Çare

Çare

A+ A-

  Bir noktada, kendimi en sevdiğim anımın en can alıcı ânına indirgemekten başka çaremin kalmadığının ayırdına vardım. Ömür denen karmaşık makine, ya da incelikle işlenmiş dantel de diyebiliriz, belleğimizde binlerce anı oluşmasından sorumlu değil midir? Onların her gün onar tanesini anımsayıp düşünsek, on günde yüz anı eder. Bunun dörtte üçü veya daha fazlası olumsuz anılarımız olsa, bu da, on gün içinde en az yetmiş beş veya daha fazla olumsuz anı anlamına gelir. Olumsuz anıların anımsanması, olumlu anıların akla gelmesinden daha fazla enerjiye mal olur diye düşünüyorum. En azından öyle duyumsuyorum. Gereksiz yere bu kadar enerji harcamak savurganlık anlamına gelecektir. Bu durumda ben de kendim için en iyi ve akıllıca olanı yapmış oluyorum. Kendimi tek bir anıma indirgiyorum. O anımı da onun tek bir ânına. Zihnimi o âna sabitliyorum. Böylece hep o anda kalabilmeyi başarıyorum. O anım şudur: Yazın en sıcak ayında, anavatanımın en sıcak kasabalarından birinde yaşayan anneannemin evindeydik. Annem ve kardeşim, kuzenlerim, teyzem, dedem ve anneannem. Ev, çok eski bir evdi. Artık yok. Yıkıldı. Yani yıktılar. Kendiliğinden yıkılmış gibi anlaşılmasın. Ev yıkıldı ama ben onu belleğimde yeniden yaptım. Bütün ayrıntılarına kadar bina ettim onu. Sokağa bakan eski, iki kanatlı ahşap kapısını, kapının arkasındaki büyük demir kancayı, girişteki taşlığı, alt kattaki iki büyük odayı ve arka bahçeye açılan ahşap kapıyı, karanlık mutfağı, balkondaki tuvaleti, sobalı banyosunu, üst kata çıkan tahta merdivenleri, üst kattaki iki büyük odayı, yüksek ve ahşap işlemeli tavanlarını, yeşile boyalı ahşap kapılarını, yukarı balkonu, balkonda ekili olan limon ağacını, sarı, pirinç, çevirmeli muslukları, arka bahçeyi, bahçedeki yarısı yıkık taş duvarı, dut ağacını, bahçeye sıkça uğrayan ve seslerini çok sevdiğim kumru kuşlarını, bahçenin ortasında duran, üzerinde anneannemin tokaçla çamaşır dövdüğü yassı taşı, yağ tenekelerine ekili gül damlalarını ve sardunyaları, bol şekerle içilen adaçayını, üzerinde portakal kabuğu pişirilen sobayı, dedemin yatağını, eski vantilatörünü, ajans dinlediği radyosunu, anneannemin dedeme bakarken üzerinde uyukladığı yeşil örtülü eski koltuğu, içinde yaşayanlarla beraber yeniden yaptım.

   Anım şudur ki: Kardeşim ve kuzenimle eski kasabanın meydanında bir şeyler almaya çıkmıştık. Manavlardan meyve, veya kasaptan sucuk ya da altın rengi bir zincir... Anımsamıyorum, ama ne fark eder ki? Onlu yaşlarımızdayız. Umutluyuz yaşamdan. Hani o her an çok güzel bir şey olabilecekmiş duygusu vardır ya. İçimizde o duyguyla sıcak caddeyi adımlıyoruz. Çevremizde kasabanın yerlileri. Şalvarlı, atletli erkekler, basmadan elbise giymiş kadınlar... Herkes gülümsüyormuş gibi geliyor bize. Bizse gülüyoruz. Komik şeyler konuşuyoruz aramızda. Bu durağan, trafiksiz, güler yüzlü insanlar yurdunda ben, kardeşim ve kuzenimle kasabanın merkezinde, mutlu ve umutlu bir ânımdayım. İşte burada durmalıyım. Duruyorum da. Hepsini zihnimde yeniden yapıyorum. Kasabayı, gülümseyen yerli halkı, motosiklet ve Ağustos böceği seslerini, ağaçları, banka binasını, trafiksiz yolu, az ilerideki ırmağı, ırmağın kenarındaki çay bahçesini, beyaz eşya dükkanını, seyyar şalgamcıyı, karsambaççıyı, deniz kıyısına giden eski otobüsleri, deniz kıyısına gitmek isteyenleri, gidenleri ve gidemeyenleri...

 Çoğu gitti. İnsanlar öldüler, otobüsler otomobil mezarlığına gönderildi. Çay bahçesi eski sadeliğini kaybetti. Yerli halkın nüfusu kadar bir nüfus, dışarıdan kasabaya geldi.

  Ama ben önlem olarak, hepsini belleğime tek tek yerleştirmiştim. O tek anda hepsi kıpırdamadan duruyorlar. Kuzenim ve kardeşim, basmadan dikilmiş etekleriyle yanımda duruyorlar. Her şey,  hepimiz duruyoruz. Mutlu görünüyoruz. Gülüyoruz. Bizim dışımızdaki herkes de gülümsüyor. Bu sayede, dışarıda her şey hızla çirkinleşirken, teknoloji bütün duyguları yutarken, doğa yangınlarda kavrulurken, eskiye dair bütün o kokular yitip giderken, ben kendimi bu bir tek âna indirgeyerek kendime en büyük iyiliği yapmış oluyorum.

27-09-2023
Devrim Akalın

Devrim Akalın

Doktor

Soğuk bir kış sabahı, Silifke’de, anneannemlerin Rumlardan kalma, eski evlerinin alt katındaki büyük odada dünyaya gelmişim. Yaşamımın ilk beş yılı, Tarsus’ta, sabahtan akşama kadar mahallemizin çocuklarıyla sokakta oynayarak geçti. Ardından Ankara’ya taşınma, ilkokul yılları...Ortaokul ve liseyi TED Ankara Koleji’nde okudum. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandım. Göğüs hastalıkları ve tüberküloz uzmanıyım.

Sanatın her dalı ilgimi çekiyor. İyi sanat eserleri hep etkilemiştir beni. Sanatla haşır neşir olan insanın, gönül telinin daha çok titreştiğini, kendi gönül sazını giderek daha iyi çalmaya başladığını düşünüyorum.

İyilik ve nezaketin altın değerlerimiz olduğu, bu değerleri yitirmememiz gerektiği inancındayım. Sanat, bu değerlerle yoğrularak sofraya getirildiğinde, sanatçının kendince bir misyonu da tamamlamış olabileceği görüşündeyim.

Mythos yayınlarından çıkmış bir romanım var: HÂLÂ SEVENLER KULÜBÜ

MELANKOLİYE TUTULMAK adlı öykü kitabım da yolda, geliyor.⭐

saintdevrim@gmail.com

Devrim Akalın