Richard Bach-Martı Jonathan Livingston

Richard Bach-Martı Jonathan Livingston

A+ A-

Merhaba sevgili okuyucular.

Bir kitap değerlendirmesi ile karşınızdayım.

“En yüksekten uçan martı, en uzağı görendir.”

Martı Jonathan Livingston nedir/kimdir/neyi temsil etmektedir? Özgür olma, öğrenme ve keşfetme aşkı,  düşünce zincirlerinden kurtulma çabası, kendini arama, bilgi ve mücadele ile kendini bulma, ufkunu genişletme arzusu, yaşamın gerçek anlamını arama, sisteme ve düzene başkaldırı, ideolojilerin zamanla yok oluşu…

Martı Jonathan: Farklı olduğu için sürüden uzaklaştırılan bir martının, özgürlüğü uğruna verdiği mücadeleyi anlatmaktadır. Kendini sorgulayan, yaratılışın ve var olmanın bir amacı olduğunu savunan bir martıdır. Kalıplamış kuralların çoğu zaman içimizdeki yaratıcı gücü ve mevcut potansiyeli ne derece öldürdüğünü vurgulamaktadır. Sürü içinde sıradan bir martı olmayı reddedip öğrenmeyi amaç edinerek hakikate ulaşmayı; gelenekleri sorgulamayı, çoğunluktan farklı olabilmeyi, sınırın dışına çıkmayı, aykırı olmak suretiyle içindeki potansiyeli ortaya çıkarabilmeyi ve aktarmayı hedeflemektedir.

Eser; fabl türündedir, öyküleyici anlatım tekniği ile yazılmıştır ve 4 bölümden oluşmaktadır. Eserde özgürlük ve esaret kavramları varoluşsal bir bakış açısıyla ele alınmıştır. Bach, bu eserinde martılar üzerinden düşünmeden, sorgulamadan körü körüne kendisine dayatılan kuralları kabul eden insanları eleştirmiştir. Yazar anlatmak istediklerini metaforik ilişkilendirme ile görünür hale getirmeye çalışmıştır; “Martı” metaforu üzerinden çoğunluğun delilik olarak algıladığı şeyin aslında özgürlük ve mükemmeli bulma çabası olduğunu anlatmaktadır.

 “Yaşamın gerçek anlamını arayan bulmaya çalışan bir martıdan daha sorumluluk sahibi biri olabilir mi? Bin yıldır yaptığımız tek şey balık peşinde koşmak. Artık yaşamak için bir nedenimiz olmalı; öğrenmek keşfetmek, özgür olmak gibi.” Martı Jonathan’ın bulunduğu toplumda, diğer martıların yaşama sebepleri sadece temel ihtiyaçlarını karşılamaktı ama Jonathan’ın yaşama sebebi çok farklıydı. Jonathan, sürüsündeki diğer martılardan farklı olarak dünyaya geliş amacının farkına varmış, bu farkındalık uğruna sürüsünden dışlanmayı göze almış, karşısına çıkan zorlukları azmi ve kararlılığıyla yenmeyi başarmış bir martıdır. Jonathan, diğer martıların tabularını ve kalıplaşmış düşüncelerini yıkmaya ve onlara yol göstermeye çalışmıştır. Ama toplumun kurallarını sorguladığı ve halkı düşünmeye yönlendirdiği için toplum tarafından ötekileştirilmiştir. Burada toplum kurallarına uymayan bireyin, iktidar için tehdit unsuru olduğunu ve cezalandırılıp toplumdan nasıl dışlandığını görmekteyiz. Ek olarak eserde sürü psikolojisinin izlerini tespit edebilmek de mümkündür. Sürü psikolojisi temel olarak ele alındığında bilinç unsurunun yer almadığı görülmektedir. Algılama, farkına varma, dikkat etme, analiz etme gibi süreçlerden uzak olan sürü, kendi sınırları içinde bilinçli bir varlık istemez ve zamanla ona karşı dışlayıcı bir tutum sergiler.

Jonathan, cezalandırılıp sürgüne gönderildikten sonra orada kendi dünyasını yani kendi ‘cennet’ini yaratmıştır. Onun cenneti ‘özgürlüğü ve öğrenme çabasıdır’. Jonathan, artık kendisi gibi düşünen ve öğrenme çabası içinde olan martılarla birliktedir ama hep geldiği dünyayı düşünmektedir. Kendini bulmaya çalışan ve sınırları zorlayan diğer martıların, yoluna ışık tutmayı ve hayatına anlam katmayı istemektedir. Ve dışlandığı topluma geri döner; bu geri dönüş, öğrendiklerini ve tecrübelerini toplumla paylaşıp toplumun kaybolan kimliğinin yeniden inşası içindir. İlk etapta öğrenci sayısı toplumun baskısı nedeniyle az iken zamanla artmıştır. Doğup büyüdüğü toplumun martılarına eğitim verdikten sonra o diyarı terk etmiştir.

