Korkusunda Yiteceğinin Cengâverliği

Korkusunda Yiteceğinin Cengâverliği

A+ A-

Korkusunda yiteceğin şeyin cengâverliğine soyunmamalısın belki de. Kaybedersem, yok olursa diye anksiyetinin dibini sıyırıp, kendinden geçeceğin şeyleri hiç var etmemelisin hayatında. Var etmemeli ki kendini kemirip, yok etmesin insan. Yoksa iç içe geçmiş düğümlere döner hayat, birini aç, şimdi diğerini onun içinden geçir ve tekrar… Sabır… Sükûnet ve salt durma hali. Salt çaba halidir aslında bu salt durma hali. Zihni durdurmak ne büyük bir çabadır tanrım! Çabasız olmak için harcanan muhteşem bir çaba!

Eğer ben de tüm bu beynimden geçen, susmayan, arsız düşünceleri yazmasaydım çıldırabilirdim, o düğümlere dönerdim belki de. Zihnimdeki düşünceler, gün ışığına çıkması gerekenler, yazmasaydım uçsuz bucaksız bir kuyuya çekecekti sanki beni.

Bahsettiğim, gün içinde ya da meditatif anlarda misafirliğe gelen düşünceler değil. İnatla kalan, kovduğun halde yeniden gelenler... Derinden gelen, neden o düşüncenin geldiğinden de bihaber oldukların. Karşısında en çaresiz kaldıkların, derine inmeden, karanlığınla yüzleşmeden, nedenini bilmediğin, takıntılı düşünceler. Zaman zaman herkesin başına gelenler,  hatta başının etini yiyenler. Overthinking yapılarda ise sadece ara ara gidenler de diyebiliriz. Gülümsediniz biliyorum =)

Ben de düşünce sağanağından sığınmak adına yazıyorum çoğu zaman. Sahneye çıkıyorum, yazıyorum ve nefes alıyorum. Siz? Ya sizler nerelerde nefes alıyorsunuz? Nefes alacak zamanınız ve alanlarınız var mı? Nefes almak için, hem fiziksel hem de ruhsal alanlarımızı hızla tüketmeye devam ederken, sahi o alanları bulabilen şanslı insanlardan mısınız? Öyleyse ne mutlu!

Hayatım boyunca asi, sisteme ayak uydurmaktan haz etmeyen,  bu istemsiz olan yapımla ilerleyen bir birey oldum.

Sonra birçokları gibi 20’lerimden sonra ben de sistemin çarkının bir dişlisi olarak görevime başladım. Önce çok sevdiğim, nefes aldığım başka bir kaynağı, mesleğimi bıraktım. Tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış misali. Zamanla, yani sözde “sisteme” ayak uydurduğum süreçte de - normal insanlar gibi- köle gibi çalışırken, ne tesadüftür ki yazmaktan da uzaklaştım. Nefes aldıran yegâne şeyden! Sonra git gide unuttum hayallerimi, ne uğruna yıllarca savaş verdiğimi hem de ne için? Üç beş karaktersiz yenilgi için. Değmedi tabii! Para kazandım, mevki kazandım, nihayet toplumun sırtımı gururla sıvazlayacağı bir özel hayatım da vardı. Toplumun benden istediği her şey tamam gibiydi. Sonunda sağ olsun, beni de, her bireyi gibi normal biri olarak sistemine almıştı. Yalnız çark öyle hızlı ve durmaksızın dönüyordu ki, başım döndü, midem kalktı, kalkan midemi içimde tutmayı da öğrendim. Hayat, hızlı tren camlarından akar gibi hatta çok daha hızlı akıyordu; görüşüm de bulandı ve hayatımın en kötü kararlarını verdim. Sistemin istediklerini istediklerim sandım.

Oysa sadece nefes alan, gitmek -kalmak, yemek -içmek, denemek-istemek hepsinin aynı olduğu anlamsızlığa düşmüştüm. Suyu kendine yeten kaktüsün suyunun bile çekilmesi nedir bilir misiniz? Tutkularım yoktu, arzularım neydi onu bile bilmiyordum. Sadece yapmam gerekenler, görevlerim, suçlamalar, sürekli eksik olduğumu hatırlatmalar vardı. Beni hayatta tutan tüm damarlarımın ve insanlığımın buz kestiğini anlamıştım.

Yağmurlu bir günde(Nedense hep yağmurlu günlerde diye başlar hikâye) tam her şey yolunda derken, evime doğru yürürken, hayatıma karşı bir yabancılaşma yaşadım. Aklımı kaçırıyorum sandım. Her gün aynı yolu gidiyorum, geliyorum peki ne yapıyorum burada dedim kendi kendime, sanki yukarıda öylece durmuş hayatıma bakıyordum, an donmuyor anlamsızlığa gebe dakikaları yokluyordu. Kısa sürdü neyse ki.

