İktidar İnfaz İlişkisi

İktidar İnfaz İlişkisi

A+ A-

Merhaba değerli okurlar

Sizce şuan yaptığımız her şeyi kendi özgür irademiz ile mi yapıyoruz? Sanmıyorum.

Dilerseniz sorular ile başlayalım. İktidar nedir? Foucoult’nun iktidara yaklaşımı nasıldır? Hegel’in Efendi-Köle Diyalektiği ile iktidar arasında bir bağ var mı? Ölüm cezası ya da infaz tarihte ne kadar yer etmiştir? İnfazı izleyenler infazın bir parçası mıdır?  İnfaz ile iktidar arasında nasıl bir ilişki vardır?...

Foucoult’a göre, İktidar mimari üzerinden de gizliden gizliye bir kontrol ve denetim girişimi içerisindedir. Mimari iktidardan bağımsız değildir.  Ayrı bir başlık olarak iktidar mimari ilişkisini de sizlere aktaracağım.                                                                                           
İktidar her yerdedir. Hapishanede, tımarhanede, hastanede, okulda, bilgide, bilimde ve iş yerindedir. İktidar; kapatılmada, yasaklamada, baskıda, gözetlemede, denetlemede ve yönetmededir. Okulda okuduğumuz kitapta, evde karşılaştığımız baskıda, gönderildiğimiz odamızda, kilitlendiğimiz tuvalette, sokakta gördüğümüz şiddette, yediğimiz tokatta, tekmededir. Hastanede yediğimiz sakinleştirici iğnededir, klinikte bilinçaltımıza ulaşmaya çalışılan sözcüklerdedir iktidar. Aynı giydiğimiz önlükte, üniformada, takım elbisede, tulumdadır. İktidar yönetmekte ve yönetilmektedir. İktidar yalnızca baskı uygulamaktan, engel çıkarmaktan, cezalandırmaktan ibaret olmadığını; arzuyu yaratarak, zevki kışkırtarak, bundan daha derine nüfuz ettiğini de göstermektedir. İktidar bedeni çalıştırır, davranışa nüfuz eder, arzu ve zevkle iç içe girer.”

İktidar bağlamında Hegel’in Efendi-Köle diyalektiğinden bahsetmek istiyorum. Hegel’in Efendi-Köle diyalektiğinde giydirilmiş, kabullendirilmiş rolleri çerçevesinde efendi de aslında köle gibi tutsak ve itaatkâr durumdadır. Köle karşısındaki güçlü konumunu korumak için, efendi de egemen ideolojiye boyun eğmekte, cinayet işlemektedir. İnsanlık tarihi güç savaşlarına dayanır ve tarihsel süreçte egemen ile itaat eden arasındaki tahakküm ilişkisi, farklı uygulamalarla karşımıza çıkar.

Bu efendi-köle karşıtlığı ile, egemen ideolojiler çerçevesinde norm ve değerler yeniden üretilmekte ve meşrulaştırılan tahakküm ilişkileri, bireyleri tutsak ve itaatkâr duruma getirirken nesilden nesile aktarılmaktadır. Hegel’e göre; kendisini efendi olarak gören, sadece efendinin kendisi değildir. Köle de onu efendi olarak görmektedir.

Köle konumunda olanlar, suçsuz olsalar da kendilerine dayatılanları yerine getirmekte, ölüm kararlarını bile kabul etmektedirler. Bunun yanı sıra toplumsal kabulleniş, bu cinayetler karşısında seyirci kalmayı da beraberinde getirmektedir.

Hegel ve Foucoult’nun iktidar düşüncesinden yola çıkarak infaz konusunu inceleyeceğiz.

 

Ölüm cezası, tarihsel olarak Mezopotamya uygarlığı kadar eski olmakla birlikte infazın hapishane duvarlarının ardında, çoğunlukla da şafak sökerken gerçekleştirilmesi geçen yüzyılın ortalarını bulmuştur. İnsanlık tarihinin büyük bölümünde ise infazlar halkın gözü önünde kentsel mekânlarda yapılmıştır ve ceza verenin gücünün zihinlerde kazınmasına, hizmet eden gösteri biçimine bürünmüştür. Gösteriye katılanlar açısından kimi zaman adeta bir eğlence haline dönüşen infaz, özünde bir güç gösterisidir ve bu gösteri, infaz için seçilen mekânın merkeziliği ve taşıdığı sembolik anlamıyla da pekiştirilir. 

