BÜYÜK DÖNÜŞÜM ve YARINLAR

BÜYÜK DÖNÜŞÜM ve YARINLAR

A+ A-

Türkler, tarih sahnesinde, Çin kaynaklarında, ilk olarak MÖ 5.yy da kayda geçmişlerdir. Yaklaşık MÖ 1.yy da Asya’nın kuzeyinde kurulan ilk devlet, Xiongnu devleti olup, bu bir kabileler federasyonu olarak şekillenmişti. Türkler de, en üst yönetici ailenin Türk olması nedeniyle bu devlette hakim unsur olmuşlardı. Bu devlet, zamanla büyüyüp Kamçatka’dan Aral gölüne kadar yayılmıştır. Her büyük devlet gibi, zamanla dağılması ile de gene Türklerin giderek daha fazla hakim unsur olduğu Hun, oradan da Göktürk devletleri doğmuştur. Moğol devletinin de yönetici sınıfı Moğol, askeri alt yapısı, hep Türk olmuştur. 

Sonuçta Türkler, tarih içinde Anadolu’ya kadar gelerek çok geniş bir coğrafyaya yayılmış ve hakim olmuşlardır. Asya’nın kuzey doğusunda küçük bir coğrafyadan küçük bir kabile olarak yola çıkan bu yayılmada, bazı önemli özellikleri görmekte yarar vardır : 

    Türklük, etnik bir yapılanma değil, dünyadaki tek matematiksel yapıya sahip dil olan, Türkçe etrafında gerçekleşmiş bir kültürel yapılanmadır. Anahtar : Kolay, esnek ve etkin iletişim. 
    
    Türk toplulukları fakir coğrafyalardan çıktıkları için, çoğaldıkça yayılma ihtiyacında kalmış ve bunun sonucunda da savaşçı özellikleri hep ön planda oluşmuştur. Savaşçı yapılanmanın alt yapısında da, bir lidere biat ve emir komuta zincirinde işleyen bir yaşam düzeni vardır.
    
    Tarihte, son devrin dışarıdan başkalarınca çizdirilmiş sınırları dışında, 10 tane İngiliz, 8 tane Fransız veya 3 tane Çin devleti bulamazsınız. Kendi kendini yiyerek parçalanıp Türkler kadar çok sayıda devlet kurmuş başka bir topluluk yoktur. Bir dil etrafında birleşen, ağırlıkla Anglosakson ve Germen topluluklar, kuzey Amerika’da dev bir devlet kurabilirken, İspanyolca etrafında ortak kimlik oluşturamayan güney Amerika’daki küçük küçük devletçikler, yaşam savaşı vermekte ya da kuzeydeki akıllıların arka bahçesi olmayı kabullenmek zorunda kalmaktadırlar.

Türkler, Cumhuriyete kadar, hiçbir zaman bir millet olamamış, sadece aynı dili konuşan farklı milletler ya da kabileler gibi yaşamışlardır. Şahsen benim dedem bile, çocukluğumda, televizyon yokken, ailece oturduğumuzda, mensubu olduğu kabilenin 900 yıl önce Orta Asya’da nerede yaşadığını, Anadolu’ya göçen kabile başkanını anlatırdı. 

Sonunda nihayet, İsmail Gaspıralı (1851-1914) ile, uzun yaşamamız için, ‘birlik’ olmamız gerektiğini düşünmeye başlamışız, ancak biz bunu kabullenip eyleme geçene kadar, tek millet olarak gücünü birleştirmiş olan Ruslar, bütün Türk yurtlarını işgal etmiş, doğal kaynaklarına el koymuş, içimizdeki kimlik kargaşasından yararlanıp bir de ayrı ayrı adlandırdığı guruplara ayrı devletler kurmuş, onlara kültürleri ve en başta dilleri üzerinde de oynayarak ayrı kimlikler benimsetmeye başlamışlardır.
    
