’nun gerçekleşirdiği ve bu uğrunda milyonlarca kendi vatandaşının ölümü ile sonuçlanan, Kültür Devrimi (bazıları Kültür Katliamı der) sürecinde bütün kültür değerlerini kaybetmiş, kolay yönetilen çok kalabalık bir insan topluluğu haline gelmiştir. Bu olayın dışında kalmayı becerebilen Uygur, Tibet gibi bölgeler Çin yönetimi için baş ağrısı durumundadır. Bu toplumu yöneten komunist partisinin de tek değeri maddi getiridir. Geçmişte Avrupa tarafindan bolca sömürülen bu ülkenin yönetimi de, dokunulmazlığını garanti etmek için askeri teknoloji geliştirmeye büyük önem vermekte ve bu alana büyük yatırım yapmaktadır.

Dünya üzerindeki ikinci bir robotik toplum da çok düşük bir gelir düzeyinde olmak üzere Çin’de kuruludur. Ancak Çin ile ABD arasinda çok önemli bir fark vardır :

- ABD düzeni içinde, kendi vatandaşı çok ama çok değerlidir, devlet tarafından vatandaşın, düzeni bozacak bir eylem yapmadığı sürece, her hakkı sonuna kadar korunur, hatta ülke dışında da korunur.  Çünkü bu ülke, bireylerin aralarında bir sosyal kontrat oluşturması ile kurulmuştur. Ve bu kontrat dışında kalan, ülke dışındaki diğer insancıkların kalabalık etmekten öte bir değeri yoktur. ABD vatandaşı, düzeni kendi kurmuştur, ona uyar ve onu sahiplenir. Her ne kadar bugün devleti yöneten üst akıllar oluşmuşsa da, vatandaş kendisini doğrudan etkileyen günlük hayatı doğrudan yönetmektedir ve bu da sistemi sahiplenmesine sürekli katkı vermektedir. Vali’yi de, mahkemedeki hakimi de , polis şefini de, hemen bütün görünür yerel yöneticileri kendisi oy vererek seçmektedir. Örneğin, benim görev süremde, biz de, Washington’da, Elçilikler Yolu (Embasy Row) denilen pek çok elçiliğin yer aldığı cadde üzerinde bir elçilik binası satın almak istedik. Bina, o zamana kadar konut olarak kullanılmıştı. Elçilik olarak kullanabilmek için mahalleden izin almamız gerekti. Duyuru yapıldı, isteyen mahalle sakinleri ile uzun bir toplantıya girdik. Bizi, binayı nasıl kullanacağımız, kaç kişi çalışacak, kaç araba olacak, çatıya kirlilik yaratacak anten koyacakmıyız vb sorularla, bir saat sorguya çektiler, sonra oylama yapıp bizi kabul ettiler ve binamızı öyle alabildik…. Özetle, yetkili devlet birimlerinden onay aldıktan sonra, bir devletin büyükelçiliğini açabilmek için, mahalle sakinlerini, rahatsız olmayacaklarına ikna edip, onay almamız gerekti…

- Çin’de ise, ne birey olarak vatandaşın ne de ülke dışındaki insanların gene  birey olarak hiçbir değeri yoktur. Bu ülke hep birileri tarafından güç kullanılarak yönetilmiştir, halk sadece bu yönetim tarzını bilir, dolayısı ile de düzenin sahibi değil kölesidir. Ülkenin doğal kaynakları son derece sınırlıdır, fakir bir ülkedir, kalabalıktır. Yönetimlerin en büyük ve tek korkusu kalabalıkların harekete geçmesi olduğundan, ilk hedefleri, kalabalıkların karnını doyurmak, daha güzel bir gelecek ümidini kaybetmemesini sağlamak olmuştur ki, aksine bir gelişme, ülkenin parçalanmasına ve yeniden sömürgeleşmesine yol açacaktır. Çin halkının geleneksel olarak son derece sakin ve uyumlu olmasına karşılık, bu ülke yönetimlerinin her zaman emperyalist yönelimleri vardır.

Sonuçta, özgür bireylerin aralarında anlaşarak kurdukları bir toplum düzeni ile, bir liderin tasarlayıp gerektiğinde silah kullanarak kurduğu toplumun, içlerindeki bireyler tarafından sahiplenilmelerinde büyük fark olduğu çok açık.

