TÜRKİYE GİDEREK YÖNETİLMESİ ZOR BİR ÜLKE HALİNE GELİYOR

TÜRKİYE GİDEREK YÖNETİLMESİ ZOR BİR ÜLKE HALİNE GELİYOR

A+ A-

Daha önce de üstünde durduğum gibi, devletin en önemli görevi, sınırları içindeki vatandaşlarına yaşam güvencesi ve huzur sağlamaktır. Bu görevi de etkin bir hukuk düzeni ve fırsat eşitliği içinde yapması gerekir.

Vatandaşın devletine bağlı olup sahiplenmesi de, kendi gelecek güvencesini, huzurunu görebilmesi ve bunun sürekliliği ile ilgili olarak devletine güvenebilmesine bağlıdır.

Bizim, öncelikle bir kimlik sorunumuz oluşturulmakta. Cumhuriyetle birlikte Türk vatandaşı tarif edilmiştir ama bu konu çeşitli art niyetlerle hep kaşınmış, herkes kendisini başka başka tanımlar olmuştur. Osmanlı, Selçuklu, Türk, Orta Asyalı, İran karışımı, eski Anadolu uygarlıkları karışımı, Orta Asya’dan gelenlerin ne kadar Türk olduğu, Anadolu’ya gelen Türklerin sayısı ve o yüzyıllardaki Anadolu yerli halkı, karışım yüzdeleri, gen tablolarına göre kimlik hesabı yapanlar, etnik kimlikler vs vs vs ve bir de kendine Türk değil de, Türkiyeli demeye kalkanlar… Günümüz dünyasında sınırlarımız içinde birlik olmak zorunda olmamızın şart olduğunu göremeyen veya art niyetli bir sürü insan sürekli bunları konuşuyor…  Çok tehlikeli bir ‘çoklu kimlik sendromu’ yaşadığımız ve bunun maksatlı yaratıldığı, yayıldığı kesin. Amaç belli, farklı kimliklerin varlığının kabulü, sonra özerk yönetimler, sonra parçalanma. Yoksa dedemizin, nenemizin kimlerle yattığının ne önemi var? Bugün yaşadığımız, belli sınırlarla bölünmüş bir dünyanın burasında yaşamaktan memnun muyuz, burada nasıl bir yaşam kurabilir ve en rahat hayatta kalabiliriz konu budur. Saçma sapan tartışmalarla sadece aklımızı ziyan edip huzurumuzu kaçırıyoruz. Bu gazı bize verenlerin amacı da bu zaten.

Cengiz Han, Moğol İmparatorluğunu kurmadan önce, rakip bir kabile, Cengiz’in kabilesini basar ve bu sırada Cengiz’in karısını da kaçırır. Kaçıran kabilenin reisi, Cengiz’in eşini kendine eş yapar ve bir de oğulları olur. Cengiz, bunları yıllarca takip eder ve sonunda bir yerde basar ve karısını kurtarır. Cengiz başka eşler de edinir, bu çok bilinir, ama kurtardığı ilk eşini tekrar Baş Hatun yapar, onun diğer kabile başkanından doğan oğlunu da kendi oğlu kabul eder, büyüyünce onu diğer oğullarından ayırmadan devlette görevler verir. Çoklarınca vahşi olarak nitelendirilen bu insan, küçücük bir Moğol topluluğu ile yola çıkıp kitleleri arkasına toplamış ve dünyanın en büyük imparatorluğunu kurmuştur. Nasıl mı? En başta, yanındakiler O’na hep çok güvenmiştir.

Bir sorunumuz da, siyasi eleştiri yaparken futbol taraftarı gibi davranmamızdır. Karşımızdakini ya tamamen siyaha ya da tamamen beyaza boyuyoruz. Karşı olduğumuz gurubun hiçbir doğru yaptığını görüp kabullenemiyoruz, bu da aslında bizim eleştirimizin kalitesini düşürüyor ama gol atma heyecanından bunu göremiyoruz.

