
Gençlik Nerede?
Bu soruyu sordum ama cevabını vermeye başlayamadım, çünkü klasik gençlik tanımı artık geçerli değil.
Geçmişte, ‘gençlik’ belirli bir yaş aralığına verilen ad idi, ve bu yaş gurubu, içinde bulundukları sosyal şartlar ve fizyonomileri ile belirli şekillerde hareket ederler, en azından ortak yönleri çok fazla olurdu. 70 li yılların birbiri ile savaşan gençleri dahi zıt çözümlere inanmış ama aynı amaca, ülke bağımsızlığını korumaya yönelmiş, bunun için de hayatını tehlikeye atabilen çok benzer yapıda insanlardan oluşuyordu.
Şimdi ise, parçalanmışlık, her alanda olduğu gibi burada da söz konusu. Bir kısım gençler, eskisi gibi yakın aile çevresinde geleneksel biçimde yaşamını sürdürürken, önemli bir kısım da tamamen farklı ortamlarda, kimi dar bir okul veya iş çevresinde, kimi ise internet vasıtası ile sanal olarak ülkenin veya dünyanın her tarafında yaşıyor.
Sonuçta hayata, işlerine, çevrelerine, ülkeye ve dünyaya bakışları hep çok farklı. Dolayısı ile de çevreleri ve içinde bulundukları toplum ile etkileşimleri de çok farklı.
Belki ortak oldukları tek nokta hayatın hızlanması sonucu zaman ve dikkatlerinin iyice bölünmüş olmasıdır. Gençler, internet teknolojisini en yoğun kullanan kesim olmaları nedeniyle toplumun geri kalanından çok daha hızlı geleneksel sosyal konumlarından kopabilmekteler. Ve giderek de her kesimden daha geniş kitleler sanal ortama daha çok giriyorlar.
Sanal ortam yaşama neyi getiriyor : Doğruyu yanlışı kontrol edemeden bol bilgiye çok hızlı ulaşım ve çok sayıda kişi ile kesintisiz etkileşim. Ayrıca bu bilgi yazılı olduğu için daha inandırıcı. Eskiden ‘zaman’ paketler halinde akarken, artık günlerin, haftaların, ayların hatta yılların adı giderek önemsizleşiyor ve zaman kesintisiz akıyor.
Böylesi yoğun bir iletişim ortamında bir taraftan bireyler kendilerini çok daha geniş bir sosyal çevrenin içinde hissederlerken diğer taraftan da kimse ile ilişkilerinin yoğunlaşamaması ve ilişkinin bir ‘tık’ kolaylığında kırılganlığı nedeniyle giderek yalnızlaşıyorlar. Yani özetle birey, geniş kitlelerle sosyalleşirken aynı zamanda da yalnızlaşıyor. Çok önemli.
Diğer bir önemli etki de kişinin yoğun iletişim trafiği içinde hiç bir konuya çok derin konsantre olamaması, uzun sure düşünememesi sonucu, ilişkide olduğu kişi veya olaylar ile duygusal bağları giderek zayıflıyor.
Bu durumun sonuçları kendisini ilk olarak ‘duygusal derinliğin’ olmazsa olması olduğu sanat eseri yaratımındaki gerileme ile göstermektedir.
Bunun en açık örneğini bugün müzikte görmekteyiz. Artık eski zenginlikte besteler yapılamamakta, sözler de yazılamamaktadır. Şarkıların hayatımızdaki ömrü kısalmaktadır. Günümüzde modern müzikte, çoğu besteyi önemli ölçüde bilgisayarlar yapmakta, söz ve ses geri plana atılarak enstrümanlar ön plana çıkmakta, icra eden insanlar, pek çok kişinin de yapabileceği bir sahne gösterisi sunar hale gelmekte, icra eden sıradanlaşmaktadır. Artık bir daha bir Aşık Veysel, bir Münir Nurettin, bir Sezen Aksu çıkmayacaktır.
Giderek bu kaybı sanatın her dalında daha açık göreceğiz.
Elektronik ortamda üretilen her ürün gibi, yüksek üretim kapasitesi ve düşük maliyet nedeniyle sanat eserinin kullanım süreci de kısalacak ve bir tüketim malzemesi haline gelecektir. Resimde, ne bir Van Gogh, ne bir Fikret Mualla çıkacak, ne de bunların spekülatif ticareti amacı dışında bir alıcısı. Artık bir eser bir duvara asılıp yıllarca kalmayacak, yerini son derece doğal gözüken, aralıklı olarak, hatta istenen tatta resimleri değiştiren elektronik ekranlar alacaktır.
Sanat da ‘kullan at’ çemberine girecek, bugünkü kelime anlamını yitirecektir.
Benzer şekilde giderek değişen ölçülerde eski sevgiler, aşklar yaşanmamakta, kişisel ilişkilerdeki bağlar da bilgisayar ortamındaki gibi bir ‘tık’ kırılganlığına girmektedir. Artık ne bir Ferhat ile Şirin çıkacak, ne de bunları zevk ile okuyan ve hatta anlayan kalacaktır. Bugün dahi gençlerimizin bir kısmına Leyla ile Mecnun’u okutsanız anlamayacak, Mecnun acaba zihinsel hasta mıydı diyeceklerdir.
