Barbarlık, Etnisite ve Dil Konularında Kısa Notlar

Barbarlık, Etnisite ve Dil Konularında Kısa Notlar

A+ A-

Öncelikle görmemiz gereken  gerçek şudur : ‘ Kültür, coğrafyanın çocuğudur. ‘ Burada coğrafyadan anlaşılan sadece fiziki coğrafya değil aynı  zamanda tarihsel ve sosyal coğrafyadır. İnsan guruplarının tarih içindeki hareketleri, yer değiştirmeleri ve çevreleri ile etkileşmeleri sonucunda guruplar için doğa ve çevreleri ile ilişkilerini yaşam tarzı haline getiren farklılaşmış kültürler oluşmuştur.

Gerek bütün dinler, gerekse de evrim teorisi , hepsi, insanların tek orijinden geldiğini kabul eder. Farklılaşma zaman içinde farklı coğrafyalara dağılma ve buralarda insan guruplarının farklı koşullarda izole yaşaması ile meydana gelmiştir. Bu farklılaşma büyük ölçüde kültürel ve aynı zamanda,  küçük bir gurup içinde üreme tekrarı nedeniyle, düşük ölçüde de genlerde meydana gelmiştir.

Ancak nüfus çoğalıp doğa oradakileri beslemeye yetersiz kalınca yayılma, yeni bölgeler elde etme ve dolayısı ile gurup içi kenetlenmeler ve başka guruplarla savaşlar başlamıştır. Günümüzde hala ırkçı söylemlerde bulunmanın kavgacı bir yaklaşımla binlerce yıl öncesi yaşama nostalji yapmaktan öte bir anlamı yoktur. Ayrışmaktan öte, anlaşmanın yollarını aramak daha akıllıca olmakla beraber, buradaki tercihimiz biraz da beyinsel gücümüze mi yoksa fiziksel gücümüze mi daha çok güveniyoruz, ondan etkilenmektedir.

Rakibiniz internet üzerinden onbinlerce kilometre ötedeki bireyin kişiliğini ve eğilimleri okuyabilir ve  onu etkiliyebilirken bizim hala tank yapmaya çalışmamız tercihimizin yansımasıdır. Askerimizin fedakarlığı ile değil beynimizin yaratıcılığı ile gurur duyabilir hale gelebilmenin, halkımızın huzurlu bir yaşam kurabilmesinin temel şartı olduğunu artık görebilmemiz gerekmektedir.

İnsan, doğadaki en zayıf canlılardan birisi olduğundan, evrimsel olarak yaşayabilmek için  düşünme becerisini geliştirmiş ve bunun yardımıyla da çevresindekilerle işbirliği yapabilmek için de sözlü iletişim becerisi kazanmıştır. Bu iletişim becerisi ise zamanla kelime ve bunları kullanma yöntemlerinin (gramer)  zenginleşmesine yol açmış, neticede zaman içinde dilleri oluşturmuştur.

İnsan guruplarının bazılari bilgiyi saklama ihtiyacı ile yazıyı geliştirmiş ve yazının keşfinden sonra da bilgiyi kaydedip depolayarak bilgi açısından zenginleşmiş, bunu kullanarak da sosyal ve teknolojik olarak diğerlerinden daha güçlü hale gelebilmişlerdir. Bunu yapabilmelerinin temel nedenlerinden başta geleni de yaşadıkları fiziki coğrafyanın iklim ve toprak olarak daha verimli olması, bilgiyi depolamak, bunun araclarını geliştirebilmek ve toplanan bilgiyi gözden geçirerek geliştirmek için artı zamanları olabilmesidir.
Söz konusu gelişmeler önce Mezopotamya , sonra Mısır, Hitit, Asur, İran, eski Yunan ve sonra da Roma medeniyetleri vb doğurmuştur. Ölen medeniyetlerin genelde ölüm nedeni ise refaha ermeleri, zenginleşmeleri ve savaşçı yeteneklerinin zayıflaması nedeniyle çevreden ‘barbar’ denen guruplar tarafından saldırılara uğramalarıdır. Bugün, batı medeniyetinin kendisine yapay düşmanlar yaratmaya çalışmasının da temel nedeni, savasçı yeteneklerini kaybetmemek, yeni fiziki işgallere uğramamak içindir.
Barbar kelimesi ilk, eski Yunan’da kullanılmış olup aslında sadece ‘yabancı’, ‘bilinmeyen kişi’ anlamını taşımaktadır. Eski Yunan, bu kelimeyi önce kuzeydeki Sakalar, sonra da Etrüskler ve Keltler için kullanmıştır. Çünkü bunlar tanımadıkları, farklı yaşayan, farklı davranan insanlardı.
Hatta Yunan medeniyeti erkek hakim bir toplumsal düzen olduğu için eski Yunanlılar esirleri (yabancılar) ve kadınları iki farklı gurup olarak ele almışlardır. Erkek eski Yunanlı, her zaman üstün ve özel bir kimliktir, elit sınıftır. Bu bakış açısı mitolojilerinde de açıkça yansımaktadır. Neyseki üreme ihtiyacları sayesinde, barbar diyecek kadar da kadınlara yabancılaşmamışlardır.