Uzunca bir dönem devletimizi yönetmiş olan AKP’nin iktidar sürecine bakarsak, sevin veya sevmeyin, bu iktidar döneminde ülkenin pek çok altyapı yatırımı gerçekleştirilmiştir. Burada çok kısaca değinirsek; geçmişle mukayese edilemeyecek karayolları, demiryolları, hava ulaşımı, sağlık hizmetleri, özellikle pandemi sürecinin bizden çok daha gelişmiş batı ülkelerinin çoğundan hafif atlatılması, bilgi işlem hizmetlerinin kamu uygulamalarına yayılması, üniversitelerin yurt geneline yaygınlaştırılması, savunma sanayiinde yerlileşme ve teknoloji geliştirme gibi, pek çok temel konuda çok büyük yatırımlar gerçekleştirilmiştir. Bunları yaparken dünya para piyasalarının bol ve ucuz olduğu zamandan da yararlanılmıştır.

Bütün bunlar en ekonomik şekilde, en gerektiği şekil ve ölçüde ve en verimli hızda mı yapılmıştır, bilmiyoruz, incelemek gerekiyor. Detaylı bir çalışma yapan yok, pek çok bilgi de açık değil zaten. Sadece, hiçbir teknik değeri olmayan yüzeysel alkış ve eleştiriler var.

Bütün bu yatırımların sonucunda milli gelir evet artmıştır, ama halk daha mutlu olmuş mudur hayır, çünkü hep zannedildiğinin tersine, ikincinin gerek şartı birincisi değildir. Hem de hiç alakası yoktur. Mutluluk, psikoloji ağırlıklı bir olaydır ve en temel şartı da, yaşam güvenliği, huzuru ve yaşamdan sürekli ve ölçülü haz almaktır. Devletin başarı ölçütü, halkının mutluluk düzeyini arttırabilmesidir, bu da rakamları büyüterek elde edilmez. Siz rakamları büyüttükçe, aradaki kayıp kaçaktan yararlanan birkaç kişi, geçici bir haz alır, hepsi de budur.

Fiziki yapılanma yanında, çok önemli bir olumlu gelişme de NATO ilişkileri sonucu önemli ölçüde ABD etkisine açık kalmış olan TSK nın günlük siyasetin dışına çıkarılması olmuştur.

‘İyi yapılanmaların’ yanına, başta çirkin ve kalitesiz şehirleşme, doğanın ve özellikle sahillerin çağ dışı bir turizm anlayışı ile mahvedilmesi de ‘kötü yapılanmalar’ olarak sıralanmalıdır.

Cumhuriyetin kuruluşuna dönersek; ülke iş hayatında sadece Osmanlı azınlıkları olduğu ve askerlik ve çiftçilik yapan Türk halkı içinde bu azınlıklardan başka iş yapacak kadrolar olmadığı için, gene yeni projeler, teşvikler ve yatırımlar bu azınlıklara gitmiş, ve zaman içince ülkenin en büyük sermaye birikimi bu insanlarda toplanmıştır. Türk’lerden zıplamaya çalışanları da, örneklerini hep bildiğimiz gibi kıskanma veya menfaat karşılığı aşağı çekip batırmışızdır. Yerli yatırımcının en önemli dezavantajı tek güvencesinin ülkenin hukuk sistemi ve siyasi yönetimi olması, halbuki azınlıkların en büyük güvencesinin çok şekilde aksiyona girebilen yurt dışı ilişkileridir. Bunun somut örneklerini yakın zamanlarda da gördük.

AKP iktidarı yeni yaptığı projelerde sermaye birikiminin, hiçbir zaman milli olamamış bu tarihi azınlıkların elinden kurtulup Türk iş dünyasına aktarılmasına gayret etmiştir. Ancak bu yeni kitlenin büyük kısmı yatırımcı iş insanı kültürüne sahip olmadığı, hatta bir kısmı, kasabadan gelmiş, süte su karıştıran cingöz bakkal olarak sırada yer kapmış olduğu için bu aktarılan sermayenin büyük kısmı yatırıma değil tüketime ve ranta harcanmış, ziyan olmuştur. Aktarılan kaynak için ölçüyü kaçırıp enflasyon pahasına karşılıksız para basılması, çok kez vergi dönüşü de alınmaması ve sonuçta aktarılan kaynağın verimsiz kalması bizi bu zor günlere getiren ana etkenlerden olmuştur.