Jonathan artık yoktur. Yıllar geçer, sürü Jonathan’ı kutsallaştırır, tanrılaştırır, putlaştırır. Jonathan’ın eylemlerine, ‘üstün güçleri olduğu için yaptı’ gibi anlamlar yüklenmiştir; onun azmi, çalışması ve başarısı yok sayılmıştır. Martı sürüsü, Jonathan’ın kutsallığını artırmak için öğretisini(uçmayı) bir kenara bırakarak ona özel ritüeller geliştirmiştir. Onun ilk öğrencileri için de anıt mezarlar yapılmış cenaze törenleri düzenlenmiştir. Jonathan ve öğrencilerinin mezarları tapınak haline getirilmiştir ve her salı günü Jonathan ve öğrencilerini anmak için sürü tapınakta toplanmaktadır. Jonathan ve öğrencilerinin çakıl taşından anıtları, tapınak ve ibadet merkezi haline gelmiştir. Yüzyıllar sonra Jonathan’ın öğretisindeki her öğe, kutsal olduğu ilan edilerek günlük uygulamadan çıkarılmıştır. Sıradan, karıncadan bile önemsiz olan martıların bunlara erişemeyecekleri söylenmiştir.  Jonathan artık kutsal bir objedir. Jonathan’ın öğretisinin sembolü “çakıl taşı” olmuştur ve bu sembol, uçmanın verdiği mutluluğu öğretmeye gelmiş bir kuş için olabilecek en kötü semboldür. Özgürlük için mücadele eden, öğrenmeyi seven, yaşamın amacını arayan Jonathan’ın öğretisi, batıl inanç ve ritüellerle yok edilmiştir.  Görüldüğü üzere bir toplum düşünmeyi, öğrenmeyi, araştırmayı… bıraktığı anda ritüeller, batıl inançlar, kalıplaşmış düşünceler… altında ezilmeye mahkumdur.

Eserde ilk 3 bölümde bir martının(bireyin) kişisel gelişim aşamalarını görmekteyiz. 4. bölümde ise sosyolojik bir tahlil yapılmıştır. Eserde ilk 3 bölümde anlatılanlar 4. bölümde ayine dönüştürülmesi ve sonradan katılaşarak gelenek haline getirilmesi ile karşı karşıyayız. Daha yaşanılabilir bir hayat için araç olması gereken şeyler amaç haline getirilmiştir. Her türlü yaratıcılığa ve sorgulamaya karşı, her geçen gün daha da dirençli hale gelen toplumsal kodlar, Jonathan’ın ideolojisini yerle bir etmiştir.

Tam umudun bittiği noktada, düşünen ve sorgulayan martılar ortaya çıkmıştır. Martı Anthony, Jonathan gibi toplumdaki kalıplaşmış kural ve inançları eleştirmiştir. Anthony, Jonathan’la ilgili anlatılan mucizevi kutsal sözlere kulaklarını tıkayarak onun etrafını saran âdetleri ve merasimleri reddederek “uçma” kelimesini kullanmadan uçma çabası içine girmiştir. Jonathan bir öğrencisine “Gözünle gördüklerine sakın inanma. Görünenlerin hepsi sınırlıdır. Anlayarak bakmaya bildiklerinin ötesine geçmeye çalış.” demiştir. Anthony, aslında fark etmeden Jonathan’ın ideolojisini uygulamaya başlamıştır; toplumun yaptıklarını sorgular, hayatın amacını bulmaya çalışır. Dolayısıyla Anthony ile yeniden uyanış ve döngü başlamıştır.

Eserde “Hayvan Çiftliği” eserinde olduğu gibi bir ideolojinin doğuşunu ve yok oluşunu görmekteyiz. Jonathan’ın ideolojisi her ideoloji gibi çarpıtıldı ve değiştirildi. Tarih amacından sapan ve değiştirilen ideoloji ve fikirlerle doludur. Önemli olan toplumda düşünen sorgulayan insanların hala var olmasıdır. Çünkü o insanlar, yeni ideolojilerin kurucularıdır.