Şimdi gelelim sahnedeki oyuna :

Yönetmen : ABD : Bu ülke halkı ve devlet yönetim geleneklerinde, başka ülke topraklarını zorla işgal edip oralara yayılma, sahip olma emelleri yoktur ve hiç de olmamıştır. Bu, sadece, bu toprakların Kızılderili’lerden yağmalanması ve ilk yerleşim aşamasında olmuştur ki, o zaman da Amerika oluşmamıştı, Avrupa’lıydılar. Amerika, Amerika’lılara yetmektedir, oturdukları yerden memnundurlar. Ama, bir çok ülkeyi işgal edip, belki milyonlarca insanın ölümüne sebeb olmadılar mı ? Oldular. Peki bunlar neydi ? Daha önceki yazılarımda da yazmıştım, Amerikan dış politikasının 1 numaralı ilkesi, dünya üzerinde var olan veya olmaya yönelen bütün güç odaklarını ezip dağıtmaktır. Bu siyasi, dini veya askeri olsun fark etmez. Sebep : Bütün canlılarda gördüğümüz hayatta kalma mücadelesi, yaşam savaşıdır. Hiç bir gücün ileride kendisine tehlike yaratmasını istemez, prensip olarak bunları hep, tartışmasız, ne olduğuna bakmadan ufalamaya çalışır ki, bunları yönetebilsin. Bu tepkileri de hep, gücü ile orantılı olarak çok yıkıcı olur.

Sahneye bakarsak oyun akışında şunları görürüz:

-Avrupa, bir araya gelip sosyal temelleri çürük de olsa bir ekonomik birlik kurmuş, Amerikan pazarlarına olan bağımlılığını azaltmak üzere başta Çin ve uzak doğu pazarları ile ticaretini, Rusya ile enerji bağını arttırıyor, diğer taraftan bir ordu kurmaya niyetleniyor, kendi parasını uluslararası ticarette dolar gibi geçer akçe yapmış, özetle ikinci bir ABD gücü yaratmak rüyasına dalmış gidiyor.

-Diğer taraftan, Rusya, Sovyetlerden sonra oldukça küçüldü, gücünü kaybetti derken ve hatta Nato’nun ‘Barış için Ortaklık’ programına alınmışken, başına KGB den tayin, ülkeyi tekrar dinamik bir birlik, bir süper güç yapmaya çalışan, Çarlık devri hayranı bir başkan geliyor ve bir taraftan da Amerika’nın da üstünde bir nükleer silahlanmaya girişiyor.

-Çin ise, bütün yaşamsal gelişimini ve sermaye birikimini bugüne kadar Amerikan pazarlarına mal satarak, Afrika madenlerini sömürerek gerçekleştirmiştir. Bir süredir de, dünyanın artı değer fazlası 2. zengin bölgesi olan Avrupa pazarlarına yönelmiş durumda. Bu pazara ulaşmak için de Asya ortalarından yeni İpek Yolu olarak adlandırılan karayolları ve Arktik bölgesi üzerinden deniz yolunu geliştirmeye çalışıyor. Sonuçta, Çin de, geleceğini güvence altına almak için, bir taraftan ticaretini çeşitlendirmeye, diğer taraftan silahlanmaya çalışıyor.

Yönetmenimiz ABD, artık ileride durduramayacağı bu gelişmelere müdahale etmeye karar verir  ve bir bakıyoruz Ukrayna savaşı başlıyor. Yukarıda izah ettiğim gibi de, ABD, vatandaşı çok değerli olduğu için bir süredir de askeri müdahale işlerini sadece  vekalet savaşları ile yönetiyor. Belki 20 yıl sonra ona da gerek kalmayacak, robot askerleri ve uzayda yörüngedeki silah sistemlerini kullanmaya başlayacak. Bunun denemelerini de zaten halen yapıyor.

Şimdi, Avrupa, yönetmenin Ukrayna üzerinden yaptığı bu son müdahaleden, hep birlikte izlemekte olduğumuz gibi, büyük bir tokat yedi, darmadağın oldu, sonu nereye varacak göreceğiz. Rusya ise, tarihinin en büyük yanlızlığına girdi ve hidrojen yakıt sistemlerinin belki önümüzdeki 5-10 içerisinde ekonomik hale gelmesi ve düşen nüfusu ile, hiç bir üretimi olmayan bir ülke olarak perişan olmaya, elindeki nükleer silah sistemlerine bile bakamaz hale gelecek.

