MEDYA ÇUVALI
Yine parasız kaldığım dönemlerden birindeydim. ‘Yazar aranıyor’ ilanlarına baktım. Dört beş ilana başvurdum. Başvurdum dediğim sanal ortamda birkaç cümleyle kendimi tanıtarak aradıkları yazar olabileceğimi bildirmekten ibaretti. İki yerden bana ulaştılar.
Yazar aranıyor ilanlarından biri güldürü filmi için senarist aradıklarını duyuruyordu ama ilanda tarih yoktu. Ben hala yazar arayıp aramadıklarını soran bir cümle yazdım. Artık yazar aramıyorlardı. Yani filmi çekmişlerdi. İlan eskiydi. Bu siteden bana yazışmak için bir mail adresi gönderildi. Buna şaşırmadım çünkü mizah yazmak zordur. Gülünç sahneler yazmaya kalkışmam etkilemiş olmalıydı karşımdakileri. Beni tanımıyorlardı. Birkaç öykümü gönderdim. Beni sanal bir senarist grubuna aldılar. Oradan bir iş çıkmadı. On yıl kadar bekledikten sonra gruptan çıktım.
İlan verenlerden bana dönüş yapan ikinci siteyse Medya Çuvalıydı. Halil Bey, beni telefonla aramış dilersem sitelerinde yazabileceğimi söylemişti. Para verebilmeyi çok isterlerdi ama bu şimdilik mümkün değildi. Murat Zengin’ den duyduğum şu söz gelmişti aklıma; ‘Edebiyat daima yan giderdir’
Sitelerini inceleyip kararımı bildirebilir miydim? Olurdu. Sitede çok güçlü yazar yoktu ama yayınlanan yazılar, samimi, içten, nezaketliydi. Para veremeyeceklerdi. Halil Bey çok güzel konuşmuştu benimle. Zaten elimde iki öykü vardı. Para yoktu. Düzenli yazı yazabilecektim ama para olmayacaktı. Ben zaten parasızdım. Beş yıl kadar radyoya yazmıştım. Oradan iyi kötü para kazanmıştım. Şimdi parasız yazmak fikri beni rahatsız ediyordu. Kariyerimde düşüş yaşadığımı düşündürüyordu bana.
Halil Beyi aradım. Siteleri için fazlasıyla yüksek bir kariyere sahip olduğumu söyledim. Buna rağmen sitelerinde yazmayı kabul ediyordum. O kadar beyefendiydi ki karşımdaki, memnun olduklarını yardımcısının benimle iletişime geçip ayrıntıları konuşacağını söyleyip telefonu kapattı.
Doktorsanız daima meşgulsünüzdür. Medya Çuvalından Yaprak Hanım aradığında da meşguldüm. Yine de ayrıntıları çözecek bir yol bulduk ve elimdeki öyküleri gönderdim. Resim gerekiyordu öyküler için. Çocuklardan yardım istedim. Uğur çizdi öyküler için resimleri. Daha sonra Kutlu da çizdi. Bu resimler konusunda ilginç bir yaşanmışlığımız da var. Yani sevinç mi duymalıyız kızgınlık mı bilemediğimiz bir yaşanmışlık. Anlatayım siz karar verin.
Kutsal metinlerdeki ve mitlerdeki bazı hikayeleri günümüze öykülediğim bir dizi yazıyordum. Bu öykülerden biri de Zülkarneyn’ in öyküsüydü. Uğur, oldukça etkileyici bir resim çizmişti. Ben resimlerine imzasını atmasını istemiştim. O pek hevesli değildi buna çünkü yaptıklarından daha iyilerini çiziyordu sürekli. Benim öyküm Uğur’ un resmiyle birlikte yayınlandı. Kısa süre sonra başka bir sitede Uğur’ un bu resmini gördük. Sağ alt köşesinde Uğur’ un adının bulunduğu Zülkarneyn resmi oldukça ünlü bir ‘’araştırmacı yazar’’ımızın sitesine kaçırılmıştı.