Zaten zengin olan eski kesim işleri alsaydı göze o kadar batmazdı, ama yeni bir kitlenin hızla zengin olması ve kazandığını yatırıma değil, tüketime, ranta harcaması, yatırım yaptı ise de bunun iyi pazarlanmamış olması, geniş kitleleri rahatsız etmiştir. Sonuçta, Türkiye’de pratikte Kapitalizm de artık işlemez olmuştur, ki bu sistemin bel kemiği, kazancın sermayeye ilavesidir. Üstüne gelen dünya ekonomik dalgalanmaları, çevredeki savaşlar, hiç konuşulmayan zorunlu çok yüksek askeri harcamalarımız, ülke içindeki seçimler ve buna bağlı hatalı ‘oy toplama politikaları’, ülkeyi bugün yaşadığımız ekonomik sıkıntılara sokmuştur. Bu sıkıntılar da, bazı yönetim kesimlerini günü kurtarma söylemlerine yöneltmiştir ki, bu da, durumu iyice içinden çıkılmaz hale getirmiştir.

Devlet vatandaş ilişkilerine bakınca; çevremde gördüğüm o ki, vatandaş devletine güvenini büyük ölçüde kaybetmiştir. Devlet vatandaşına her zaman dürüst ve açık olmak, vatandaşın sırtını dayadığı duvar olmak zorundayken hızla bu duruşunu kaybetmektedir. Yazımın başlığı da bunu ifade etmektedir. Maddi durumu imkân veren, iş yapabilecek insanlar da artık hukuk işlemediği, yarınlarını göremedikleri için işlerine yatırım yapmamaktadır. Kobilerin coştuğu devir tarih olmuştur. Tarım, bir tokat doğadan, bir tokat da devletten yemektedir.

Evet, AKP, yönetime gelenler açısından bir halk ihtilali olmuştur ama yönetimi yavaş yavaş halkın cahil ve açıkgöz kesimi ele geçirdikçe de, düzen bozulmaya başlamıştır. Birkaç örnekleme yapalım :

- Köyünden kasabasından kopup üniversiteye büyük şehre gelen genç, kültürel bağlarından kopup, kontrolsüz bir internet ortamına girmektedir. Gençlerin bilinç altını etkileyen yayınlara karşı daha önce de burada çok uyarıda bulundum. Netflix’te gördüğümüz içki dayatması vb gibi… Eski geleneksel kültürümüzü temsil eden ve dinin temsilcileri olarak ortaya çıkan bazı önemli konumlardaki kişilerin ise, sergiledikleri davranışlar pek çok Türk vatandaşını, kasıtlı mıdır bilemem ama, var olan dininden de uzaklaştırmıştır. Ülkede dindar bir ortam mı oluşturulmaya çalışılıyor, yoksa tam tersi, toplum dinden uzaklaştırılmaya mı çalışılıyor, soru işareti oluşmuştur. Niyeti, planı bilemem ama sonuç, ikinci alternatife yönelmiştir. Sosyal olarak eskiden en güvenilir kişiliği temsil eden bu meslek gurupları, en güvenilmez konumuna geçmişlerdir ve bu bir toplumsal sosyal sarsıntıdır.

- Vergi toplayacağım diye, Maliye teşkilatı esnafın üstüne terör estirecekmiş görüntüsü yaratamaz. O toplanacak vergi yarın belki gene vatandaşa dönecektir ama maliye bilmelidir ki bugünkü huzuru ve güvenliği, vatandaş için, yarınki vergi gelirinden çok daha önemlidir. Esnafı yaygın olarak korkuturken, bir büyük şirket üstüne giderek büyük bir ceza kesince adil yönetim gösterip güven kazanıldığına maliye teşkilatını bile inandıramazsınız. Halk artık çok fazla bilgiye sahiptir. Devlet, kimlerin neden çok kazanıp, hiç vergi vermediğini açıklayabilmelidir. Vergi konusunda devletin sunumu doğru yapması, uygulamayı çok adil yaptığını net göstermesi çok önemlidir. Döverim mesajları sadece nefret uyandırır, önemli olan ne yaptığınız olacaktır.