    Cumhuriyetimize kadar, Türklerin kurduğu devletler içinde, en uzun Osmanlı yaşamıştır, bunun sırrı da, devleti büyük ölçüde Türklerle değil, çok akıllı bir çözümle, genelde Balkanlar’dan toplanan devşirmelerle yönetmiş olmasındadır. Padişahların eşleri de büyük ölçüde yabancı kökenli olup, güç sahibi olabilecek, baş kaldırabilecek kimsenin arkasında güç alabileceği bir kök, bir ailenin olmamasına dikkat edilmiştir. Bu endişe ve geçmiş deneyimler ile, uzun bir süre padişahların kardeş katline bile izin verilmiştir. Benzer şekilde, daha önce de, Selçuklu devleti İranlıları kullanmış, ve hatta bu yüzden, Selçuklu sarayında Farsça kullanılmak durumunda kalınmıştır. Ondan önce Gazneliler de de aynı düzen kuruluydu.  Selçukluda olduğu gibi, Osmanlıda da Türkler, barışta çiftçilik, savaşta askerlik görevlerini yerine getirmiştir. 
    
    Bu yönetim tarzını değiştirmeye cesaret edip Türkleri bütünüyle devlet yönetimine çağıran ve göreve alan ilk lider de Mustafa Kemal olmuştur. 

Mustafa Kemal, bunu becerebilmenin anahtarı olarak da askeri yapıdaki bu halk kitlesinin kültürel düzeyinin savaştığı düşmanı olan ‘Batı’nın kültürel altyapısı düzeyine kısa zamanda yükseltilmesinde görmüş ve bu konuda en önemli ilk icraat olarak, halkın %80 inin yaşadığı köylere eğitim götürme seferberliği başlatmıştır. Çünkü onlarca yıl süren savaşlarda çok değerli genç nesillerini kaybeden bir imparatorluktan bir şekilde Batı kültürünü görmüş, kendisi gibi kadrolarla hala son derece başarılı hükümetler kurabildiğini, devletin yönetilebildiğini, ilkel liderlik tutkularından kurtulunabildiğini görmüştür. 

Ancak elbette bu gelişmeyi, başta ABD olmak üzere, dış hegemonik güçler ve içeride de eski düzenin toprak ağaları yani kabile liderleri de görmüş ve sonuçta Köy Enstitülerinin kapatılması ile Mustafa Kemal’in bu atılımı, ölümünden sonra durdurulmuştur.
 
Üstüne de, parmak sayma hesabına dayalı, alt yapı sistemleri Batıdan kopyalanmış, ama oturmamış, kültürel adaptasyonu yapılamamış bir sistem, demokrasi adıyla, yönetim düzeni olarak ülkede uygulamaya konmuştur. 

Kurulan demokrasi sistemi, yapısı gereği, yıllar içinde en usta konuşmacıları ve halk deyimi ile laf ebelerini, kasabada süte su karıştırıp ‘saf süt’ diye satabilen bakkalları, yani ticaretin laf ebelerini ön plana çıkarmaya başlamış, bunların elde ettikleri ve edecekleri koltukların ülkeye değil, şahıslarına getireceği kazanç, bu kişiler için en önemli hedef olmuş, sonuçta da, eski “lider komutasında savaş” ortamına siyaset sahnesinde geri dönülmüştür. 

Bu arada, Batı dünyasında da önemli değişiklikler olmuş, ABD başkanlığına Trump’ın gelmesi ile, uluslararası ilişkilerde, Batının eski “ikna et, kandır, sömür” yönteminin yerini, “ben güçlüyüm, ben ne dersem onu yapacaksın” yöntemini işleyen bir vahşi batı filmi sahneye konmuştur. Uluslararası hukuk, tarih kitabı olarak rafa kaldırılıp, bunun yerine orman kanunları uygulamaya girmiş, duymaya alıştığımız Batı değerleri, 500 yıl önceki fabrika ayarlarına geri döndürülmeye başlanmıştır.

