SAĞLIKLI GIDA : BİRAZ DA AYNAYA BAKSAK, SORUNLARI DAHA KOLAY ÇÖZERİZ
Son zamanlarda, gıda ürünlerimizde gerekenin çok üstünde tarımsal ilaç bulunduğu, yabancı ve zararlı maddelerin tespit edildiği, Tarım Bakanlığı, çeşitli haber kaynaklarının paylaşımlarından ve ihracat iadelerinden anlaşılmaktadır. İhracat iadeleri konusu oldukça ilginç. Ülkemiz de çok miktarda tarımsal ürün ithal ediyor, ama bizim hiçbir ürünü iade ettiğimizi pek duymuyoruz. Soru : Dışarıdan gelen tarımsal ürünleri biz mi yeterince denetlemiyoruz, yoksa herkes çok düzgün üretim yapıyor, bizde mi sorun var ? Aslında iki ihtimal de sorunlu. Bu gıda sağlığı sorunu, çok uzun yıllardır giderek artan miktarlarda yaşanmakta olup, bugün paylaşılan bilgiler buzdağının sadece suyun üzerindeki görünen kısmıdır. Doğal olarak da, bu sorunun halk sağlığını çok olumsuz etkilediği ve özellikle süratle artan kanser ve otistik doğum vakalarının en önemli bir nedeni olabileceğinden endişe edilmektedir.
Önce sorunun adını koyalım :
Aldığımız gıda ürünlerinin büyük çoğunluğunun üretiminin her aşamasında, gerek gübrelemede, gerek üretilmesinde ve gerekse de işlenip saklanmasında izin verilen miktarların çok üzerinde ilaç ve yabancı madde kullanılmaktadır. Bilmeden aldığımız bu kimyasallar da sağlığımızı tehdit etmektedir.
Bu durumun nedenlerini biraz analiz edersek :
Söz konusu halk sağlığını doğrudan tehdit eden uygulamaları bilerek, kazanç hırsı ile yapan üretici sayısı, benim gözlemlediğim kadarı ile, toplam üreticinin %10 unu geçmez. Bu oran ürün saklama, raf ömrü konusuna gelince daha artar. Ancak, çiftçinin büyük bölümü bu konularda cahildir. Üretimin büyük kısmını kulaktan dolma bilgi ile yapmaktadır. Buna ilaveten hemen her türlü yasaklanmış tarımsal ilaç da piyasalarda bulunmakta olup bunların yasaklanmış olduğunu bilen de çok azdır.
En önemlisi de, (kendimizi batı dünyasında sayıyorsak), kaliteli tarımsal ürün talebi, batı dünyası içinde, ülkemizde en düşüktür. Canımız yanınca herkesi çok kolay suçlarız, bu ürünleri zaten olması gerekenler gibi görürüz, ama kötü haberler geçince de, kalitenin bir maliyeti olduğunu hemen unutup gene ucuza döneriz. Konuyu ise, bir aksayan sistem olarak ele alıp, bu olayın içinde hangi fonksiyonlar aksıyor ve hatta benim payım var mı, varsa nedir? diye hiç aynaya bakmayız.
Neler yapılabilir :
1- Çiftçinin yaygın eğitimine önem verip bir proje dahilinde, Tarım Bakanlığı teşkilatının çiftçi ile denetim sopası değil ama çiftçinin bir dostu olarak sahada yer alması, ona üretimle ilgili her sorusunda ve sorununda danışman, yardımcı rolü alması. Bir şekilde, şu an bakanlığa memur yetiştirmekten öteye gidemeyen ziraat fakültelerinin de sahaya inip hem çiftçiye destek vermesi hem de kendi öz eğitimlerini uygulama ortamında geliştirmesi sağlanmalıdır.
2- Tarım Bakanlığı denetim çalışmalarının aralıksız devam etmesi, bu çalışmaların içine siyasetin karıştırılmayıp halkın güvenini sağlaması ve bu güveni koruması son derece önemlidir. Ancak, bütün üreticileri, bütün ürünleri Bakanlık sürekli denetleyemez. Bunun tek garantisi sertifikalı ürün sisteminin tüketici tarafından tercih edilir hale gelmesidir. Bunun detaylarına biraz bakalım.
3- Tarım Bakanlığı, yıllar önce, aslında trajikomik ama çok haklı bir uygulama başlatmıştı: ‘İyi Tarım Sertifikası’. Buna göre, tarım ilaçlarını izin verilen ölçülerde kullanan çiftçilere bu sertifika veriliyor. (Aslına bütün ürünlerin böyle olması gerekiyor ama biliyoruz ki, hayatın gerçeği de maalesef böyle değil). Ancak ne yazık ki bu uygulama, geniş halk kitlelerine yeterince benimsetilemeden duyulmaz hale geldi. Genelde sağlıklı, yaygın bir üretim ortamı kurulana kadar orta ve düşük gelirli halk kitlelerinin, ‘sağlıklı ürün hangisi’ sorusuna cevap verebilecek bu uygulamanın yeniden canlandırılması ve halka benimsetilmesi, soruna kısmen de olsa, acil katkı verecektir.