Pandemi sonrası Ankara’ ya taşındık. Halil Beyle tanışmak istedim. O da memnuniyet duyacaktı tanışmaktan. Ailemi de getirebilir miydim? Tabii ki getirebilirdim. Yaprak Hanım ayrıntıları çözdü ve biz Medya Çuvalına doğru hareket ettik.
Ziyaretimiz boyunca şaşkınlığımız hiç geçmedi. Halil Bey, dünyayı birkaç kez dolaşmış bir seyyahtı. Kocaman daire hatırı sayılır bir müzeyle kıyaslanabilecek malzemeyle dolmuş hatta taşmıştı. Bir insan zihnine benziyordu dünyanın dört bir yanından getirilenlerle dolup taşan daire.
Halil Beyin odasında Türkmen kadınların gerdanlık kolyeleri vardı. Bunların hiçbiri bir diğerinin aynısı olmazmış. Göçebe Türkmenlerin kadınları, yaylada yürürlerken gerdanlık kolyelerinin çıkardığı sesten tanınırlarmış. Gece de gündüz de adımlarıyla çınlayan gerdanlıklarından kimlikleri bilinirmiş yürüyen kadınların. Bu yüzden gerdanlık kolyeler, farklı boyutlarda farklı desende farklı şekilde dizilirlermiş ki farklı sesler çıkarsınlar. Halil Beyin odasında bu özel takılardan birkaç tane vardı.
Afrika’ dan gelen müzik aletleri, Fransa’ dan getirilen tablolarla aynı salonda bulunuyordu. Çanlarla doluydu bir duvar. Sonra kamçılarla kaplı bir koridor vardı. Her kamçının bir hikayesi vardı. Semerler, eyerler vardı dairede. Bir insanın bilinçaltı gibiydi koca daire. Sadece bir insanın değil bir ülkenin, imha edilmiş bir imparatorluktan dirilen bir ülkenin bilinçaltını da barındırıyordu daire.
Biz hayranlık ve şaşkınlıkla geziyorduk Medya Çuvalını. Sonra Halil Bey bizi bakır bir tepsiye götürdü. Bakır tepsi duvara asılıydı. Yanına yaklaştığınızda kabartma detaylarla dolu olduğunu anlıyordunuz bakır levhanın. Kenarlardaki insan figürleri adeta sokağı canlandırıyordu. Merkeze doğru başka figürlerle zenginleşiyor büyüyordu bakır tepsi. Roman yazılmış tarih çizilmişti bakıra.
‘Bakın Osman Bey size Medya Çuvalı fikrinin nasıl doğduğunu anlatayım’ dedi Halil Bey ‘Bu gördüğünüz tepsiden, aslında levha mı demeli? Bu eserden en fazla sekiz tane bilemediniz on tane vardır. Bu çok ama çok değerli bir sanatçının eseriydi. Sanatçı erken yaşta öldü. Henüz değeri bilinmiyordu öldüğünde. Eserleri de kaybolacak, yok olup gidecekti. Ben bu eseri ancak kurtardım. Türkiye’ de sayısız değer var. Medya Çuvalı bu değerleri saklamak ileriye taşımak için kuruldu’
Benim kariyerimde bir yazar için zayıf bulduğum bu site meğer benim eserlerimi koruma saklama geleceğe taşıma misyonu taşıyordu. Ben, yazarları olmayı kabul ederek onurlandırdığımı düşündüğüm sitenin aslında benim için son sığınak olduğunu o gün anlamıştım. O gün anladığım bu gerçeği asla unutmayacağım. Kariyerim nerelere tırmanırsa tırmansın burada yazmayı bırakmayacağım.
Teşekkürler Halil Bey. Teşekkürler Yaprak Hanım.
Kaynakça
Kullanılan görsel UĞUR AKALIN ın eseridir.