Noktasız II

Noktasız II

A+ A-

Elindeki zarfları sıktı çaresizce. Hiçbir şey bırakmamıştı ona demek ki, bir kelime, ondan bir hatıra... Tamamen mi silmişti yoksa belleğinden? Ellerinde avuçlarında kimsenin anlamaya gücü yetmeyecek bir anahtar ve bir vasiyetnâme vardı işte.

Tükendiğini hissetti, öyle yorgun, öyle yalnız ve can'sız hissediyordu ki; gözlerini kırpmaya bile gücü kalmamıştı. Damarlarındaki tüm kan çekilmişti. 

Sırasıyla kitaplara, pencereden görünen bahçeye bakındı. Arkadaşlarıyla toplandıkları, kutlamalar yapıp yemekler yedikleri, oyunlar oynayıp tartıştıkları ve ağladıkları... Büyük, on iki kişilik üvez ağacından yapılma bir masaydı işte. Maddi değerinden çok, maneviyatı güçlüydü. Bu da mı satılacaktı şimdi?

Yeniden ağlamaya başladığını fark etmedi, o kadar uzun zamandır ağlıyordu ki... Artık yokluğu tuhaf geliyordu gözyaşlarının. Şakaklarını ovdu sertçe, kitaplığa adımladı. Bahçeye daha fazla bakamadı. 

Sıra sıra dizili tozlanmaya yüz tutmuş kitaplıkta gezdirdi ellerini. Birkaç kitabı çekti eline aldı, o'un el yazısı ve resimleriyle süslenmiş sayfaları okşadı parmak uçlarıyla. Dikkati dağılırdı sürekli kitap okurken çünkü, bilirdi. Tıpkı odaklanmasını nasıl sağlayacağını bildiği gibi.

Yüzünde acı, keder ve yas dolu bir tebessüm oluştu. Yere çöktü kitabın karalanmış sayfasına burnunu yaslarken. Kokusunu, izini aradı onun. Bulamadı ama hatırası doldu ciğerlerine. Sesini seçemediği bir anı gibi, sahibini bulamadığı gözler yüreğini parçaladı. Yüzünü ayıramadı kitaptan. Hıçkırıklara karıştı kelimeleri. Omzunda başını hissetti sanki, bir eli saçlarını okşuyordu, ağla, diyordu ona acımadan. İstemedi de acınmasını. Cehennemde yanmaya razıydı bu hayalet dokunuşun gerçeğini hissedebilmek için.

Kendini kaybetmişti ya, oracıkta ölüverse toz olup uçacaktı. Öyle kimsesizdi, kimseydi.

Zamanı durdurdu sandı bir an. Saatler gibi geçen süre boyunca orada putlaştı. Boğazını yaktı bir ağrı, kendini biraz olsun toplamak istedi. Bu onun vedasıydı, rol kaptıramazdı, sahnesini çalamazdı bu eskimiş duygular. Bu yüzdendi ayaklanması, kitabı geri yerine koyması. Öğrencilerine verilecekti tüm bu karalama dolu olanlar. Öyle olsun istemişti.

Bir an, ufacık bir an o kağıdı parçalamak hiçliğe savurmak istedi. Böylece sadece kendisi sahip olacaktı tüm bu yaşanmışlıklara, o hak ediyordu. Etmiyor muydu?

Sonra kıyamadı, tek tek özenle işlediği satırlara zarar vermek midesine yumruk yemiş gibi bir his verdi. Belki saklardı, geceleri sarılırdı, tutunurdu. Ama kimsenin acısına zarar vermek istemedi. Herkesin yasını tutacağı bir parçası vardı o kağıtta. Kendisi hariç, bütün tanıdıklarının, tanımasalar dahi ihtiyacı olanların hakkı vardı orada.

Gözlerini sımsıkı kapattı. Başını iki yana sallarken savrulan saçlarını çekiştirdi. Neler düşünüyordu! Neler düşündürtüyordu?

Kitaplığa sırtını vererek yere çöktü usulca. Hava iyice bozmuştu, saatler ilerliyordu, gece o'nun için geliyordu. Tabiat dahi ağlıyordu bu gidişe ya, ne yapsındı? Ah! Ne zalimdi dünya!

Gözlerini açtı ilk önce, kollarını dizlerine yaslarken başı geriye düştü, tok bir sesle cama yaslandı sağına doğru. Oradaydı işte. Şimdilerde boşaltılmış, zehirli çiçek ekilmiş mezarı. 23 Mayıs, kutlanamayan bahar, kesilmiş film şeridi.

O' nun kendini sonsuzluğa bıraktığı havuz.

Görünüyordu buradan işte! Göreceğim korkusuyla bahçeye girememesine sebep olan o mavi cehennem. Ne çok yalvarmıştı o zamanlar, yaptırma bu havuzu, en azından bu kadar derin olmasın diye ne diller dökmüştü. Ama tutturmuştu, güzel gözleriyle bakıp dudak bükmüştü. Sen varsın ya, düşsem dahi ölmem, demişti.

Burayı alıp kendisi gibi ev yapmıştı. Bir zarf içinde anahtar tutuşturmuştu avucuna, utançla kaçarken yanından. Gözleri sonunda huzurla kapandı birkaç saniye. Delirmemişti işte. Düşmüştü hatrına. Yumruk yaptığı elleri gevşedi, çenesinden süzülen birkaç damla boynundan aktı sarmaşık gibi dolandı birbirine.

Etrafına bakındı, fotoğraf, albüm, en ufak bir anı kırıntısı bulamadı hiçbir yerde. Ne kendisi ne de arkadaşlarıyla olan hiçbir şey yoktu. Ruhundan bir parça daha koptu sanki. İyice kafayı sıyırmış gibi hissediyordu. Yüzünü görmek, yanaklarına burnunu yaslamak, teninde solumak istiyordu yaşamı. Avuç içleri yanıyor, parmak uçları karıncalanıyordu hasretinden. İyi hissetmiyordu. Kalbi atmıyordu sanki, artık nefes almak istemiyordu!

Bu nasıl bir acıydı yüreğindeki; çekip çıkarsa boş kalacak, orada bıraksa kanayacak...

Derin bir nefes aldı içine. Sonra etrafına bakındı. Labirentin içinden çıkmaya çalıştı. Böyle bir zavallılık hissi daha önce hiç yüklenmemişti bedenine. Zihni karmaşıktı. Kalbi ise mücadeleci.

Yanına gitmek istiyordu, sadece adını fısıldasa, dizlerinde uyuturdu, biliyordu.


Kaynakça

Görsel: unsplash.com

16-12-2023
Lahza Güz

Lahza Güz

Basım, Yayım Teknolojileri - Öğrenci

Biraz deli, kafadan üşütmüş ve aklı bozuk biriyim, tüm diğer iyi insanlar gibi.

 

benlahza@gmail.com

ben.lahza