-Batı dünyası bugün artık marketlerden aldığı ürünlerin en azından %50 sini denetlenmiş, ‘sertifikalı organik’ olarak alıp tüketmektedir. Her hatamıza rağmen Avrupa’nın, sanayi kirletmesinden en az etkilenmiş, en temiz topraklarına sahip olan ülkemizde ise bu oran %01 civarındadır. Evet, organik üretimin maliyeti ve dolayısı ile satış fiyatı yüksektir, genelde bizim halkımızın gelir düzeyine çok uymayabilir ama burada da maliyetleri en çok etkileyen faktör, pazarın büyüklüğü ve sonuçta yatırım verimliliği, üretim maliyetleridir. Bu konu, devletin çiftçi desteklerinde her nedense, hep, deyimdeki şekliyle, üvey evlat gibi en sonda yer almakta, bir türlü dengelenmemektedir. En çok desteklenip, üretici maliyetleri düşürülerek yaygınlaştırılması gerekirken, en az desteklenen tarım yöntemi olmuştur.
Şimdilik, ‘organik tarım’ üst gelir düzeyine hitap eder desek bile, çevreye baktığınızda lüks araba, lüks konut, lüks giyim vb kullanan bu kesimde de hiçbir organik beslenme telaşı yoktur. Hatta bu insanlar pratikte sevdikleri, besledikleri hayvanlarının besinlerine bile kendi tükettikleri besinlerden daha fazla özen gösterebilmektedirler. İnanılır gibi değil.
Bu umursamazlıktan ve cehaletten bir gün başları belaya girince; ‘vay ahlaksızlar’, ‘bu ülkede her şey laçka’ gibi laflar edeceklerdir, ama artık çok geçtir, sağlıklarından ve hayatlarından en başta kendilerinin sorumlu olduğunu anlayamadan gideceklerdir. Yaz tatilinden dönüşte, çevrelerinde yıllardır tanıdıkları ve iyi bir insan olarak gördükleri çiftçiden aldıkları zeytinyağı, onlara en saf zeytinyağını aldıkları sanısını vermektedir. Halbuki o çiftçinin ne kadar cahil olduğunu, ne kadar hangi ilaçtan neye karşı kullandığını, nasıl gübreleme yaptığını, nasıl ot mücadelesi yaptığını , ne şartlarda zeytinini taşıdığını ve sıktırdığını hiç bilmez, iyi insan olmanın doğru bilgiye sahip olmak olmadığını hiç düşünmezler.
4- Sonuçta toplum olarak, sağlıklı beslenmenin bu dünyadaki hayatımız için ne kadar önemli olduğunu hiç anlamamış durumdayız. En önemli tedbir bu konuda toplumun çeşitli kanallardan çeşitli yöntemlerle sürekli uyarılması ve eğitilmesidir. Kaliteli gıda pazarımız çok küçük olduğundan bu konuya yatırım yapan da çok azdır. Genelde Türkiye’de, hep ucuzu üreten kazanır, kaliteyi üreten değil, çünkü kaliteyi bilinçli olarak arayan bir tüketici pazarı yoktur. Kaliteliyi üretirken çalamazsınız veya yanlış olduğunu bilmeden yanlışlar da yapamazsınız, zordur, ama ucuzu üretirken yanlış yapmak, çalmak, hile yapmak çok kolaydır ve işiniz daha kolay, daha kazançlı yürür. Konunun içinde olmayanlar için çok basitleştirerek anlatırsak, bir haşere ilacını tarifinden biraz fazla atarsanız daha fazla haşere yok edip daha sağlığa zararlı ama daha fazla ürün elde edersiniz. Sebzeye izin verilenden daha fazla hormon atarsanız daha sağlıksız ama daha büyük, daha gösterişli ürün elde edersiniz.
En ucuzu üretmek çabası da bizi kaçınılmaz olarak bugünlere getirmiştir. Bunun, yukarıda özetlediğim gibi, ülke gelir düzeyi ile de ilgisi yoktur, esas sorun eğitim sorunumuzdur. Ülkemizde kaliteli gıda pazarı yok denecek kadar küçüktür, ama canımız yanınca pazar varmış, biz ürün aramışız da kimse üretmemiş gibi şikayetleniriz.
Elbette, araç, konut, giyim, telefon gibi lüks tüketimde kaliteli ürün arıyoruz ama bunun bilinç altımızdaki motivasyonu; en öncelikli konu olması gereken sağlığımız veya daha verimli bir kullanım değil, ‘sosyal statü’müzü yükseltmektir. Bu ürünler ve dolayısı ile harcamalarımızı hep yanımızda görüp egomuzu tatmin ederken, sanki sağlıklı gıdaya harcadığımız paranın sadece tuvalete gittiğini zannediyoruz. Bu, cehaletin zirvesidir, tuvalete giden sadece aldığımız gıdanın posasıdır, o gıdanın özü de beyin hücrelerimizi besler, canlı tutar. Şikayet ettiğimiz ortamın aslında en temel sorumlusu üretici değil, tüketicimizdir. Bugün, bilerek sağlıksız gıda üretenler, sadece sistemdeki boşluktan yararlanan, her zaman her yerde oluşabilen fırsatçılardır.
Hayat biz varsak vardır ve onun da tek olmazsa olmazı sağlıktır, bu konuda yapılabilecek en akıllı eylem de, yaşam tehlikeye girince bağırmak değil, onu nasıl sürdürebileceğimizi düşünmektir – bir şekilde bu bilince varmamız gerekiyor.