Çevirdiğin Bir Arka Sayfasında Ben Olacağım Hayatının

Çevirdiğin Bir Arka Sayfasında Ben Olacağım Hayatının

A+ A-

Önce genel bir yorgunluk başlar. Ardından kendi açısından oldukça hatırı sayılır zihinsel bir tıkanıklık.

Sonra tahammül sınırlarının daralma sinyali gelir. Böyle tepkiler vermezdim benler başlar.

Ters giden her şeyin sanki seninle bir bağlantısı varmış gibi hissedersin. Ters giden her şeyle savaşmaya başlarsın. Yel değirmenlerinin, sanrıların felaketi. İşte kendi yarattığın, gerçekleşsin diye can attığın ve belki de o yüzden bu kadar yorulduğun, kendini gerçekleştiren kehanetin!

Mevcut yorgunluğundan şikâyet bile etmezken sen, insanların yakınmalarını dinlersin. Bazen düşünürsün, ne büyük bir lükstür bu yaşadıkları! Bu lüksten sen de istersin. Onları memnun etmeye çalışırsın. İşte bu hayatının en büyük ıskasıdır, boşa kürek çekmektir sadece. Sen üstlerine gittikçe mutsuz olacak alanlar yaratırlar. Sen çözdükçe düğüm ararlar. Kızma onlara, insan işte, yapısı bu. Rahat hep batar da yine de çıkamaz sevgili konfor alanından.

Gelelim tekrar sana. Olması gerekenler himayesinde, gerçekten neyin olmasını istediğini unutursun. Kendini bir piyon gibi oradan oraya savrulurken bulursun. Tozlanmış fikirlerin ve buharlaşmaya yüz tutmuş zihninle, kendi kendine çekersin şah-matını.

Anlamsızlaşmaya başlar otomatik eylemlerin-otomatik eylemsizliklerin- nedensizce mutlu uyandığını düşünmez de insan, nedensiz mutsuzluklarını yargılarken bulur kendini.

Tüm bunlara alıştığını, yine de yaşadığını düşünürken sen, ansızın bir yılgınlık başlar. Tüm düşüşlerini ezberlediğini sandığın kuyunun dibinde bulursun kendini. Ne değirmen vardır geride ne sen. Hay aksi nereden çıkmış olabilir ki bu? İnsanın kendine yaptıkları, kendi içine hapsettikleri adlı kuyu.

O noktadan sonra kişilerle değil hayatın karşına çıkardıkları ile uğraşır hale geliyorsun. Hayatın haksızlıklarıyla, hayatın adaletsizlikleriyle, hayatın zamanlamalarıyla. Bunların, kişilerin çok ötesinde olduğunu anladığında, kişiler de o kadar önemli olmuyor. Çünkü bütünü görebildiğinde bütünün hayrına olduğunu anlıyorsun en büyük acının bile. Şimdilerde kimselere kızmıyorum mesela, eskiden içten içe birikirdi öfkem oysa. Ne olduysa buna ben izin verdiğim için oldu diyorum. Kim ne yaptıysa ben sınırımı koruyamadığım için oldu diyorum. Bazen iyi oldu bazen kötü. O yüzden derdim kendimle. İnsanın alıp veremediği kendiyle olunca da yatırımı kendine oluyor. Kendi sağlığına, huzuruna, mutluluğuna, başarısına, keyfine, hayallerine…

Ardından kendini yeniden keşfediyor insan. Neyi gerçekten isteyip neyi istemediğinin ayırdına varıyorsun. Bugüne kadar aslında kendi isteğin sandığın nice şey, kimlerin istekleri çıkıyor kim bilir. İnsan kendinde yitiyor önce sonra yine kendinde çıkıyor ortaya. Ne varsa kendinde var. Tüm soruların cevabı ve tüm sorunların çözümü.  Felaketi yahut mucizeyi dışarıda aramak insanın en büyük ahmaklığı. İkisini de kendi elleri ile inşa ediyor insan. Bir kere kendi mucizeni yaratmaya cesaret ettiğinde görüyorsun. Minik adımlar, sabır ve umut. Acele etme ve ince ince işle kendini, özenle.