Bu arada ‘eski Yunanlı’ tanımını kullanmak zorundayım, çünkü Hristiyanlığı kabulden sonraki günümüz Yunanlısı ile eski Yunanlının hiç bir alakası yoktur.

Barbar kelimesi daha sonraki yüzyıllarda; yabancıyı, farklıyı, tehlikeli bir bilinmeyen olarak hem toplumu korkutmak hem de kendileri etrafında kenetlemek isteyen toplum liderleri marifeti ile ürkütücü ve aşalayıcı anlamlar kazanmıştır.

Diğer canlılar gibi, insan türünün de en büyük mücadelesi hayatta kalmaktır. Bu nedenle de toplumlar bütünü koruyabilmek için içlerinden seçtikleri bazılarını ölüme göndermeye razı olurlar. Buradaki organizasyon ve motivasyon işlerini de toplum liderleri yapar. Seçilen bireyler hem korkutarak hem de cennet ya da tarihe onurlu bir isim ölümsüzlüğü gibi vaadler ile savaşa razı, hatta istekli hale getirilirler. Burada bütün toplumun savaşa gönüllü ve istekli hale getirilmesi için beka korkusu liderler tarafından toplum içine yerleştirilir. Bu amaçla da karşı  tarafın (düşman) farklılığı, niyetinin bilinmezliği ve hatta kötü niyeti temel malzemedir. Çünkü insan, hep bilmediğinden korkar. Kendini net güvende hissetmesi için karşısındakini çok iyi tanıdığından, ve onun kendi hayatına zarar vermeyeceğinden emin olmak zorundadır. Bu nedenle de gün aydınlığı gece karanlığından çok daha güvenlidir.

Bulundukları fiziki coğrafyada sürekli kıt doğal kaynaklar ile yaşam mücadelesi verip bilgi birikimini yapacak artı zamanı yaratamayan topluluklar ise beslemek zorunda oldukları nüfusları arttıkça başka boş alanlara ya  da başkalarının topraklarına ve imkanlarına göz dikerek göç etmek ve savaşmak zorunda kalmışlardır. Göç edebilmek ve savaşabilmek için de halkları gaza getirebilecek liderlere ihtiyaç doğmuş ve böyle kimlikler ortaya çıkmıştır. Bu şartlar ise gurup içindeki bireylerin dayanışma ve iletişim ihtiyaclarını arttırmış diller iyice zenginleşmiştir.

Buradan ise günümüze,  farklılaşmış kültürlerin tanımlanması ve etnisite diye adlandırılmaları miras kalmıştır. Söz konusu farklılıklar büyük toplulukları küçük parçalara bölüp ustaca yönetmek hevesindekiler için  de Fransız ihtilalinden bu yana yaygınca kullanılan bir araç olmuştur. Göç  edenlerin yeni yerlerdeki yaşam şartlarına uyumu hem şart hem de daha kolay olduğundan aynı orijinli guruplar içinde farklılıklar oluşabilmiş, ama insani işbirliği ve dolayısı ile de iletişim ihtiyacı , en iyi çocuklukta öğrenilebilinmesi gibi nedenlerle diller, o kadar hızlı değişmemiştir. Kars’da yaşayan bir vatandaşımız ile Bodrum’da yaşayan bir vatandaşımızın  kültürel farklılıkları ve dil benzerlikleri örneğinde olduğu gibi. Benzer şekilde Hristiyanlık ile sosyal coğrafya değişikliğine uğrayan eski Yunanlı ile bugünkü Yunanlı’nın kültürel olarak biribirlerinden dağlar kadar uzak olmalarına rağmen dilleri aynı kökende kalmıştır.

Yine benzer şekilde,  bugün ülkemizin güneydoğu bölgesinde yaşayan insanlarımızın coğrafyaları ve  yaşam tarzları hemen hemen aynı iken, dilleri farklı kalabilmiştir. Şimdi bu farklI dillerdeki insanlarımız, bazıları tarafından, ayrı milletler olarak tanımlanmakta, ayrı yaşam ve yönetim hakları olduğu iddiaları ortaya atılabilmektedir. Bunu ortaya sürenlerin büyük çoğunluğunun amacının ülkeyi bölmek olduğunu anlamamak için biyolojik zeka sorununa sahip olmak ya da 16.yy ortalama bilgi düzeyinde kalmış olmak yeterlidir.