Aynı konu kişinin ailesi ile ilişkisine, işi ile ilişkisine, yaşadığı çevre ile ilişkisine ve ülkesi ile ilişkisine de yansımaktadır. Artık günlük hayatımızda genç nesil bir yerde karşılaştıkları zaman, biri diğerine işe girdiğini söylerse, diğeri hiç ‘işini seviyor musun’ diye sormamakta, sadece ‘kaç para alıyorsun, ünvanın ne’ sorularını sormaktadır.
Şimdiden, pek çok aile içindeki genç, ailesi için, ‘içimizdeki yabancı’ durumuna girmiştir.
Evet, bir koyunun hayatı zordur ama yalnız kalmış koyununki daha da zordur. Bu telaş ile insanlar, kalabalık sanal ortamlarda sürünün içinde oldukları güvencesini hissetmektedirler. Fakat diğer taraftan sonuçta, sürü içinde önemsizleştikleri ve yalnızlaştıkları için de sanal ortamda diğerleri ile birlikte işaret edilen hareketlere katılarak bilinç altından yalnızlıklarını hissetmemeye çalışmaktadırlar.
Özellikle yolun başındaki gençlerimiz, hayatın zorlukları ile nasıl baş edip bir yaşam kurabileceklerini bilememekte ve her bilinmez gibi bu bilinmezden de korkmaktadırlar. Eski aile koruması günümüz ortamında neredeyse kalkmış, aile, gençten, istemeden, bilinen pek çok nedenle uzaklaşmış, birey kendi başına kalmıştır. Zaten ailenin üreteceği çözüm yolları gencin düşüncesindeki günümüz dünyasına artık uymamaktadır. Pek çok sosyolog artık ülkemizdeki nesil değişim sürecinin 2.5 yıla indiğini düşünmektedir.
Öte yandan sürü içinde olmak, bir aidiyet ve korunma hissi vermektedir. Günümüz sosyal ortamında böyle bir koruma yoktur. Genç, değişen kültürel ortam nedeniyle kendisini ailesine, sanal ortamda beraber olduklarından daha uzak hissetmekte, kaçınılmaz olarak kendini sanal ortamın akışına bırakmaktadır.
Burada önemli bir sorun daha oluşmaktadır : ülkemizde son zamanlarda hızla eriyen ahlaki değerler nedeniyle kimse kimsenin hiç bir sözüne inanamaz, güvenemez hale gelmiş, birey kabuğuna çekilip yalnızlaşmıştır. Bu gerçek de, yeni nesilleri, sanal ortamın kucağına daha hızlı, daha derin atmaktadır.
Onlar için son güven alanı, batı dünyasında gördükleri gibi, devletimiz ise, devlet ana olmaktan çıkıp aşırı kutuplaşıp siyasileşerek geniş kitlelere yabancılaşmış olup, beklenen korumayı hiç sağlayamamaktadır.
Bu nedenle de devletin daha tarafsız ve koruyucu olduğu Avrupa ülkelerine göre ülkemizde gençler, internet bazlı etkilere çok daha fazla açıktır. Sosyal medyaya kendini kaptıramayan bir kısım ise internet oyunlarına sararak uyuşturucu etkisi almayı tercih etmektedir. Bu nedenle Avrupa’da en çok cep telefonu kullanan ülke olduk, telefonla bir şey ürettiğimizden değil tabi.
Sorun da burada başlıyor : Sanal ortamı, sosyal psikolojiyi iyi bilerek yönetenler bu takipçilerini ya da üyelerini çok kolay yönlendirebilmektedirler. Bunun FETÖ – din ilişkisinden bir farkı da yoktur. Biri dindar kesimi yönlendirmiştir, diğeri de internete teslim olmuş kendini ‘entel’ adlandıranları yönlendirmeye yönelmiştir.
Uygulama çok basittir: Sanal ortamda anahtar kelimeler, kavramlar oluşturulur. Bunlar bir kuklayı oynatan ipler gibi insan guruplarına bağlanır, ve gerektiği zaman gerektiği şekilde çekilerek hareket verilir.
Örneğin bir yerde bir köpeğe kötü muamele yapıldığını, bir yerde ağaç kesildiğini kısaca duyurarak, hatta bir de işin içine bir kaç bilinmiş ismi katarak binlerce kişiyi harekete geçirebilirsiniz. Ama aynı insanlar, her gün vahşice öldürülen kadınlarımız, iğrenç tecavüzlere uğrayan çocuk ve kızlarımız için bir şey yapmaya kendiliklerinden organize olamazlar. Bir hayvanın dramına koşturulan insanları , kendiliklerinden bir insanın dramına koşarken göremezsiniz. Köpekler için uyandırılan ilgi, kadınlarımız, çocuklarımız için uyanmamaktadır. İnsanın aklına, ‘bu işleri bir yöneten mi var, onun da bir amacı mı var’ soruları gelmektedir.