Tabi, Trump bu yola çıkarken elinde güvendiği güçler var, bizim gibi fakirleri oynamıyor: 
    -Doları kendi matbaasında basıyor ve bütün dünya, ABD kontrolünde, dış ticarette, bunu kullanıyor.
    -Dünyanın en gelişmiş iletişim teknolojilerine, iletişim ağına ve dolayısı ile en zengin, en detaylı veri bankasına sahip. 
    -Dünyanın en güçlü ordusuna sahip.
     
Pek çok bakımdan insan kaynakları zayıf ama artıları, bizim Ege deyimi ile, ‘dokuz dağın efesi’ ni oynaması için yeterli. 
Sonuçta, ABD, dünya imparatorluğu kurup yönetmek için yola çıktı ve şu an, başta güvenlik kadroları olmak üzere anahtar yönetim kadrolarını değiştirmeye başladı ki bu, silahsız da olsa bir savaş hazırlığıdır.

Rusya’da, Çarlık devrine dönüp, Avrasya imparatoru olma peşinde ama yöntemi çok ilkel. Müthiş nükleer silahlar üretip bu idealini gerçekleştirebileceğini sandı, fakat daha bir iki adım atınca (Abhazya, Osetya, Kırım) bu silahları kolay kullanamayacağını anladı ve takıldı kaldı.
 
Avrupa, AB projesi ile kendine yeni bir ABD yaratmayı umdu, ama iç birliğini sağlayamadığı için kolay döküldü. 

Çin, ABD ye karşı savunma refleksi ile toparlanıp, iç birliğini kesin ve etkin koruyarak, teknoloji geliştirmeye yöneldi, ne zaman nereye nasıl varacak belli değil, ama potansiyeli çok büyük. 

Sonuçta, uluslararası rekabet artık eski kurallara göre oynanmayacak, bu alanda yeni kovboy filmleri çevrilecek, bu filmlerin oyuncuları da ellerindeki güç ve zekâları ile savaşacaklar. 

Yukarıda ABD’nin gücünü özetle sıralamamda gösterdiğim gibi, güç unsurlarının sadece biri olan askeri güç, ve bence pek çok örnek olayda deneyimlendiği gibi, artık günümüzde, fiziki eylemde değil, satranç tahtasında bir tehdit unsuru olarak kullanılacak ve bu da yeterli olacaktır.

Trump, Başkanlık yeminini yaparken yanında, dünyanın en büyük silah şirketlerinin değil, iletişim devlerinin başındaki kişiler duruyordu, çünkü görevini yürütürken en çok bu insanlardan yararlanacak. Bu insanların Trump’ı etkileri altına aldıklarını düşünenler de oldu ama bu mümkün değil, çünkü silah, Trump’ın elinde. İstediği an bu insanları sahneden alır, çöpe atar, yenileriyle yoluna devam eder, ama o insanlar, Trump’a hiçbir şey yapamaz. Hukukun artık eski geçerliğinin olmadığını hiç unutmayalım. 

Burada, ABD’nin ulusal politikasında, ulusallıktan kopmuş olan ‘finans kapitalin’ yerine ulusal ‘iletişim teknolojisi devlerinin’ ön plana geçtiğini görüyoruz. ABD piyasalarından beslenen ama İngiltere’nin ev sahipliğinde toplanmış bu küreselci finans kapital, ABD içinde de çok güçlü olduğu için, yeni duruma ne tepki vereceğini göreceğiz.

Şimdi; Trump’ın kişisel bir kovboyluk oynadığını sanmanın, en büyük yanılgı olacağını üstüne basarak söylemeliyim. ABD, kişisellik değil kurumsallık yapısının hâkim olduğu bir sistemdir. Pentagon liderliğindeki Amerikan derin devleti, her adımını tartarak, bir hesabın parçası olarak atar. 20 – 30 – 50 yıllık planlar yapar ve bunları da sürekli yeniler. Planladıkları yeni dünya düzeninin başlangıcını Trump’ın ilk başkanlığı ve Rusları, Ukrayna tuzağına düşürmeleri ile yapmışlardır. 