Çin’de ise, kendisine daralacak ABD pazarı ve eski cazibesini kaybetmekte olan Avrupa pazarları nedeniyle büyüme yavaşlayacak, tek avantajı ucuzlayan Rus ve ayakta kalırsa İran enerji kaynakları olacaktır. Sonuçta, kendi iç pazarına dayalı bir büyüme modeli oluşturacak, Batı pazarlarının ihtiyacı olan pek çok ürünün üretimini zaman içinde yavaş yavaş Hindistan üstlenecektir. ABD’nin bundan sonraki ana hedefi de Çin’in ekonomik olarak sıkışması ve parçalanması olacaktır. Yerini alacak olan Hindistan ise, hem İngiliz eğitimini bolca almış olduğundan ve hem de İngiltere ile çok yakın bağlar içinde olduğundan Çin ile yaşanan risk burada yaşanmayacak, hedeflenen dünya entegrasyonu yolunda sivrilen bir engel olmayacaktır. Ayrıca kültürel olarak da Hint halkı ve tarihsel olarak da yönetimleri hep, sürtüşme bazlı değil, anlaşma bazlı ilişkileri tercih eden bir yapıya sahiptir.

Peki ABD, bütün bu yaşam mücadelesinde neler kullanmaktadır :

-Amerikan devleti kontrolündeki askeri gücü, silah teknolojisi ve uzay sistemleri. Bunlardan uzay teknolojilerini doğrudan kendisi kullanmakta, silah sistemlerini ise kontrollü olarak vekalet savaşı yaptırdıklarına kullandırmaktadır. Bazen de karşı tarafın hareket cesaretini kırmak üzere sadece askeri varlık gösterir. Türkiye – Kobani durumu gibi. Bu, siyasetteki deyim ile sert güç kullanımıdır.

-Bir de, genelde yumuşak güç olarak adlandırılan siyaset, diplomasi vb vardır ama, kesinlikle  yeterince konuşulmayan, ABD’nin geleceğin dünyasını şekillendirmek için sermaye+teknoloji üzerinden esas kullandığı; iletişim, MEDYA alanı vardır. Burada, gelecek nesillerin beyinlerine girilip onları yanlızlaştırmaya, bireyler bütün yerel kültür bağlarından koparılmaya çalışılmaktadır. Şu anki silahlı savaşlar geçicidir, hatta aldatıcıdır, esas savaş meydanı gelecek nesillerin beyinleridir. Buradaki hedefler bir kaç nesil içinde kazanılınca ABD dünya hakimiyetini kurmuş olacaktır, çünkü bu nesilleri de kendi nüfusu gibi yönetme imkanı kazanacaktır.

Bu konudaki çalışmalara biraz daha yakından bakalım :

Hemen hemen büyük çoğunluk insanın hoşlanmadığı, bir tanımla, iğrenip ürktüğü hayvan türü hangisidir ? FARE … Ama biz Amerikan medyasında güle oynaya fare sever hale geldik, Mickey Mouse, Tom and Jerry…, hadi başka bir ülke bunu başarsın, görelim ?

Başta Disney, çocuklara yönelik bütün oyunlarda, medyada tekrar tekrar işlenen temel öğretiler :

1 – Kalıplarını unut, her şeyi sevebilirsin, doğru ve yanlış değişkendir,

2- Ailene ihtiyacın yoktur, bir an önce onlardan kurtul. Hatta son zamanlarda çok popüler olmuş    bir Disney çizgi filminde esas tema olarak, 13 yaşında bir kız çocuğunun ailesinin kontrolünden kurtulması ve sonuçtaki mutluluğu işlenir,

3 – Seni çok rahatsız eden diğer bir insanın hiç bir değeri yoktur, her türlü şiddeti uygulayabilirsin, hatta rahat rahat da öldürebilirsin.

En eski Disney filmlerinde fare ile kedi arasında hep şiddet vardır ve artık bugünkü hemen bütün çocuk ekran oyunlarında bol bol şiddet ve öldürme hakim unsurdur. Gerekliliği ve kolaylığı işlenir. Bunlar çocuklarımızın beyinlerine en küçük yaşlardan tekrarlanarak işlenmekte ve çocuklarımız fizik olarak yanımızdayken beyinleri bizden koparılmaktadır. Bu çocuklar aslında yanlızlaştırılmakta, internet ve telefonu üzerinden yönlendirilen, yönetilebilen bireyler haline getirilmektedir. Meşhur telefon markasının son çıkardığı saat size ‘artık fazla oturdun, kalk dolaş, bir şey ye, vb’  talimatları vererek sizi kendisine bağımlı hale getirmekte olup, bir süre alıştıktan sonra da onsuz yapamaz oluyor, koldaki uzaktan kumandalı saatin yönetimi altına giriyorsunuz. Hatta usulca sahneye sürülmekte olan Metaverse uygulamalarında kişinin kendi kişiliğinden çıkıp, kendi avatarını hayal edebildiği her kimlikte yaratıp, onu yaşaması ve sonuçta yavaş yavaş kendi kendine de yabancılaşması hedeflenmektedir. Hatta bir süre sonra, bu dünyada yaşayan bir gence ‘hangi ülkede yaşıyorsun’ diye sorunca kendi kafasında yarattığı bir ülkenin adını verecektir. Bunun örnekleri şimdiden yaşanmaktadır.