Şimdi bu esere farklı açılardan yaklaşarak tam da bu noktada anlamlı hale gelebilecek olan konulara değineceğim. Bu konular: Toplumsal yabancılaşma, Varoluşçu felsefe, Din sosyolojisi

Modernleşme ve kapitalizm ile birlikte hayatımıza giren “toplumsal yabancılaşma” kavramından bahsedelim. Araştırmalara baktığımızda bireyi özünden uzaklaştırması ve kendine yabancılaştırması gerekçesi ile olumsuz yönüne odaklanılmıştır. Ama yabancılaşma yalnız olumsuz çizgide gelişmemiştir, yabancılaşmanın olumlu yönü de mevcuttur. Olumlu yabancılaşma, bozulmuş bir yaşam ve düşünce şeklinden kendini arındırmadır. Bu arınma sürecinde son derece büyük bir farkındalık, sorgulama ve kendini arama hali mevcuttur. Toplumun içinden farkındalığı yüksek kişiler, özünü yitirdiğini fark edip kendini toplumdan soyutlar, özünü yeniden inşa etmeye çalışır. Bu bilgiler çerçevesinde eseri değerlendirecek olursak eğer, eserde de olumlu bir yabancılaşma görmekteyiz. Jonathan, kendini bulmaya çalışan ve büyük bir farkındalıkla sorgulama yapan bir karakterdir. Jonathan, toplumu sorgulamakta ve kendi düşüncelerine, yaşam amacına ters düştüğü için toplumdan kendini soyutlamaktadır.

“Yabancılaşma” kavramından yola çıkarak “Varoluşçu felsefe”den de bahsetmek istiyorum. Varoluşçu felsefeyi destekleyen Bergson’a göre insanın derin benliği dışsal (toplumsal) bir katman tarafından sarılmıştır. Bu nedenle insan, bir dışsal-içsel gerilim yaşayarak kendi özüne erişmeye ve onu ele geçirmeye çabalamak zorundadır. Heidegger için de benzer şekilde, insan “herkes” tarafından ele geçirilmiş ve içsel benini kaybetmiştir. Kendi içsel benine yeniden erişim sağlamanın tek yolu, toplumsal, dışsal, dünyevi, kültürel-tarihsel baskılara direnç göstermek, onlar tarafından yaratılan gürültüyü dindirip iç sesini dinlemektir. Bu bilgiler çerçevesinde eserde geçen Jonathan karakterinin varoluşçu felsefeyi destekler nitelikte davrandığını söylemek istiyorum. Jonathan “Özgürlüğü engelleyecek ne varsa, gelenekler, batıl inançlar ya da herhangi bir şekildeki sınırlamalar, tümü bir kenara bırakılmalıdır” demiştir. Bu cümlesi ile de varoluşçu felsefeyi desteklediğini görmekteyiz. Jonathan da en başta toplumsal kodlara takılmış ve içsel benliğini bulmakta zorlanmış ama zamanla toplumsal baskılara direnç gösterip çevrenin dayattıklarından arınarak kendi özünü inşa etmeye çalışmış ve içsel benini bulmuştur.

Eseri din sosyolojisi üzerinden değerlendirmek de yararlı olacaktır. Martı Jonathan aslında Hz. İsa’yı temsil etmektedir. Yazar, gerçek Hz. İsa algısının nasıl olması gerektiğini hikaye üzerinden işlemiştir. Eserde, toplumlarda dinin nasıl oluştuğuna ve nasıl yozlaştığına dair ilginç bir anlatım söz konusudur. Eserde bir dinin bilgi ve eylemden uzaklaşıp toplumsal ritüeller yığınına nasıl dönüştüğü anlatılmaktadır. Eserde bir şeyin nasıl kutsallaştırıldığını ve kutsallaştırıldıkça nasıl özünden uzaklaşıldığını görmekteyiz. Ayrıca yazar, bu eser aracılığıyla insan yapımı dine karşı reddedici bir tutum sergilemiştir.  Yazar, ‘benim Tanrı’yla olan ilişkimin senin Tanrıyla olan ilişkin gibi olması gerekmez ve sen bunu bana dikte edemezsin’ anlayışını savunmaktadır. Bir toplumda kutsallaştırılan her şeyin sömürü aracı olarak kullanılması kaçınılmaz bir sondur. Jonathan’ın kutsallaştırılıp öğretilerinin saptırılması aslında çok da yabancı olmayan tarihsel ve sosyo-psikolojik bir gerçekliği hatırlatmaktadır. İnsan, fikirlerini ve öğretilerini benimsemek yerine şahısların kendisi ya da dış görünüşüne takılıp kalma eğilimi gösterebilir. Çünkü kutsamak, eyleme geçmekten daha kolaydır.