Trump’ın ilk başkan olduğu dönemde yaptığı en önemli icraat, dünya siyaset dünyasında bütün diplomasi kalıplarını yıkıp aklına geleni, kimseyi hiç takmadan söylemesi olmuştur. Bu konuşma ve davranış tarzı, bugünlerin alt yapısını oluşturmuştur. Göreve geldiğinde, dünya bu davranış tarzını yaşamaya hazırdı. Trump, uluslararası siyasi ilişkilerde eşit muamelesi gören, ama aslında eşit olmayanların, eşit olmadıklarını bağıra bağıra ilan etmiştir. Eşitliği, sadece terazinin kefesindeki ağırlığın belirlediğini herkesin gözüne sokmuştur.

(Gün gelecek, insanların da eşit olmadığı bize söylenecek ve kabul etmek zorunda kalacağız)

Akıldan hiç çıkarmamakta yarar vardır, ABD’nin en güçlü silahı, fiziki silah sanayii değil, sosyoloji ve psikoloji bilimlerine hakimiyeti ve bunları kullanma becerisidir. İletişim teknolojilerine de bu nedenle büyük yatırım yapmaktadır.

Gelelim oynanan büyük oyunun bugünkü sahnesine : 

-    ABD, duyguların yer almadığı, programlanan, mekanik bir sistemdir, bu nedenle de Gazze’de, Ukrayna’da, Irak’ta veya başka bir yerde kaç kişinin öldüğünün de o dünyada hiçbir önemi yoktur.
-    Rusya’nın başına hala Çarlık kurma rüyası gören tehlikeli bir lider geçmiştir ve Rusya’nın bütün kaynaklarını nükleer silah geliştirmeye harcamaktadır. Adım adım da, sağda solda toprak toplamaya başlamıştır. Bu kişiyi NATO ile korkutmak da mümkün olmamıştır.
-    Ukrayna, Rusya’ya yem olarak verilmiş, bu batağa Çarlık rüyası ile giren Rusya hem askeri harcamaları, hem de ekonomik kısıtlamalar sayesinde, ekonomi, ve insani kaynaklarını tüketme ve Sovyet deneyiminde olduğu gibi dağılma noktasına gelmiştir. Asya’da sömürdüğü yer altı kaynakları ve silah sanayiinden başka, sınırlı bir tarım haricinde hiçbir üretimi de yoktur. Normal zamanlarda, bunları satıp ihtiyaçlarını karşılıyordu.
-    ABD, Rusya’nın dağılmasını istemez, çünkü böyle bir durumda oluşacak kaosta tek eksiği enerji olan Çin, hemen Rusların Sibirya enerji kaynaklarına el koyacaktır. Çin, zaten bu bölgeye kaçak yollarla, şimdiden geniş bir nüfus yerleştirmiş durumdalar.
-    Rusya, hiçbir şey üretemeyen yaşlı nüfusu, koruma zorunda olduğu en büyük coğrafyası, doğal kaynakları ve gerçekleşemeyecek rüyaları ile artık çok zayıflamış, ABD desteğine muhtaç hale gelmiştir. ABD ise, Irak’ta yaptığı gibi, Ukrayna’da da, harcadığından fazlasını maden anlaşmasını ile karlı bir şekilde geri alacaktır. Parasal getirinin ötesinde bu stratejik önem taşıyan madenlerin dünyada en çok bulunduğu ülke olan Çin’e karşı da kendisini garantiye almış olacaktır.
-    Rusya’nın onurunu koruyarak yaşamaya devam etmesi için Ukrayna ve Avrupa, Rusya’nın sempatik etki alanına bırakılacak, Putin’in Çarlık rüyalarında kalarak içeride hava atabilmesine imkan verilecektir. Ukrayna’da ve Rusya’da bu savaş için kaç kişi öldü, sakat kaldı, hayatı karardı, kimsenin umurunda değildir, bunlar fil döğüşündeki çimleri temsil ederler.
-    Avrupa, zaten yaşlanmıştır, Afrika’daki sömürgelerini bir bir kaybetmektedir, geçimini büyük ölçüde ABD ye yaptığı endüstriyel ürünler ihracatından çıkarmaktadır. Güvenliğini de, ABD üstlenmiştir. Elektronik devrime ayak uyduramamış, mekanikte kalmıştır. Sonuçta ABD’nin boynunda bir asalak durumuna düşmeye başlamıştır. Rusya’dan sağlayacağı enerji kaynakları ile bir süre daha yaşamını sürdürebilecektir. Dolayısı ile, en akıllı çözüm, Avrupa’nın Rus kısmi güvenlik şemsiyesi altında yaşlı gelin ve damadı (ikinci bahar) oynamalarıdır. Burada, denge güvenlik unsuru olarak Türkiye’nin de bir rol alma fırsatı doğacaktır.
-    Rusya’nın doğusu zayıf olduğu için buradaki enerji kaynaklarının Çin’e karşı güvenliği için buraya ABD sermayesi de enerji yatırımı için bölgeye getirilecektir. Burada Türk Devletleri Topluluğu da ABD’ye, Çin’e karşı tampon bölge rolü üstlenebilecektir. Bu konu, Türkiye için de önemli bir ‘oyunda kalma’ fırsatı doğuracaktır.
-    Bu operasyondan karlı çıkan ABD, bundan sonra ağırlığı Çin’le mücadelesine verecektir. Ticaret yollarını, kuzeyde yeni açılan Grönland hattında da bir şekilde denetimine alacak, İsrail sopasını elinde tutarak Orta Doğu petrol kaynaklarının Çin’e gitmesini de önleyecektir. Orta Doğu kaynaklarının Çin’den korunması konusunda İsrail yetersiz kalacak, bu konuda da Türkiye’ye yeni roller çıkabilecektir. Enerjide zayıf Çin’in dışarıdan alabildiği en büyük kaynak İran kalacaktır ki, bu da İran için tehlike çanları demektir. Burada bir sürtüşme çok kanlı ve yıkıcı olacağı için Türkiye’nin de bir şekilde bunun önlenmesi için yapabilecekleri olduğunu düşünüyorum, ancak bunlar başka bir yazı konusudur.