Elon Musk, bir dahi midir, yoksa bir gizli aklın sahnedeki temsilcisi midir. Herkesin dikkatini bir elektrikli araba projesine çekerken, uzaydan yerel devletlerin kontrolü dışında herkese internetten ulaşım alt yapısını ve aynı sistemleri kullanarak uzaydan lazer bazlı silah sistemlerinin kurulumunu gerçekleştirmekte midir acaba? Kendilerini çok zeki buluyorum.. Elektrikli araba heyecanı bitti, şimdi dikkatleri Twitter’e mi topluyor ?

Netflix, aktif olarak ülkemizde yerleşmiş ve değerlerimize savaş açıp, karşı propaganda yapmakta mıdır ? Ülke televizyonlarında alkol ve sigara kullanımı yasakken, örneğin, Netflix için çekilen özelde Türk dizilerinde acaba neredeyse su yerine alkol içilir hale gelinmiş gibi midir ? Alkol yasağı lehinde veya aleyhinde değilim, öyle bir mesaj da vermek istemiyorum ama Netflix bu konuyu tersine işlemeyi kendisine görev mi edinmiştir, eğer öyle ise de, bu görevi veren kimdir ? Bir amaç var mıdır ? Bu örnek çok çoğaltılabilir…

Peki, biz ne yapalım ?

Öncelikle ABD nin Türkiye’ye saldıracağı falan yoktur, bunlar gerçekci olamayan senaryolardır. Aksine Türkiye’yi daha kullanmayı planlamaktadır. Rusya çok zayıflayacaktır ve şimdiden baş edemediği ‘kaçak nüfus kaydırmaları’ ile Rusya enerji kaynaklarını işgal etmeye çalışan Çin’in önüne set olarak Türk Devletleri Birliği, kısaca Türkeli kurulacaktır. Bir tahmine göre şu an yaklaşık 30 milyon Çinli zaten Rusya’nın Asya topraklarına yerleşmiş durumdadır. Rusya, bu Türk devletleri üzerinde sahip olduğu tarihsel bağlar ile zaten önemli bir kontrol imkanına sahip olacaktır, dolayısı ile de temelde bu projeye karşı değildir. Bu birlik, hem ana ağırlığı Rusya’da kalacak enerji kaynaklarını koruyacak, hem de Uygur ve Tibet konularını kaşıyarak Çin’i yıpratacaktır. Bu konuda ABD ve Rusya prensipte anlaşmış görünmektedir.

Şu an, ABD Türkiye’yi hem terör hem de ekonomi üzerinden hırpalamaktadır, çünkü onlara göre Türkiye laf dinlememekte, bir de silahlanmaya, bir güç olmaya çalışmaktadır. Ne kadar güçlensek de ABD ile baş edebilirmiyiz ? Hayır. O zaman bakacağımız örnek, belki bir İngiltere olabilir. Hem kimliğinden hiç bir şey kaybetmemiş, hem de bir zamanlar sömürgesi olan ve kendisini silahla zoruyla ülkeden kovan ABD’nin son derece AKILLI bir siyasetle en yakını ülkedir, hatta hem de nükleer güçtür. Ne bağımsızlığından, ne kültüründen, ne de gücünden kaybetmiş aksine ABD ile ilişkisinden belki en çok yararlanan bir ülke olmuştur. Bizim tarafta ise, Türkiye, Atatürk devri ve II. Dünya Harbinden bu yana devlet aklını, birçok olumsuz deneyimden sonra ilk defa çok güzel kullandığı bir devri, ancak şimdi, şu ana kadar, Ukrayna-Rusya savaşında yaşamaktadır. Bu, içerideki o kadar akıllıca olmayan sorunlara rağmen son derece umut vericidir.