Avrupa’da feodal dönemde suçluların cezalandırılmasında azap çektirme ön plandaydı. Kapitalizmin doğuşu ve ulus devletlerin kuruluşuyla birlikte bedensel eziyete dayanan eski cezalandırma tarzından kuralları belli ve suçluları hapishaneye koyan ceza sistemine geçildi (Foucault)

Günümüzde burjuva devlet hem hapishane, ordu, polis ve mahkeme gibi baskı aygıtları, hem de okul, aile, siyasi partiler ve iletişim araçları gibi ideolojik aygıtlarıyla toplumu kontrol altında tutabilmektedir (Althusser, 1970). Gramsci’yi izleyecek olursak, iktidarın halka açık infaz gibi “kaba” yöntemlerin yerine tahakkümü meşrulaştıran “rıza üretimi” gibi “ince” yöntemlerle benimsetilmesi söz konusudur.

Tarih boyunca insanlar çeşitli şekillerde ölüm cezasına çarptırılarak infaz edilmiştir. (Hamurabi Kanunları, Hitit Kanunları, Drakon Kanunları..) Yine tarihe bakıldığında ülkeler arasında halka açık infaz tepkilerden dolayı daha önce kaldırılırken, ölüm cezası bir süre daha devam etmiştir.

Ülkemize bakıldığında Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra da 1957 yılına kadar halka açık infazlar devam etmiş, İstanbul’da Beyazıt, Eminönü, Sultanahmet ve Ayasofya, Ankara’da ise Samanpazarı meydanları bu uygulama için kullanılmıştır. Bu uygulama, idamların cezaevlerinde gizli olarak yapılmasını öngören 13 Temmuz 1965 tarihli 647 sayılı yasayla birlikte resmen kaldırılmıştır.

Halka açık infaz, suçlunun hayatına hangi yöntemle son verilecek olursa olsun icra ediliş biçimi ve yeri, izleyicilerin katılımı ve desteğiyle birlikte cezalandırma gücüne sahip iktidarın sergilenişine dair önemli ipuçları sunmaktadır. Foucault bir ceza tiyatrosu olarak nitelendirdiği, asılan kişinin bedeninin sergilendiği darağacının hükümdarın dışa vurulan gücünü temsil ettiğini söylemektedir. İnfaz gösterisinde izleyici rolünü oynayanlar, farkında olmadan iktidarın yeniden üretiminin unsurlarına dönüşmektedir.  Halka açık infazlar, belli ritüellerin tekrarlandığı güç gösterileridir.

Halka açık infazların yapıldığı kentsel mekânlar rastgele seçilen yerler değildir. Hem kalabalıkların gösteriyi izlemesine imkân verecek genişlikte olması, hem de cezalandırma gücüne sahip iktidarı temsil etmesi önemlidir. Halka açık infazların gerçekleştirildiği kentsel mekânlar, taşıdıkları sembolik özellikleriyle iktidarın yeniden üretilmesi eyleminin asli unsurlarıdır

Diğer taraftan halka açık infazların kurucu unsuru olarak nitelendirilebilecek olan izleyicilerin infaz mekânında yer almaları ve tavırları infazın meşruluk kazanmasında rol oynar. Çünkü infaza halkın ilgisinin azlığı, dolaylı olarak otoritenin meşruluğunun zayıflamasının işaretidir.

Kitle iletişim araçlarının bugünkü düzeyinde olmadığı tarihsel dönemlerde izleyicilerin sayısı ne kadar fazla ise gösteri de o denli güçlü olacaktır. Çünkü insan bedeni üzerinde sergilenen şiddetin canlı tanıkları gördüklerini her yerde anlatacak ve böylelikle kulaktan kulağa yayılan infaz gösterisi toplumsal hafızada yer edinecektir. Böylece iktidar hedefine ulaşmış olacaktır.

O nedenle cellâdın kılıcının fiilen suçlunun, simgesel olarak da gösteriyi izleyenlerin boynuna indiği söylenebilir. Çünkü infaz gösterisiyle ölüme gönderilen sadece suçlu değil, sembolik biçimde izleyicilerin özgür iradesidir de.

Her ne kadar toplum sürekli değişim halinde olsa da iktidar bu değişime ayak uydurarak kendini manipüle etmekte ve özgürlüğümüzü kısıtlamaya devam etmektedir. Özgür bir birey olmak istiyorsak kendi bilincimize varmalıyız. Kendini bul ki özgür kalabilesin.

Umarım yazımdan memnun kalmışsınızdır. Tekrar görüşene dek özgür kalın.

Sosyolog Nazmiye KIRIK


Kaynakça

*KARADAŞ, Nergiz (2018)”Kırbaçsız Efendiler Zincirsiz Köleler: Türk Sinemasında iktidar Bağlamında Efendi-Köle Diyalektiği” Bağlamında Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi, Cilt:5/ Sayı:15 (38-54)

*AŞKIN, Ahmet Cevdet,(2019), “Bir İktidar Göstergesi Olarak Halka Açık İnfazlar”, Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Medya ve İletişim Çalışmaları Doktora Programı, Sayı:4

29-10-2019