- Yıllarca İngiltere’de, Amerika’da şirketler kurdum, ticaret yaptım. Bu ülkelerde, kendi şahsi aracınızla bir iş seyahati yaparsanız nereye gittiğinizi, bunun km sini, aracın ortalama yakıt maliyetini hesaba katarak seyahat maliyetini iş giderlerinize yazarsınız. Bizde ise, buna izin varken, halkın cingöz geçinen kesimi hemen bütün benzin faturalarını iş giderlerine yazıyordu. Maliye de bunun üzerine, sadece işletmeye ait, zaten vergisi yüksek, ticari araçların yakıt faturalarının masrafa yazılabileceğine karar verdi. Herkesin böyle bir aracı olmaması, gerektiğinde özel araç ile de işe gidilmesinin kaçınılmaz olması nedeniyle pek çok mükellef bir kısım işletme giderini masrafa yazamaz oldu. Sonuçta ne oldu; devlet bir kısım açıkgözün suistimalinden yararlanıp vergi kazancı sağlamış, haksız kazanca engel olmaya kalkarken sonunda kendisi haksız kazanç elde etmiş oldu. Fatura da, her zamanki gibi dürüst vatandaşa kesildi. Hukuk nerede? Örnek verdiğim ülkelerde yaşıyor olsam bu haksızlığı dava konusu yapar, hemen de sonuç alırdım.

- Uzun bir süre konut kira artışları enflasyonun çok altında sabitlendi. Bu aslında, konut sahiplerinden alınan bir varlık vergisidir. Sonuçta ise, halk birbirine düşman edilmiştir. Böyle yapılacağına, sıkıntı açıkça paylaşılsa ve konut sahiplerinden acil nedenlerle bir varlık vergisi alınacağı, uygulamanın da bu şekilde olacağı ilan edilse, konu çok daha kolay kabullenilir ve belki başka varlıklı kesimlerden de ek vergi alınması kapısı açılır, yükün adil dağıtılması sağlanabilirdi. Bir alternatif olarak da belki bu vergiyi ödeyen kesimlere ekonominin düzelmesine paralel bazı vergi kolaylıkları sözü verilebilirdi. Halkımız sıkıntıyı, dürüst olursanız kolay paylaşır, ama oldu bittiye getirildiğini düşünürse de, nefret geliştirir. Davranışların hukuk temelinde olması yönetimlere büyük kredi kazandırır, aksi de kuyularını kazar.

- Kamuda çok yaygın bir inanç vardır : TÜİK, enflasyon oranlarını doğru vermiyor diye. Doğru veya yanlış, fark etmez, bu inancın varlığı, devletin itibar ve kimlik kaybıdır. Halk, bu kanaate, öncelikle pazarda yaşadıklarından, sonra da TÜİK in hesaplarının açık ve net olmamasından ulaşmaktadır. Bunu örtmek için bir yetkilinin çıkıp, ‘biz bütün fiyatları dikkate alıyoruz, siz belki yumurtayı 10tl ye alıyorsunuz ama ben 2tl ye alıyorum, çok çeşitli fiyat var, demesi, sadece komik olmaktadır, çünkü herkes bilmektedir ki, yumurtayı 2tl ye almanız önemli değildir, önemli olan 2tl ye aldığınız yumurta geçen sene kaç tl idi. Enflasyon hesabı yapıyoruz, piyasa araştırması değil. Sonuçta TÜİK’in açık, net, doğru olması, yapılacak elektrik, gaz vs zammının ne zaman yapılması gerekiyorsa o zaman yapılması, enflasyonun doğru hesaplandığına herkesin inanması, ama hükümetin çıkıp ‘enflasyon şu kadar ama ekonomide çok büyük zorluklarımız var, hep birlikte biraz fakirleşmek zorundayız, ücretleri şu kadar arttırabileceğiz’ demesi çok daha rahatlatıcı, devlete güveni arttırıcı bir tutum olurdu.

