Noktasız I

Noktasız I

A+ A-

İki katlı evin girişinde durdurdu siyah arabasını. Paslı, iki kanatlı demir kapı sıkı sıkı kapatılmıştı. Eskiden hep aralık olurdu halbuki ev sahibi içerideyken. Kalbinin sızladığını, acıyla burkulduğunu hissetti. Boğazında kocaman bir yumru ne ağlamasına izin veriyordu ne nefes almasına. O yoksa eğer, o da dolduramıyorsa ciğerlerini kendisi nasıl yapsındı? Belki zihni yaşam mücadelesi vermese çoktan kaybetmişti kılıcını bile kuşanmadığı savaşı. Çaresizdi. Kalbinin böylesine ağrıması onu çaresiz bırakıyordu.

Evdeki bakışlarını sımsıkı tuttuğu direksiyona çevirdi. Akan gözyaşlarını silip arabadan inmek için hareketlendi.

Cebindeki anahtarlar ağırlık yapıyordu, her adımında ayaklarının altındaki toprak sürükleniyor, bataklığa çekiliyordu adeta. Elini kumaş parçasının arasından kaydırdığında metal doku tenini yaktı sanki. Yine de emindi. Son bir kez girecekti bu eve. Veda edecekti, etmesi gerekiyordu. Bunu borçluydu tertemiz küçük ruha. Geçmişine. Bir zamanlar hayatı olana, nefesine.

Kapıyı ittirdi öne doğru. Perdeleri kapalı, sabah olmasına rağmen üzerine gölge düşmüş beyaz cepheli evi inceledi. Kulağında şen kahkaha sesleri, gözlerinde renkli ışıklar arasında süzülen kalabalık gölgeler belirdi bir an.

Başını iki yana salladı, ahşap kapıyı açtı, kokusundan bir zerre bile barındırmayan serin eve girdi. Sağ tarafında kalan salon derli topluydu. Arkadaşları, gitmeden önce bütün evi temizlediğini, koskoca mahalleyi doyuracak kadar yemek yaptığını söylemişti, sahi, o epey planlı gitmişti.

Ne çok isterdi son bir kez tatmayı nefis kokulu yemeklerinden. Bu hisle karnı acıyla büküldü. Sol elini yasladı bedenine. İnce tişörtünü kavradı sıkıca, avucunun içinde sıkıştırdı derisini. Buğulu gözlerini kırpıştırdı, artık tozlanmış salonda, toparlanmış mutfakta gezindi. Elleri koltukların kenarlarına, duvarlara, tezgâha değiyordu sürekli.

Anılarına dokunuyordu hüzünle. Gözlerinde bitmek bilmeyen yaşlarla yâd ediyordu geçmişi. Hatırlamaya, kafasında geçirdikleri her bir dakikayı canlandırmaya çalışıyordu. Ama olmuyordu.

Yoktu güzelim gözleri, sıcak teni, bal kokusu... huzur veren dingin sesi yoktu. Bir türlü yapamıyordu. O’nu göremiyordu. Öyle ya, hep derdi zaten; hayallerimden bile daha güzel, diye. Bu yüzdendi, evet delirmiyordu, bu yüzdendi anımsayamaması hiçbir şeyi.

Ellerini yüzüne yaslayıp biraz sıvazladı. Derin nefesler aldı toparladı kendini. Yatak odasının ve geniş bir kitaplığın bulunduğu kata çıkmak için hazırlandı.

Aynı o'nun gibi küçüktü evi de. İki katlıydı ama kendi halindeydi işte. Basit bir apartman dairesi büyüklüğünde, kocaman bahçesi dışında hiçbir özelliği olmayan sıradan bir evdi. Şuan böyleydi, ama öncesinde özeldi. Eşsizdi.

Korkuluklara sıkı sıkı tutunarak çıktı yukarı. Boydan boya cam olan sol duvara baktı. Zamansız gidişlerin sessiz bıraktığı koskoca oda, şimdi öyle kasvetliydi ki.