Gecikmek... Ya da “tam zamanı” hissi ki genelde yanıltıcıdır. İkisinin ortasında olmak, arafta kalmak gibi. Unutma ki araflar da değer ve geçer. Hayat kendi planına uygun bir şekilde akarken, bu senin zamanlamana pek uymayabilir. Hatta genelde uymaz! Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemeyecek kadar soğur için. Oysa hayata göre tam zamanıdır! Uzun uzun düşünürsün… Bazen nefretin sıcağı bile bu boş soğukluktan iyidir. Çünkü nefret bile  henüz bir şeyler hissettiğinin, o şeyin henüz hayatında ve hayallerinde yer aldığının göstergesidir. 

Belki bundan çok kısa bir zaman önce “tam zamanı” dersin, hazır ve güçlüsündür, o beklentide olduğun an var ya işte tam da o an, hiçbir şey bir adım ileri gitmez. Beklersin... Beklersin...  Sonra çözülmemiş bir düğüm olarak geçmişte bıraktığını sanırsın. Hatta içine koyup kilitlediğin o dolap bile çürür belki. Sen böyle olmasını istediğin için, böyle hissedersin. Oysa karşı taraf, onu her gün rahatlıkla görebileceği, camdan bir dolaba koyar. Onun kolaylıkla alıp yola çıkması mümkün! Senin yola çıkman için, evinin en ücra köşesindeki, sözde küf kokan, o çürüyen geçmiş dolabını açman gerekir. Üst üste atılmış tüm düğümleri çözmen gerekir. Düğümlerle aran iyi olsa da oldum olası küf kokularına tahammül edemezsin. İşte o an gecikirsin işte, rağmen yaşamayı öğrenemediğin için. O an anlamsızlığa gebedir. Muamma olarak kalacak bir düğüm daha geçikmişlikle gelir. Artık ertelene ertelene ertelemeyi çok iyi öğrenmişsindir. İşte o zaman kendine geçsindir ötesi kalmamıştır.

Sonra kendinden kaybolup giderken bulursun seni. Bu böyledir ararken kendinden kaybolur insan. Daha şimdi buradaydı, hep burada durur sanmıştım gelir arkasından. Hani valizini kaybetmek gibi. Korkarsın, biriyle mi karışacak, kayıp mı olacak derken sonunda kaybedersin işte. En değerlilerin vardır içinde, en sevdiklerin. Sonra alışırsın yokluğuna onun da. Bu devir zaten hızla, her şeyi geride bırakmaya programlamıyor mu insanları? Hah işte katıl konvoya!

Sonrasında yokluğuna yoldaş olan kayıp valiz gibi kayıp kendin. Geçip giden zamanın çengeline takılıp kalmış, yok saydığımız o ,geçmiş seslenir bize.

Çevirdiğin bir arka sayfasında ben olacağım hayatının!


Kaynakça

pixabay

21-09-2022
Burcu Özcan

Burcu Özcan

Tiyatro Sanatçısı

1985 Ankara doğumlu. 2009 yılında Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı-  Sahne Sanatları-Oyunculuk bölümünden mezun olmuştur. İlerleyen yıllarda Devlet Tiyatrolarında, farklı illerde yer alan şehir tiyatrolarında ve özel tiyatrolarda görev almıştır. Aynı zamanda çizgi film, dizi ve reklam seslendirmesi yapmıştır. Çeşitli özel kuruluşlarda eğitmenlik, sanat koordinatörlüğü ve bölüm başkanlığı gibi görevler almıştır. Çankaya Sahne oyuncuları arasında yer almakta ve eğitmenliğe devam etmektedir. Aynı zamanda Bahçeşehir Üniversite’sinde Öğretim Teknolojileri üzerine yüksek lisans yapmaktadır.

brccozcan@gmail.com

@brc0zcn

burcu0zcan