- Devlet, elektrik kullanım bedelini bütün yurtta herkesten adil bir şekilde almak zorundadır. Çeşitli nedenlerle bir kesimden alamıyorsa bunun bedelini elektrik borcunu muntazam ödeyen vatandaştan alması hiçbir hukuk ile bağdaşmaz, bu para sadece bütün vatandaşların paylaşımı demek olan genel bütçeden karşılanabilir. Tahsil edilemeyen paranın, sanki faturasını ödeyen vatandaş tahsil edemiyormuş gibi, dürüstlük vergi cezası şeklinde tahsil edilmesi inanılmaz bir olaydır.

- Turizmde, akıllı bir turizm politikası ile değil, sahilde arsa kapma ve rant elde etme hırsıyla yapılan yanlış yapılanmalar sonucu büyük oteller zora girdi ve sonunda vatandaşın yürüttüğü ‘kısa dönem konut kiralama’ olayı da, sorunu çözemeyeceği belli olan Turizm Bakanlığının gözüne batmaya başladı. Bazı çok akıllılar da, bu tarafı sıkıştırınca turist büyük otellere kayacak sandılar. Bunlar vergi de kaçırıyorlar, denetleyeceğiz diye bir söylem çıkardılar ve bütün bu kısa dönem konut kiralayanların bakanlıkta bir kayıt yaptırmalarını ve karşılığında da bir tescil numarası almalarını istediler. Halbuki bunların hepsi zaten yasal olarak mahalli karakolda kayıt altında ve turist odasına yerleşmeden pasaport kopyaları emniyete gönderiliyor. Bakanlık, bu tür konutları pazarlayan Airbnb, Booking.com gibi büyük yurtdışı şirketlere ulaşıp ‘Türkiye’den bu tescil numarası göndermeyen firmaların reklamını yayınlamayacaksınız’ dediler. Benim bildiğim, böyle bir salvonun orman dahil, hiçbir hukukta yeri yoktur. İçeri baktığımızda ise, bu konutları tescil ettirmeye bakanlığa başvuran on binlerce ev sahibinden bakanlık, her verdiği numara için 10 bin TL aldı. Bunun halk içinde adı nedir, herkes içinden söylesin, ayıp olur, ama pratikte olay, yönetimin kendine çelme takmasıdır, akıl tutulmasıdır.

- Bilindiği gibi, devlet, tarımsal üretim karşılığı, çiftçiye, yasanın öngördüğü miktarın altında da olsa, maddi bir destek vermektedir. 2006 tarihli Tarım kanuna göre GSYİH’nın % 1 inin altında olmaması gereken tarımsal destek, küçüle küçüle 2023 yılında %0.29 a gerilemiştir. Bu, ürün cinsine, miktarına ve devletin tarımsal teşvik tercihlerine göre değişen oranlarda olur ve kat kat artan tarım girdileri yanında son derece minimal bir rakam haline gelmiştir. Her yıl hasat sonrası bakanlık uzmanları gelir ve ne kadar ne üretimi yapılmış tespit eder, oradan da ödenecek teşvik miktarı hesaplanır. Eskiden bir önceki senenin mahsulüne ait bu para ortalama yaklaşık Şubat ayı içerisinde ödenirdi. İki yıl önceki sayın tarım bakanlığı, bu parayı çiftçinin başka işlere de kullanabileceğini tespit etmiş, bunu da gayri ahlaki bulup yeni bir uygulama başlatmaya karar vermiş! O gün bugün teşvik tutarı, çiftçinin kişisel Ziraat Bankası kartına benzin/mazot alma hakkı olarak TL şeklinde işleniyor. Çiftçi, bakanlığın gelip gördüğü gibi bir yıl önce üretimini yapmış ve bu parayı zaten harcamış, şimdi nereye isterse harcar, kime ne. Ayrıca karttaki bu harcama hakkını ülkedeki benzin istasyonlarının sanırım %90 ı almıyor çünkü özel bir pos cihazı gerekiyormuş. Benim örneğimde, bu mazotu almam için yaklaşık 100 km tek yön yol gitmem gerekiyor, ya da başka seyahatlerde denk gelirsek alıyoruz, tamamını alabilmem 3-4 ay sürüyor. Litre olarak değil, TL olarak verildiği için bu arada mazot zamları da işin çabası oluyor. Kimse bunun tarımsal destek ödemesinin geciktirilmesi veya kısmen hiç ödenmemesi için bir cin planı olduğunu düşünmedi, aksine ahlaklı çiftçilik yapılmasına bir destek olduğunu düşündü ve çiftçi çok mutlu !

