Pusunun Kokusu

Pusunun Kokusu

A+ A-

  Yeni doğan güneş kendini palmiye ağaçlarında gösterirken gün henüz aymamıştı. Arabamın direksiyonunu sıkıca tutmuş, yolu görmeye çalışıyordum. Acildeki son hastamada bakmış , asistanıma bir selam vermeden arabaya atlamıştım. Acelem mi vardi ? Hayır. Bir yere mi yetişmem gerekiyordu ? Hayır, sabahın dördüydü. İçimi kıpırdatan , beni heyecanlandıran koku nereden geliyordu ? Hangi koku yola koyulma arzusunu tetikler ? Pusuya bırakılmanın kokusuydu belkide . “Her anı , kendini tekrardan hatırlatma iç güdüsüyle seni rahatsız etmeyi bekler.” demişti Paul. Pusuya mı düşmüştü yani? Richard’ın kokusu yine burnundaydı. Misk, odun ve biberin yoğun harmonisi. Ağaçlardan geliyor olmalıydı. Arabamın camını kapattım. Arabamı seviyorum . Kaloriferini açtığımda içimi ısıtan ya da ferahlatan, yumuşak koltuklarına tereddütsüz yaslanabildiğim yolda olmayı keyifli kılan konforum.

  Nemli hava gece de boğmaya devam ettiğinden klimamı açıp ferahlamayı, Richard’ın silüetini gözlerimden atmaya çalıştım . Kalbimden kazıyabilir, ruhumdan aklayabilir ama gözlerimden atamazdım. Gördüğüm, göreceklerimin yansımasında bir silüet olarak hep arkada kendini gösteriyordu. Soluk benizli, mavi gözlü Richard’ın davetkar bakışları . Ne kocam Ryanda ne çocuklarımda ne yıllarımı verdiğim doktoramda bu bakışlardan kaçamadım. Hiçbir sığınağım bu davetkarlığı solduramadı. Eğer Richard’a evet deseydim düşüncesi yine aklıma düştüğünde , sol şeridi kırıp annemle küçükken gittiğim dondurmacıya gittim. Venice sahilin en güzel yanlarından biri şüphesiz gece gündüz açık Uncle Bear dondurmacısıydı. Ağzımda eriyen karamelin tadını çıkarırken yoğun harmonili kokuyu yine aldım. Bu sefer takip etmeliydim. Kokunun peşimi bırakacağı yoktu. Paul böyle söylemişti. Aklımın oynadığı bir oyundu. Herzamanki gibi kokuyu işitmeli ve yüzleşmeliydim. Ama Richard’ın kokusunu yirmi beş yıldır işitmemiştim. Biberin ve odunun kremsiliğinde Richard’ın adımlarını tarif edebilirdim. O geceyi. Miskteyse kemiksi suratındaki o çaresizliği tanımlayabilirdim .                                                                       

  Koku, hastanede son hastalarıma bakarken başlamıştı. İkiyi on iki geçe hastamın şikayetlerini rapor ederken açık olan camdan gelen esintiyle. Kokuyu takip etmeye karar verdim. Arabamı dondurmacının çaprazındaki parkın önüne park ettim. Ve takip ettim palmiye ağaçlarını. Koku ağaçların arkasından geliyordu . Sahil kenarını tamamen yürüdükten sonra çıkan düzlükte durdum. Koşuşturan çocuk sesleri , gençlerin kahkaları ve bira kokusu dışında dikkat çeken hiçbir hareket yoktu. Ve pusuya düşmüştüm. Yine bir akıl oyunu. İlk defa psikoloğum Paul’un söylemleri içimi rahatlatmamıştı. Kokuyu kaybetmiştim. Ama gözlerimde silüet görünmeye devam ediyordu. Richard mıydı veda edemeyen , ben miydim? Hayırı duymak mıydı zor olan, hayır demek miydi ? Yaşanamayanlar mıydı can alan, yaşattırılamayanlar mıydı? Belkide asıl can alıcı olan, veda edememekti. O kuru sıcaklı gecede taşla kaplı yolda, beyaz Mustang’in direksiyonunda Richard’ın cansız bedeniyle yirmi beş yıldır yaşıyordum. Kanla kaplı kafasına, kırılmış koluna, ezilmiş bacaklarına o kadar tutunmuştumki kokuyu almamıştım. Halbuki en büyük pusuyu aklım değil ben kurmuştum. Richard’ın silüetini gözlerimden silmek isterken, aldığım kokuyla netleştirmek istiyordum. O silüeti canlandıranda bendim , kokuyu yaratanda . Ama bunu fark ederek aklıma meydan okumuştum şimdi.

  Yıllardır beynimde sinsice gezinmiş, yuvasını kurmuş, yalanlar içerisinde Richard’ı canlandırmış ve saklamıştım kendimden. Silüetlerdi görünmek isteyen, kokulardı işitilmek isteyen. Ben değildim görmek ve işitmek isteyen . Öyle değil miydi ? Değildi. Ölümün sıcak , taze ve kirli bedenine bir parazit gibi yapışıp pusu kurmuştum kendime. Ve yalanlar yuvasından yuvarlanıyordu. Kahkaha ve gülüş seslerinde, insanların bakışları altında beynimden akmaya başlamıştı birer birer. Arabama doğru yürümeye karar verdim . Adımlarımı hızlandırdım . Gün aydınlanmıştı ve parlayan güneş gözlerimi yakıyor, vücudumu parçalıyordu. Yalan kırıntılarını , akan parçaları temizlemek istercesine . Arabama oturduğumda direksiyona başımı dayadım. İşte Richard böyle ölmüştü . Son nefesini bu şekilde teslim etmişti . Bende tüm kokularımı silüete teslim etmeliydim. İşte şu çöp kutusunun oradaki palmiyede, parıltılı güneşte , durgun okyanusta tüm kokuları çuvalına koymuş yürüyen silüeti görebilirsiniz. Richard sonunda evine gidiyordu. Vücumdaki her bir zerre, esaretin kırılmış zincirlerinden fırlamış ve eve gitmek istiyordu. Motoru çalıştırdım ve eve yol aldım. Çünkü bende eve gitmek istiyordum. Kendimi pusuya düşüremediğim tek gerçekliğe .


Kaynakça

unsplash.com

31-05-2023
Beyza Sarımeşe

Beyza Sarımeşe

Edebiyat

İstanbul’da doğdu. Kocaeli Üniversitesi İngiliz dili ve Edebiyatı bölümü okuyor. Viktorya dönemi klasiklerine ve psikolojik-gerilim filmlerine tutkulu. Stanley Kubrick, Dario Argento, David Lynch, Ryan Murphy ve çok daha fazlasının yapımlarıyla yakından ilgileniyor. Melankolik ruh hallerini kısa öykü, deneme ve düz yazı yazarak hayal gücüyle körüklemek en büyük heyecanlarından biri.

byzsrms@gmail.com

beyzasarimese

Beyza Sarımeşe