Krem rengi çarşaflara serilmiş siyah takım elbiseye baktı. Bunu giyecekti demek ki en son, diye iç geçirdi. Dudaklarından sesli bir hıçkırık koptu, çığlık atmak istedi o an.

Neden?

Tek bir soruydu zihnindeki. Ama yanına yöresine bir şey yakıştıramadı. Sormaya hakkı yoktu, cevabı duymaya ise yüreği dayanmazdı. Biliyordu çünkü. Herkes biliyordu. Ama kimse seslendiremiyordu.

Yatağın boş kalan kısmına çöktü kendini taşıyamaz gibi sendeleyerek. Bir süre elleriyle yüzünü kapattı. Hıçkırıkları sanki duyulacak, o’nu üzecek gibi hissetti. Yüzünü sıvazladı sertçe. Buraya gelme sebebi olan, kimsenin ellemeye dahi kıyamadığı zarfı aldı avucunun içine. Özenle kapatılmıştı, ceketinin yanına iliştirilmişti.

Dışında Avukata... yazıyordu. Vekaletini teslim ettiği, öldükten sonraki tüm işlemlerini halletmesi için vasiyetini bıraktığı kişiydi bu. Arkadaşlarıydı, ne var ki eve bile yaklaşamamıştı zavallı kız. Kendisini sorumlu tutuyordu bu acı terk edilişten.

Ama, kendisi öyle değildi. Muhtaçtı. Son bir dokunuşa, hiç değilse en ufak bir kelimesi için tanrıya yalvarmıştı. Ondan son kez kendisine ithaf edilmiş tek bir söze ihtiyacı vardı.  Mektup olduğunu düşündüğü kağıdı çıkardı önce. Ufak, a5 boyutlarında ikiye katlanmış bir kağıttı. Kaşları çatıldı önce huysuzca. Bütün vedası bu muydu?

Derin bir soluk aldı içine. Ama geri veremedi. Kağıtta sadece tek bir şey vardı, küçük bir anahtar. Çift taraflı bantla katlandığı yere yapıştırılmış ufacık bir anahtar.

Gözleri doldu yeniden. Nefes alamıyordu. Bunu mu reva görmüştü tüm dostlarına, arkadaşlarına? Bana... Bir çift laf etmemiş miydi? Böyle mi gitmişti gerçekten? Kimse mi hak etmemişti o'un vedasını sahi?

Kırgınlıkla atan kalbini susturmak ister gibi elini kapattı üstüne. Diğer elindeki boş kağıt buruşturulup yere atıldı, orada kaldı öylece ne olduğu belirsiz. Sadece karşısındaki dolaba bakıyordu şimdi hüzünle. Kalbi ise çığırıyordu, sen yaptın, diyordu. Beni böyle sen sızlattın. Sen acıttın canımı, sevdiğimden kopardın, bir veda nefesi bile bırakmadı bana.

Vasiyet kağıdını çıkardı zarftan bir umutla. Belki, dedi, belki bir hatıra bırakmıştır bana. Ufak bir kıyafet parçası, değer vermediği bir kitabı, küçük bir saksı, herhangi bir şey; taş, kurutulmuş yaprak, çöp, ne olursa...

Ama yoktu. Bütün malvarlığını dağıtmıştı. Buydu dileği. Öldüğünde, sağlam ve kullanılabilir durumdaysa organlarını bile vermeyi istemişti. Geriye kendisinden hiçbir şey, adı dahi silinecek kadar, hiçbir şey kalmamıştı.

 


Kaynakça

görsel: https://unsplash.com/

11-10-2023
Lahza Güz

Lahza Güz

Basım, Yayım Teknolojileri - Öğrenci

Biraz deli, kafadan üşütmüş ve aklı bozuk biriyim, tüm diğer iyi insanlar gibi.

 

benlahza@gmail.com

ben.lahza