Sonuçta Amerika ile, daha önce büyük kanmalarla Marshall, Nato, Feto olaylarında olduğu gibi ona teslim olmadan bir iyi ilişkiler düzeni kurabilmemiz çok yararımızadır ve temel ilke olmalıdır. Bunu yaparken de muhatap olduğumuz kişilerin biraz hatta saf gibi görünen dürüst çocuklar olmadığını, onların sadece temsilci olduğunu, aslında arkalarında uzun vadeli planlar yapan çok güçlü bir zekanın olduğunu hiç akıldan çıkarmayalım. Güç dengesi olmayan yerde hayatta kalmak da çok akıl ister.

Dış ilişkilerimizde kullanacağımız devlet aklı içinde elbette caydırıcı bir askeri güce sahip olmak vardır, ama artık bunun yanında, mutlaka, en büyük eksiğimiz olan yumuşak gücümüz; siyaset, kültür ve aynı ABD nin kullandığı medya olmalıdır. Üstün silah teknolojisi sahibi olmak önemlidir ama dünyanın en yıkıcı bombalarını üretseniz de, bunun üstünü saydığım yumuşak güçler ile örtmezseniz göze batarsınız, sizinle uğraşırlar ve Rusya gibi kalırsınız ortada.

Uluslararası pazarlara çok başarılı digital çocuk oyunları üreten firmalarımız var ama bunların içeriğinde ABD kökenlilerde olduğu gibi ulusal misyonumuz gömülü mü ? Ulusal yaşam misyonumuz nedir ? Biz nasıl bir dünya düzeni, vatandaşlarımız ve dünya halkları için nasıl bir yaşam istiyoruz ? Uluslararası pazarlara ulaşan Netflix, Disney gibi digital platformlar kurma çalışmalarımız var mı ? Yurt dışında çok tutulan yerli tv dizilerimiz hemen bütün Holwood filmlerinde olduğu gibi ulusal bir kimlik, dünya görüşü yayabiliyorlar mı ? vb… Ulusal yaşam misyonumuzu uluslararası iletişim alanında ne kadar iletebiliyoruz. Sadece turizm alanında dikkatimizi, gelen turist sayısını bırakıp da, gelen turistten kişi başına ne kadar gelir elde ettiğimize  yöneltsek, Avrupa ve Rusya’nın dar gelirlisini kendi evlerinden daha ucuza misafir edeceğimize, Türkiye’ye daha üst entellektüel düzeyde turist çekebilsek ne olur? Doğrudan gelir yanında,  diğer ülkelerden, geldiği ülkede daha etkili olan kesimin gelmesi ile Türkiye’nin diğer ülkelerde değerinin ve öneminin artmasına katkıda bulunmaz mıyız ? Saymakla bitmeyecek oyun opsiyonları…

Sonuçta, savunmamızı klasik tanımlamalardan kurtarıp, yeni analizlerle ve güncel tekniklerle zenginleştirmek, temel savunma stratejimiz olmalıdır.

 

 

02-11-2022
N. Halil Uğur

N. Halil Uğur

Farklı Bir Bakış

Orta Doğu Teknik Üniversitesi–Elektronik Mühendisliği’nden mezun olmuştur. 1973 yılında bilgi işlem ve iletişim teknolojileri alanında kendi işini kurmuştur. 1980 – 1984 yılları arasında Harvard Üniversitesi’nde işletme eğitimi almıştır. Kurduğu firma, 1973 – 1991 yılları arasında Türkiye’ye bilgi işlem teknolojisini getiren, bu alanda yurt dışına hizmet de ihraç etmiş, ilk ve en büyük yerli sermaye kuruluşu olarak bilinir. 1991 – 1994 yılları arasında Türkmenistan’ın Ankara İstanbul fahri konsolosu olarak görev yapmıştır. 1994 - 2000 yılları arasında Türkmenistan’ın Washington büyükelçiliği görevini üstlenmiş ve bu süre boyunca Amerika’da yaşamıştır. Türkmenistan’ın Amerika’daki ilk büyükelçisidir. Aynı süreler içinde Kanada ve Meksika’ya da Türkmenistan'ın büyükelçiliğini yapmıştır. 2000 yılı sonunda Türkiye’ye dönmüştür. Dönüşünden sonra da çiftçilik yapmaya karar verip ziraat ile ilgili 1926’dan bu yana devam eden ziraat/gıda aile işlerini devir alıp Halil Efendi Çiftliği’ni kurmuştur. İş yaşamına devam etmektedir. Seyahat tutkusu fotoğraf sanatına olan ilgisini arttırmıştır. Fotoğraf çekmeye lise yıllarında başlamıştır. Ana ilgi alanı insan ve kültürlerdir. Fotoğrafları yurt dışında büyük ajanslarca da satılmaktadır.

halil@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com/kategoriler/sanatci/halil-ugur