Emperyalizm, bu bölme çalışmalarında toplumun adalet hassasiyetini sömürerek ‘ kendi kaderini tayin hakkı ’ gibi kalıp klişeler kullanır. Burada  ‘ kendi ‘ kelimesinin neyi neden kapsadığını, ‘dil‘ in kimlik tanımlamakta neden hakim etiket olduğunu kimse sorgulamaz.

Günümüzde çeşitli nedenlerle devletler kurulmuş ve bunlar da tarih boyunca olduğu gibi biribirlerinin kaynakları üzerinde söz sahibi olmaya çalışmaktadırlar. Burada yaşam için tek yol güçlü olmaktan geçmektedir. Bu da, büyük olmakla çok yakından bağlantılıdır. Küçük küçük ülkeler halinde olsa başkalarında hiç bir endişeye neden olmayacak Çin’i güçlü yapan ve özgürce yaşatan, gelişme için sermaye birkimi yaptıran en önemli neden büyüklüğüdür.

Eğer başkalarını işgal edip sömürmek temel hedef değilse, bir ülkenin ekonomik kalkınmasının ve refah düzeyinin arttırılabilmesinin temel yöntemlerinden başta geleni; mal, para ve bilgi akışının kolaylaştırılması  ve hızlandırılmasıdır. Bilgi akışının hızlandırılmasında dil farklılığı önemli bir engel yaratmaktadır. Dolayısı ile ülkemizin hızla tek dil, o da çoğunluğun kullandığı Türkçe üzerinde birleşmesi ve Türkçe kullanımında da, daha zengin anlatımının teşviki gerekmektedir.

Yabancı isimli bir yerde yemek yemeyi ya da alışveriş  yapmayı çoğu insanımız otomatik olarak bilinç altı ile tercih eder hale gelmiştir. Bu, aslında, o isimden bir şey anladığımızdan değil yabancıya (barbar!) duyduğumuz akılsızca bir hayranlıktan, halkımıza empoze edilmiş ‘gerilik’ duygusundan kaynaklanmaktadır. Yabancı isimli bir kafede diğer yerli kafelerin iki katı fiyata kahveyi karton bardakta içen gençlerimiz burada otururken kendilerini medeniyet düzeyinde bir tık yükselmiş hissederler. Bu halimizi çok iyi düşünmemiz ve üzerinde çalışmamız gerekmektedir. Bu konu, temel bir sorunumuzdur, yabancı isimlere belediyelerin izin vermemesi ile çözülemez.,

İçimizdeki ‘dilleri farklı’ insanlarımızın hiç birimizden hiç bir değer farkı yoktur ancak hızla, ekonomik ve sosyal nedenlerle tek dil etrafında birleşmemiz gerekmektedir. Umarım zaman içinde insanlık da anlaşarak bir arada yaşamanın yollarını geliştirecek, bütün sınırlar kalkacak, bütün dünyada tek bir dil konuşulur hale gelecektir.

En derin nostaljiyi de on binlerce yıl öncesine dönerek sanırm bu sözlerle yaptım !

 

06/07/2017
N. Halil Uğur

N. Halil Uğur

Farklı Bir Bakış

Orta Doğu Teknik Üniversitesi–Elektronik Mühendisliği’nden mezun olmuştur. 1973 yılında bilgi işlem ve iletişim teknolojileri alanında kendi işini kurmuştur. 1980 – 1984 yılları arasında Harvard Üniversitesi’nde işletme eğitimi almıştır. Kurduğu firma, 1973 – 1991 yılları arasında Türkiye’ye bilgi işlem teknolojisini getiren, bu alanda yurt dışına hizmet de ihraç etmiş, ilk ve en büyük yerli sermaye kuruluşu olarak bilinir. 1991 – 1994 yılları arasında Türkmenistan’ın Ankara İstanbul fahri konsolosu olarak görev yapmıştır. 1994 - 2000 yılları arasında Türkmenistan’ın Washington büyükelçiliği görevini üstlenmiş ve bu süre boyunca Amerika’da yaşamıştır. Türkmenistan’ın Amerika’daki ilk büyükelçisidir. Aynı süreler içinde Kanada ve Meksika’ya da Türkmenistan'ın büyükelçiliğini yapmıştır. 2000 yılı sonunda Türkiye’ye dönmüştür. Dönüşünden sonra da çiftçilik yapmaya karar verip ziraat ile ilgili 1926’dan bu yana devam eden ziraat/gıda aile işlerini devir alıp Halil Efendi Çiftliği’ni kurmuştur. İş yaşamına devam etmektedir. Seyahat tutkusu fotoğraf sanatına olan ilgisini arttırmıştır. Fotoğraf çekmeye lise yıllarında başlamıştır. Ana ilgi alanı insan ve kültürlerdir. Fotoğrafları yurt dışında büyük ajanslarca da satılmaktadır.

halil@medyacuvali.com

www.medyacuvali.com/kategoriler/sanatci/halil-ugur