Şimdi de bizim durumumuza bakarsak, en önce, savaşacağımız, kavga edeceğimiz düşmanı, iç düşmandan dış düşmana çevirip, iç birliğimizi hızla yeniden kurmamız ve bütün aklımızı, gücümüzü de, bu ülkenin sınırları içinde yaşayan, tek bir Türk ulusu kimliği altında, dış saldırılara karşı korumanın yollarını geliştirmek zorundayız. Kollektif aklımız, parçalı aklımızdan çok daha güçlü olacaktır. Bu savaşta koruyup geliştirmemiz gereken en önemli altyapı kurumlarımızın başında Türkçe gelmelidir. Kültür düzeyi yüksek zannedip, ülkenin maddi kaynaklarından en üst düzeyde yararlanmasına imkân verdiğimiz bir insanın, açtığı restoranda tek bir Türkçe kelime kullanılmaması, içinde olduğumuz sahipsizliğin ve hatta bazı akıllı zannettiklerimizin akılsızlıklarının çarpıcı bir örneğidir. Bu ülkeye, ‘azınlık hakları romantizmi’ görüntüsü altında başka dillerin kullanımını sokmak, o azınlık denilenler dahil, topyekûn intihara gitmek olacaktır. Irkçılık, eski model bir parçalama aracıdır, mesele, mevcut sınırlar içinde dayanışarak ayakta kalıp, güçlü ve huzurlu yaşayabilmek meselesidir. Bu günkü iç sürtüşmeleri sürdürürsek, bir gün dış kovboydan öyle bir tokat yeriz ki, bugün takım kurup, yağma yaparak köşe dönenler, aslında Erbakan’ın tarif ettiği aşağı dönük köşeyi döndüklerini, elde avuçta hiçbir şey kalmadığı zaman anlarlar. 