Ama aniden oldu yine ve korkunçtu... Ayna karşısında, yeni güne hazırlanırken, hiç düşünmezken geldi bu hal. Hiç bu yabancılaşma duygusunu yaşadınız mı? Bir düşünün o halde, bu nasıl anlık ve şiddeti güçlü bir sinyaldir. O an anladım bir şey oluyor bana! İçim taşıyamıyor hayatımı.

Sizin görmediklerinizi ya da görmeyi seçmediklerinizi hayat gözünüze sokarak gösteriyor. Öyle de oldu. İki defa oldu anlamadım, aynı şeyi yeniden yaşattı hayat ve sonunda nihayet anladım. Çünkü içimdeki o cılız ses yine “bu son uyarı ”diyordu. Nasıl yani, nasıl yapabilirim dedim. Tam da her şey mükemmel giderken, tüm eksikler tamamına ermişken, tam da evet başardım ve bundan sonrası daha iyi olacak biliyorum derken. O iş öyle olmuyormuş meğer. Hani tırnağın içten içe sızlar bazen. Tam, et ile tırnağın sırt sırta verdiği yerdir orası. Nedendir bilemezsin sonra geçer, aniden yine belirir. Öyle olmuştu işte, özümden eksilmeme izin vermemişti yaşam ya da adına her ne derseniz deyin o işte.

Birden bedenimde büyük bir direnç hissettim, üzerime doğru gelmekte olan, asla fark etmediğim sadece benim tuttuğum koca bir bina olduğunu fark ettim. Çekildim ve yıkıldı.

Yaşam sarmalının tanıdık bildik bir kısmına - nasıl olduğunu da bilmeden- öylece geçivermiştim. Yahu ben tanıyorum bu halleri, bu sınavları, bir yerden hatırlıyorum derken aslında hiçbir şeyin doğrusal olmadığını fark ettim. Özümden uzaklaşmıştım haberim yoktu hatta zerre rahatsız değildim. Ne acı!

Öyle işte, hayat, döngüsel. Tamamlamadığın tüm sarmallara yeniden çekiliyorsun. Öyle bir çember falan diye de geçiştiremiyor insan bunu, babayiğit bir sarmal bu! Karşısında, deli bir kan ister içinden çıkabilmek için.

İşte, o gün bugündür içimde ne varsa, nefes alma yöntemim olan yazmanın vesilesi ile insanlara dokunayım istiyorum. Kendimi bildim bileli yazdım, böyle de devam edeceğim sadece artık gün ışığına çıkarıyorum.

Herkesin her şeyi çözdüğü, herkesin her şeyi bildiği ya da bildiğini sandığı, herkesin herkesi etiketlediği, kibir dolu, ahir zamanlarda, bunları anlatmak çok zor. Tüm bunların insan hali olduğunu, herkesin bu duraklara uğrayacağını anlatmaya çalışmak çok yorucu! Ben de konuşup dil dökmekten vazgeçtim. Hem yaşama ağır geliyor bu sözler hem de yazıp yine onanıyorum fena mı? Bakarsınız, belki okuyan birinin gözüne ilişir bir cümlem, biri için, bir cevap olur sorgularım. Varsam yahut yok olmuşsam bu üç günlük dünyada, yine de bir insana dokunabilmek isterim. Yokluğunda bile dokunabilmek baki. Sanatla, edebiyatla, düşüncelerle ve kolektife hizmetle!

 


Kaynakça

pexels

19-11-2022
Burcu Özcan

Burcu Özcan

Tiyatro Sanatçısı

1985 Ankara doğumlu. 2009 yılında Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı-  Sahne Sanatları-Oyunculuk bölümünden mezun olmuştur. İlerleyen yıllarda Devlet Tiyatrolarında, farklı illerde yer alan şehir tiyatrolarında ve özel tiyatrolarda görev almıştır. Aynı zamanda çizgi film, dizi ve reklam seslendirmesi yapmıştır. Çeşitli özel kuruluşlarda eğitmenlik, sanat koordinatörlüğü ve bölüm başkanlığı gibi görevler almıştır. Çankaya Sahne oyuncuları arasında yer almakta ve eğitmenliğe devam etmektedir. Aynı zamanda Bahçeşehir Üniversite’sinde Öğretim Teknolojileri üzerine yüksek lisans yapmaktadır.

brccozcan@gmail.com

@brc0zcn

burcu0zcan