- Bir belediye başkanımız ikinci dönemi için de seçilmiştir. Bu başkanımız halk içinde hep dürüst olarak tanınmıştır. Ancak, ilk döneminde kendisinden öncekine kıyasla göze görünür hiçbir şey yapmamıştır, belki dürüst tanınması da bu nedenledir. Bir gazeteci sorar ‘Bu şehre şu hizmeti yaptım’ diye gösterecek bir eseriniz var mı ?  Başkanın hatırladığım kadarı ile cevabı : Milletin parasını çaldırmadım, bundan büyük eser olur mu? şeklinde olur. Aslında tabi, projenin olmadığı yerde hırsızlık da olmaz, çünkü dönen para yoktur. Milletin dürüst yönetim beklentisi o kadar önemli hale gelmiştir ki, belediye başkanının, görevi olarak şu hizmetleri yaptı denmesinden çok dürüst ve paralara iyi bekçilik yaptı söylentisi yeniden seçilmesi için en büyük etken olmuştur.

Sonuçta devlet, zeki olmak ile, akıllı olmanın aynı şey olmadığını, zekaya çok güvenmenin akılsızlığa da yol açabileceğini her kademede bilmek zorundadır.

Devlete güveni sağlayamazsak, devleti dağıtırız. Devlet yalan söyleyemez, devlet halkını saf yerine koyup aldatmaca yapamaz. Bu kesin. Herkesle kavga edip kahramanlık türküleriyle de ayakta kalma devri bitmiştir. Türk halkının ortalama bilgi düzeyi artık çok yükselmiştir, nefret söylemlerinin arkasında toplanıp lider takip etmeyecektir. Eski yöntemlerle siyasete devam etmekte ısrar etmek büyük yanılgı olacaktır ve zaten bunun sonuçları da görülmeye başlanmıştır.

Yönetimler; artık bilgi ile, akıl ile dürüst ve açık, net konuşmak, halkına saygı duyduğunu ve hatta onu sevdiğini göstermek zorundadır. Gerisi, zorlukları halk ile dürüstçe paylaşarak çok daha kolay çözülür, tek çıkış yolumuz da budur. Halkımız, tarih boyu çok çile çekmiştir. Şarkılarımızın, türkülerimizin büyük çoğunluğu hüzünlüdür. İçinde sanatçıların uzun uzun ağlamadığı bir dizi filmimizi hatırlamıyorum. Halkımız inanırsa her sıkıntıya kolay katlanır ve omuz verir. Mustafa Kemal, bu nedenle cephedeki askerimize ‘Size ölmeyi emrediyorum’ diyebilmiştir, bunun dünya tarihinde benzeri yoktur. Halkımız deprem felaketinde, sıkıntıları nasıl paylaşabildiğini, örneği görülmemiş bir dayanışma ile göstermiştir. Her sıkıntıyı, her yanlışımızı, oy kaybedecek bile olsak halkımızla dürüst olarak paylaşırsak alacağımız destek ile sorunları çok daha kolay atlatırız.

Büyük emek ve maliyetler ile yetiştirdiğimiz gençliğimiz, devletine ve yarına güvenmediği için aslında gidecekleri yerlerde ikinci sınıf vatandaşı olacaklarını bilerek veya bilmeden, akın akın yurt dışına kaçmaktadır. Çoğunun ileri sürdüğü gibi temel konu ekonomi değildir. Halk kendisini güvende hissederse ekonomik sıkıntıya da katlanır, çözmeye omuz da verir. Amerika’da sokakta yatan, aş evinden beslenen bir fakiri alın, getirin buraya, seni belediyede şef yapacağız deyin gene de gelmez, çünkü bulunduğu yerde güvendedir, kendisine yanlış bir söz söyleyen devlet başkanını bile mahkemeye verip tazminat alır, hem de 15 yıl sürmeden, en fazla 1 yılda. Gidenlerimizin oralarda yaşayacaklarının üstüne, ülkemizde güven ortamını kurabilirsek, büyük çoğunluğu geri dönecektir, çünkü evleri, kendi yerleri burasıdır.