En basit, en yakın örnek: ABD, hemen sınırımıza bitişik, Yunanistan’ın Dedeağaç kasabasında neden çok büyük bir askeri üs kurdu? Aklı olan pek çok kişi, bunun, olası bir İstanbul depremi ve büyük yıkımında Boğazlara el koymak için olduğunu söyleyecektir. Zaten, bunu ABD yapmasa, aynı eylemi Ruslar yapacaktır. Biz acaba uçak gemisi yapmaya kalkacağımıza, ilk iş, İstanbul’u mu tehlikeden kurtarsak, en önemlisi, hiçbir savaşta kaybedemeyeceğimiz kadar vatandaşımızın da hayatını kurtarırız?.. 

Milli bir savunma sanayii elbette çok değerli, burada bir veya birkaç şirketin uluslararası değere sahip ürünler üretmiş olası da elbette çok değerli. Ancak artık günümüz dünyasında bireysel başarıların önemi kalmamıştır. Bir kovboy bile, ben artık bu oyunu böyle bütün oynayacağım; bir bütün olarak, ulus olarak ve bugün geçerli, en önemli silahlarımı kullanarak oynayacağım demektedir. 

Türkiye, başkaları için cazip, çok önemli maddi değerlere ve jeopolitik konuma sahip bir ülkedir ve bu nedenle de uzun yıllardır, iç birliği bozulmaya çalışılmaktadır. FETÖ gibi bir örgütün kurulabilmiş olması ve saf dışı edildikten sonra bile hala gizli bir yapılanma sürdürebilmesi, ülke olarak ne kadar zayıf olduğumuzu gösteriyor. Bizim halkımız gördüğüm kadarı ile felaket halinde, deprem örneğinde olduğu gibi, müthiş bir dayanışma gösterebiliyor, ama liderlik savaşlarında, FETÖ ve diğer siyaset örneklerinde olduğu gibi, çok rahat düşman kamplara bölünebiliyor. Bu zayıf yönümüzü de, acilen tedavi etmek zorundayız. 

Bu arada yaptığımız en büyük hata da, önce askeri kozmik odamızı, sonra da toplumsal kozmik odamızı ‘e-devlet’/elektronik veri sistemleri gibi uygulamalarla bütün dünyaya açmamızdır. En basitinden, ‘e-devlet’ ile bütün vatandaşlarımızın her türlü maddi varlığını, hukuki sorunlarını, ‘e-nabız’ ile bütün sağlık detaylarımızı isteyenin her şifreyi aşarak ulaşabileceği şekilde internete yükledik. Zaten internet üzerinden bütün ilgi alanlarımızı, tercihlerimizi de izliyorlar. Hem kişisel psikolojimizi hem sosyal psikolojimizi çok detaylı bir şekilde çıkarıyorlar ve hangi olaylara ne tepki vereceğimizin algoritmasını bile çıkarmış durumdalar. Tabi, istemedikleri davranışlarımızı kişisel veya toplumsal bazda nasıl değiştirebileceklerini, değiştiremeyeceklerini veya etkileyebileceklerini de biliyorlar. Hayatımızı kolaylaştırma görüntüsü altında, bugünün en büyük değeri, her türlü verimizi ve bilgimizi düşmanlarımızın kucağına dökmüş bulunuyoruz, onlarda bizim davranış algoritmalarımızı çıkarıyorlar. Bu, saf bir hata mıdır, arkada başka akıllar etkili olmuş mudur, anlamakta ve bilmekte büyük yarar var.

Trump’ın sahneye, neden kimlerle çıktığını yazmıştım !

Dış dünyanın güvensiz ve çok tehlikeli bir hale geldiği bir ortamda, iç dünyanın güvenilir, iç hukukun hızlı ve adil işlediği, sadece çalışan herkesin hakkını aldığı, huzur veren bir ortam olması, “anavatan” kelimesindeki “ana” nın hayata dönmesi, birlikteliğimizi ve dolayısı ile varlığımızı sürdürebilmemiz için olmazsa olmazımızdır. 