Eser, martıları imgesel figürler olarak değerlendirdiğimizde bir sürü anlam yüklemeye açık. Martılar insanı simgeliyor. Toplumsal ilişkilerimizde dışlanma, kabul görmeme, yargılanma korkusuyla hareket etmiyor muyuz çoğu zaman? Bizden beklenene odaklanıp kendi isteklerimizi yok saymıyor muyuz? Toplumun bize dayattığı kuralarla mı yaşıyoruz yoksa hayallerimizin peşinden giderek, sınırlarımızı mı zorluyoruz?

 “Bir kuşu özgür olduğuna ikna etmek niye dünyanın en zor işi?” Bazı şeyler apaçık ortadadır ama şartlanmışlıklar, düşünce ve ruhlarımızdaki prangalar gerçekleri görmemize engel olur. Görmek istemeyenden daha kör olan var mı?

“Düşüncelerinizin zincirlerinden kurtulun, bedenlerinizin zincirlerini kırın…”. Özgürlüğün ve esaretin yaratıcısı toplum değil bizzat insanın kendisidir. Bireyi engelleyen ve sınırlandıran zincirler, insanın zihnindedir. Kendinizi bulmadığınız sürece özgür olamazsınız. Tarih özgürlüğü için mücadele eden, hayallerinin peşinden giden ve sınırları zorlayan insanları yazmıştır. Tarihe iz bırakmak istiyorsanız kendinizi bulun ve kendiniz olun!

"Yaşamak için ne çok neden var! Balıkçı teknelerinin etrafında o rutin, sıkıcı dönüp dolaşmaktan başka nedenler de var yaşamak için. Cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi, özgür olabiliriz! Uçmayı öğrenebiliriz!" diye düşünen Jonathan bir bakıma kendini bulmanın, sorgulama evresiyle başlaması gerektiğine işaret etmektedir. Yaşamak için sizin de bir nedeniniz var mı? Çünkü insan yiyip içmek gibi bedensel ihtiyaçlarının dışında, daha yüce değerler için yaratılmıştır. Yaşamak için bir nedeniniz olmalı; öğrenmek, keşfetmek, özgür olmak gibi; hayatınıza anlam katan, sizi mutlu eden ve sizi siz yapan bir neden. Jonathan gibi farklı olduğunuz için diğer martıların arasından dışlansanız bile yaptıklarınızdan ve yapacaklarınızdan asla vazgeçmemelisiniz. Tüm sınırları zorlamalısınız, sizin de yeniden doğacağınız bir dünya mutlaka vardır. Vazgeçmeyin. Vazgeçmek tükenmektir çünkü.

 “Nereden geldiğimizi hemen unutup nereye gittiğimizi merak bile etmeden, günübirlik yaşayarak çoğu kez birbirinin aynısı olan şeyler yaptık; bir dünyadan gelip diğerine gittik. Yemekten, birbirimizle mücadele etmekten, sürüye gücümüzü kanıtlamaya çalışmaktan daha başka yaşama nedenleri olduğunu öğrenmek için kaç yaşamdan geçmek zorunda kaldık bir fikrin var mı Jonathan ” diye sorar bir martı ona. Biz de kendimize soralım bu soruyu. Daha kaç yaşam gerek gerçekleri görmemiz için? Şu an yaşadığın dünyadan ve bulunduğun koşullardan memnun musun? Değişime kendinden başlayarak içinde bulunduğun koşulları değiştirebilirsin. Sen her şeyin en iyisini hak ediyorsun. O halde değişimin başlangıcı olan sorgulamaya başlamalısın.

Umarım yazımdan memnun kalmışsınızdır. Tekrar görüşene dek özgür kalın.
Sosyolog Nazmiye KIRIK


Kaynakça

*Bach, Richard, (2017)“Martı Jonathan Livingston ”, Epsilon Yayınevi, 2.Baskı, İstanbul (Çeviri: Kader Ay ve Aslı Tümerkan) *TOKUR,Behlül, (2019)“Martı Jonathan Livingston ”, Journal of Analytic Divinity Cilt:3, Sayı:2 ,Ankara *Görseller: https://unsplash.com/, https://www.pexels.com/tr-tr/

01-10-2023