Tarihe bir bakarsak, Makedonyalı İskender, küçücük bir coğrafyadan küçücük bir toplulukla çıkmış, Hindistan’a kadar gidip çok büyük coğrafyalar almış, bir imparatorluk kurmamış ama aldığı yerlerde kendi komutanlarını bırakmış, onlar da yerli halk ile bütünleşip uzun ömürlü krallıklar kurmuşlardır. Bunun sırrı, savaştığı, işgal ettiği halk ile, savaş sonrası sevgi ve adil bir saygı bağına dayalı, güven veren yönetimler kurabilmiş olmasındadır.

İskender, Pers kralı Darius III ü MÖ 333 de yenmiş, esir almıştır. Kralın annesi Sisygambis’i de esir almış ama onun masum olduğunu, anne olmaktan başka bir özelliği olmadığını düşünüp kendisine çok iyi davranmış, saygı göstermiştir. Darius III ün savaşıp kaybeden olarak idam edilmesinden sonra cenazeyi istediği şekilde defnedebilmesi için anne Sisygambis’e gönderir ama anne defini reddedip, ‘Benim bir oğlum var, Pers ülkesinin kralı, o da İskender’dir’ der. İskender ile bu anne arasındaki ilişki bir anne oğul ilişkisine dönüşüp İskender ölene kadar sürer.

Görevini gerektiği şekilde yapmak, ama muhatap olanlara karşı açık, net olup, onlara insan olarak saygı ve sevgiyi de gösterebilmek hayatı çok kolaylaştırır, yönetenin adını da tarihe böyle yazdırır.

Ölümsüzlük iksiri para değil, sevgidir.

 

 

 

 

13-08-2024
N. Halil Uğur

N. Halil Uğur

Farklı Bir Bakış

Orta Doğu Teknik Üniversitesi–Elektronik Mühendisliği’nden mezun olmuştur. 1973 yılında bilgi işlem ve iletişim teknolojileri alanında kendi işini kurmuştur. 1980 – 1984 yılları arasında Harvard Üniversitesi’nde işletme eğitimi almıştır. Kurduğu firma, 1973 – 1991 yılları arasında Türkiye’ye bilgi işlem teknolojisini getiren, bu alanda yurt dışına hizmet de ihraç etmiş, ilk ve en büyük yerli sermaye kuruluşu olarak bilinir. 1991 – 1994 yılları arasında Türkmenistan’ın Ankara İstanbul fahri konsolosu olarak görev yapmıştır. 1994 - 2000 yılları arasında Türkmenistan’ın Washington büyükelçiliği görevini üstlenmiş ve bu süre boyunca Amerika’da yaşamıştır. Türkmenistan’ın Amerika’daki ilk büyükelçisidir. Aynı süreler içinde Kanada ve Meksika’ya da Türkmenistan'ın büyükelçiliğini yapmıştır. 2000 yılı sonunda Türkiye’ye dönmüştür. Dönüşünden sonra da çiftçilik yapmaya karar verip ziraat ile ilgili 1926’dan bu yana devam eden ziraat/gıda aile işlerini devir alıp Halil Efendi Çiftliği’ni kurmuştur. İş yaşamına devam etmektedir. Seyahat tutkusu fotoğraf sanatına olan ilgisini arttırmıştır. Fotoğraf çekmeye lise yıllarında başlamıştır. Ana ilgi alanı insan ve kültürlerdir. Fotoğrafları yurt dışında büyük ajanslarca da satılmaktadır.

Büyükelçilik anılarını 'Rus Tanzimatı ve Türkmenistan / Sıradışı Bir Büyükelçilik Serüveni' adlı bir kitap olarak yayınlamıştır.

halil@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com/kategoriler/sanatci/halil-ugur