Elbette özelde bir şeyler yapmaya çalışanlar vardır, ama hangisi ağaç kesenlere karşı yapılan eylem kadar ses getirebildi, etki yapabildi? Hiç birisi , çünkü arkalarında yönlendirilmiş sosyal medya olmadı. Sanal ortama yönlenmeye basının da önemli bir kısmının iktidarlar veya çıkar gurupları tarafından etki veya kontrol altına alınması önemli katkı vermiştir.
Diğer taraftan da bu insanlara Y gurubu gençlik, Z gurubu gençlik vs gibi etiketlerle bir de üniforma giydirilmeye çalışılmakta, davranış kalıpları aşılanmaktadır.
Askerlik yapanlar bilir, askerde insanı itaat etmeye alıştırmak için saatlerce yerdeki çakıl taşını toplatırlar. Kafalarını çalıştırmaları önemli değildir, emirlere uyar hale gelmeleri önemlidir, çünkü düşünülecek şeyleri yapacak insanlar zaten üst kademelerde vardır ama cephede düşünerek savaşılmaz, onlardan sadece nefer olmaları beklenir.
Eskiden ‘bilge’ diye adlandırılan, sözüne güvenilen insanlar vardı, şimdi ise onların hepsinin yerini Google Bey aldı. Sonuçta gençlerimizin önemli bir kısmı günümüzde her şeyi her an Google’a sorup orada ne yazıyorsa ona inanıyor ve sanal ortamdan gelen uyarılardan son derece hızlı etkileniyor, daha büyük bir dünyanın içinde daha yalnız, dolayısı ile de ürkek, güçsüz ve mutsuz yaşıyorlar.
Google, ihtiyacımız olan her türlü bilgiyi uygun gördüğü miktar ve şekilde verirken gene iyiydi, bu verilenle düşünmeyi biz yapıyorduk. Şimdi bir de yapay zeka çıktı, araştırmayı, değerlendirmeyi ve düşünmeyi de o yapmaya başladı. Görülen o ki, zamanla yeni nesiller sadece söyleneni ve belli hareketleri yapan, biyolojik robotlara dönüşecek.
Akıllı telefonlar ise, sanal ortamda geçirilen süreyi katlayarak uzatmış, her işini telefonundan halledip, bilgisayar kullanmasını bile bilmeyen gençlerimiz çıkmaya başlamıştır.
Bugün konuştuğumuz vatan, millet, sevgi, birliktelik kavramlarının pek çoklarımızın içindeki yeri günümüzde çok farklı oluşmaya başlamıştır. Yakında bunlar daha belirgin şekilde karşımıza çıkacaktır.
Dünya bir bütünleşmeye gidiyor olsa bunlar belki bireyi öldürmesine rağmen bir ölçüde hoş görülebilir, ama diğer taraftan bakıyoruz dünya, küçük küçük parçalara ayrılmaya ve hepsi birden, tek merkezden yönetilmeye doğru gidiyor, götürülüyor. Bu gelişmenin oyun kurucuları aynı zamanda sanal dünyanın da hakimi. Oyun kurucular, bu parçaları nasıl kullanmayı planlıyor, bilmiyoruz.
Bizi nerelere nasıl götürmek istiyorlar, biz kendimizi bu dış iradeden nasıl koruruz? Dışarıdakinin kullandığı silahı avantajımıza kullanabilir miyiz , nasıl ? Cevapları bulunması ve verilmesi gereken sorular bunlar.
Kabile kültürümüzden lider arama aşamasında çıkabilenler, sanal kabileden de çıkabilecekler mi, nasıl ?
Gençlerimiz, kurulu düzenin tanımladığı alanlarda doktor, mühendis, marangoz , ekonomist, çiftçi gibi kimliklerle yaşamlarını sürdürmeye hazırlanırken, bağımsız bireyler olup, etkilerden sıyrılıp kendilerini keşfetmeye, tanımaya, kendileri olup, mutlu olabilecekleri bir yaşam düzeni kurmaya yönelebilecekler mi ? Yeni bir yaşam düzeni kurabilir miyiz ?
Aynı sanayi devriminin yaptığı gibi, teknolojideki gelişmeler, insan yaşamını tamamen değiştirecek bir ortam yaratacak olup, biz bunun içinde kendi düzenimizi kurabilecek miyiz ? Yoksa, bize verilen rolümü oynayacağız ?
En acil ve ilk iş olarak devlet yapılanmamızı, devletimizin bütün bireyleri ile ilişkilerini, adalet, fırsat eşitliği, koruyuculuk ve kapsayıcılık bazında yeniden gözden geçirmemiz gerekmektedir. Gençlerimiz alarm vermektedir, gelecek için umutsuz ve endişelidirler.
Hala düşünebiliyorken bunları çok iyi düşünmemiz gerekmektedir. Gene ipin ucunu kaçırıp, çadır devrilirken uyanmayalım. Bu sefer geç olacaktır.