Bugün için dışarıdaki fillerin kavgasını hiçbir tarafa angaje olmadan mesafeli izliyor olmamız son derece akıllı bir tutumdur. Türkiye, büyük ve güçlü bir ülkedir. Dışarıda, pek çokları ise, ufalanması gerektiğini düşünmektedir. Bunun içinde, bizi sağdan soldan kaşıyıp, özellikle Kafkaslarda ve Akdeniz’de   bazı kavgaların içine sokmaya çalışacaklardır. Buralarda bugünkü soğuk kanlı, akıl temelli duruşumuzu korumak çok önemli olacaktır. Hep akılda tutmamız gereken, yeni dönemde, devletler arası ilişkilerde adalet, insan hakları ve hukuk gibi kavramlar sıfırlanmıştır. Herkes her an her şeyi yapabilir. Tek hedef, zayıfın üstüne çökmek olmuştur.

Güçleri, becerileri ve oyuna kattıkları ile, “Vezir” de önemlidir, “Kale” de; ama satranç tek bir “beyin” ile, onun komutası altında oynanır. Tek bir beyin derken kişi beynini değil, “devletin kollektif aklı” nı kastettiğim sanırım açıktır. İçeride yaşayacağımız her dalaşmanın da, yeni dünya ortamının getireceği vahşi savaşta, bizi sadece zayıflatacağını, kimsenin bundan kazançlı çıkamayacağını ve sonuçta doğrudan kendi hayatımızı karartacağını artık görebilmemiz gerekiyor. İçerde dalaşmayalım derken, temel Cumhuriyet ilkelerinden, iç yapımızdaki zayıflıktan yararlanmaya kalkanlara karşı da son derece sert olmak zorundayız. Unutmayalım, taşı aşındıran, damlanın tekrarıdır, damlayı küçük görmeyelim. FETÖ de bir damladan başlamıştır.

Cumhuriyetimizin temel kuruluş ilkeleri, içinde yaşadığımız binanın kolonlarıdır, kolon kesmenin neye mal olduğunu da çok acı bir deprem yoluyla artık öğrenmiş olmalıyız.

Bundan sonrası, 50 yıl sonra sinemalarda …..

24-02-2025
N. Halil Uğur

N. Halil Uğur

Farklı Bir Bakış

Orta Doğu Teknik Üniversitesi–Elektronik Mühendisliği’nden mezun olmuştur. 1973 yılında bilgi işlem ve iletişim teknolojileri alanında kendi işini kurmuştur. 1980 – 1984 yılları arasında Harvard Üniversitesi’nde işletme eğitimi almıştır. Kurduğu firma, 1973 – 1991 yılları arasında Türkiye’ye bilgi işlem teknolojisini getiren, bu alanda yurt dışına hizmet de ihraç etmiş, ilk ve en büyük yerli sermaye kuruluşu olarak bilinir. 1991 – 1994 yılları arasında Türkmenistan’ın Ankara İstanbul fahri konsolosu olarak görev yapmıştır. 1994 - 2000 yılları arasında Türkmenistan’ın Washington büyükelçiliği görevini üstlenmiş ve bu süre boyunca Amerika’da yaşamıştır. Türkmenistan’ın Amerika’daki ilk büyükelçisidir. Aynı süreler içinde Kanada ve Meksika’ya da Türkmenistan'ın büyükelçiliğini yapmıştır. 2000 yılı sonunda Türkiye’ye dönmüştür. Dönüşünden sonra da çiftçilik yapmaya karar verip ziraat ile ilgili 1926’dan bu yana devam eden ziraat/gıda aile işlerini devir alıp Halil Efendi Çiftliği’ni kurmuştur. İş yaşamına devam etmektedir. Seyahat tutkusu fotoğraf sanatına olan ilgisini arttırmıştır. Fotoğraf çekmeye lise yıllarında başlamıştır. Ana ilgi alanı insan ve kültürlerdir. Fotoğrafları yurt dışında büyük ajanslarca da satılmaktadır.

Büyükelçilik anılarını 'Rus Tanzimatı ve Türkmenistan / Sıradışı Bir Büyükelçilik Serüveni' adlı bir kitap olarak yayınlamıştır.

halil@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com/kategoriler/sanatci/halil-ugur

Diğer Yazıları

Bu yazılar da ilginizi çekebilir